• insanların çoğunun allah'a yönelişi hastalıklıdır.

    içlerinde gizliden gizliye bir pazarlık yatar.

    ben allah'ın gözüne girersem, memnun olur, o da benim istediklerimi verir diye ümit eder.

    yani adam "al ibadetini, ver bana arzularımı" diye bir "al gülüm ver gülüm" işine giriyor.

    tabii bunların hepsi kendi zannında olup bitiyor...

    halbuki ibadetin ve kulluğun özü o'ndan, o'ndan başkasını istememektir.

    istemek, nefsin arzularıdır.

    istediğin sürece nefs diri demektir.

    nefs diri olduğu müddetçe de sen ayrısın, uzaksın, cehennemdesin.

    ne diyor pirimiz mevlana, "tanrı’dan, ondan başkasını istemek, görünüşte istenen şeyin artmasını istemektir; ama hakikatte onun tamamı ile eksilmesini talep etmektir"

    artık istemez olduğunda, takdir her neyse ona razı olduğunda nefsin tükenmiş ve ateşin sönmüş demektir.
  • "sizden önceki ümmetlerden birinde allah'a bir adada altıyüz sene ibâdet eden biri vardı. allah o adada ona tatlı bir su kaynağı ve meyve veren bir nar ağacı sunmuştu. nar ağacı her gün bir nar bitirip ona takdim eder, o da onu yiyip güç bulurdu. böylece o uzun yıllar ibâdetini sürdürdü. ne bir gevşeme, ne de bir bıkkınlık duydu.. vefat ettiğinde cenâb-ı hak o kuluna:

    « benim rahmetim ve faizl-u keremimle cennete gir.» diye emretti. o da:

    «ben ancak kendi amelim ve ibâdetimle ve sana olan altıyüz senelik kulluğumla cennete girerim» dedi.

    bunun üzerine cenâb-ı hak onu hesaba çekti ve:

    «senin altıyüz senelik ibâdetin, benim sana vermiş olduğum bir nimetin şükrünün karşılığı bile olamıyor. çünkü sana o adada tatlı bir su çıkardım ve her gün meyvesiyle karnını doyurduğun bir nar ağacı bitirdim. halbuki bu ağaç senden başkası için senede ancak bir defa meyva verir. söyle bakalım, bu tür nimetlere neyle hak kazandın? sana uzun bir ömür verdim. halbuki başkaları bu kadar yaşamaz. 600 sene içinde ibâdet etmen için sana aralıksız güç ve kuvvet verdim, halbuki başkası bu güç ve kuvveti bulamaz. şeytanı senden kovup uzakıaştırdım, seni güven içinde tuttum. halbuki o mel'un senden başkalarını helak etmiştir, nicelerini yoldan çıkarmıştır. bu uzun ömürle birlikte başkasına vermediğim sağlık ve sıhhati sana verdim. hiçbir şey değil iken seni yarattım; bütünhareketlerini ve durmalarını ben var kıldım ve ni'metimi senin üzerinde tamamladım..»

    buyurdu ve sonra da
    «bunu cehenneme sokun» diye emretti.

    melekler onu çekip cehenneme doğru götürürken, o artık helak olduğunu anladı ve :
    «rabbim! beni kendi rahmet ve kereminle cennete koy..»
    diye yalvardı. bunun üzerine çok merhametli ve çok ikram sahibi olan allah:

    «onu geri çevirin de merhamet ve faziletimle cennete koyun..»
    diyerek ikinci bir emir verdi. sonra da :

    «hadi kulum rahmetimle cennetime gir. sen benim için ne güzel bir kulsun!.» buyurdu."

    (hafız celâlettin süyûtî, el-büduri's-şafire)
  • ibadet = kulluk...

    varlığımızı borçlu olduğumuz yaratıcıya karşı, ona duyduğumuz saygının, sevginin, minnetin, şükrün karşılığı olarak, olumlu anlamda yapmakla yükümlü olduğumuz her şey.

    namaz ve oruç gibi tanrı'nın bizden yapmamızı istediği şeyler de elbette bir ibadet. ancak ibadet sadece bunlarla sınırlı değil... yapabileceğimiz her şey...

    yaptığımız iyi şeylerin karşılığında alınacak mükâfatın adı cennet, kötü şeylerin karşılığında alınacak cezanın adı cehennem olabilir. ancak insanlar cennete girmek ya da cehenneme girmemek için ibadet etmezler.

    bu, öğrencinin sınıfı geçmek için ders çalışması gibi bir şey... amaç sınıfı geçmektir. ama babamız bizi sadece kucaklayıp öperek, sevdiğini söyleyerek, bizimle gurur duyduğunu ifade ederek de kutlayabilir, mükâfat olarak bize bisiklet alabilir, bilgisayar alabilir, tatile çıkarabilir veya hiçbir şey de alamayabilir.

    aynı şekilde sınıfta kaldığımızda bizi dövebilir, üzülebilir, okuldan alıp tamirci çıraklığına verebilir, hiçbir şey olmamış gibi davranabilir, istediklerimizi almayabilir, ne yapacağını bile şaşırabilir.

    ama ders çalışmamızın amacı ve adı sınıfı geçmektir. bunun için yapılacak şeyler de bellidir. başkaları bizi çalışıyor zannetsin diye ders çalışmak mümkün mü? hava atmak için, gösteriş için ders çalışılır mı? çalışıyormuş gibi yapılabilir mi? yapılsa bile bu şekilde sınıf geçilebilir mi?

    etrafımızda gerçeği anlayamamış, öğrenememiş insanların yaptıklarını esas alıp bir şeylere kızmak veya onu karalamak, çok doğru bir davranış değil.

    sonuç olarak ibadet, bir insan olarak yapmamız ve yapmamamız gereken her şeye dikkat etmek, iyi doğru ve güzel şeylerin peşinde olmak, hatalardan ve yanlışlardan uzak durmak, kendimiz için istemediğimiz bir şeyi başkasına da yapmamaktır.
  • alt yapısız, hikmetsiz, sebepsiz dayatmalar değildir. yapılan her amel ruha işlenir. ruhun aldığı kıvam da cennet ya da cehennemimiz olur. doğru uygulandığı takdirde ise bu dünyada bile her türlü olumsuzluğa rağmen huzuru yaşatır.
  • kullar üç kısımdır :

    “bir bölümü ‘korku’dan allah'a ibadet eder;
    bu "köleler"in ibadetidir...
    bir bölümü ‘tamah’tan ibadet eder;
    bu "tüccarlar"ın ibadetidir...
    bir bölümü ise ‘sevgi’den dolayı allah'a ibadet eder;
    bu ise "hürler"in ibadetidir...”

    imam cafer-i sâdık hz.
  • hakiki olanları dışında hepsinin yüzümüze bir paçavra gibi savrulacağı söylenen kendinden geçme hali. doğru ya yalana ve şarlatanlığa hangimizin ihtiyacı var ki yaradanın olsun. insanın bir tür kendiyle olan yenişmesi. galip gelen kazanacak demektir. yaw bütün dostların tanıdıkların köyün kasabanın gurbetteki arkadaşların önünde rezil olmak var yani serde. demek paçavra gibi atılacak yüzümüze. ben yine duyduğumu aktarayım kendim duyayım yeniden diye. ibadet etmesiyle bilinen zatlardan biri rüyasında görüyor "kıldığım bütün namazlar atıldı yüzüme" diyor "beni yalnızca kimselerin olmadığı zamanlarda ettiğim secdeler kurtardı" ve başka bir kıssada ise ibadeti ile meşhur bir kadından bahis açılıyor. cehenneme gönderiliyor. herkes şaşırıyor bu kadar çok ibadet etmiş biri nasıl cenneti hak etmez diye. deniyor ki evet çok ibadet ederdi ama birgün bir kediye eziyet etti. kızdığı bir kediyi içeri kapadı aç susuz ve kedi onun zulmüyle öldü. kemmiyet ve keyfiyetin en göreli olduğu konu ibadetlerin değerlendirilmesi olacak belki de -elbette tutarlılığına gönülden iman ediyorum- dünyadaki eğilip bükülmelerimiz kafamıza geçmiyor diye aldanmamak gerek demek ki.
  • samimi bir inanç ve imanla, içinden gelen ve sana iyi gelen bir faaliyeti kendin keşfedip, geliştirirsen, birileri buna ibadet desin demesin ibadettir. (bkz: sema)

    eğer bir kitabın sayfalarında, şu veya bu şekilde ibadet öneren bir yazı okuduğun için o ibadeti yapıyor, ritüelleri izliyorsan ya da birisinin yaptıklarını "o tanrıya nasıl yakın olacağımı benden daha iyi bilir" mantığıyla takip ediyorsan, bunun sana gerçek anlamda, mümkün olan en büyük ölçüde, bir ruhsal tatmin ve mutluluk sağlaması zor görünüyor. (bkz: uydum imama)

    samimi inançla ve imanla, bir kitabın veya birinin önerdiği ritüeli kendini vererek, tam anlamıyla hayata geçirerek uyguluyorsan o da ibadet elbette. anahtar kelimeler ritüel, tutarlılık, disiplin, tekrar değil burada; samimiyet ve iman...
  • müslüm gürses in 1984 çıkışlı güldür yüzümü albümün a tarafı beşinci şarkısıdır.

    sözlerini de yazayım havam olsun

    aşkımız ibadet gönül tahtında
    ibadet inanmak tanrı yanında
    kula kul olmak var sevda yolunda
    aşkım iman demek tanrı katında

    sen benim ışığım hem güneşimsin
    sensiz bu dünyayı söyle neyleyim
    yokluğun cehennem azabı bana
    ben senin yanında hep cennetteyim

    sevda ülkesinin en güzelisin
    vazgeçilmez tutkum aşka abidemsin
    taptığım allah'ım sevdiğim sensin
    en güzel çiçekten daha güzelsin

    sen benim ışığım hem güneşimsin
    sensiz bu dünyayı söyle neyleyim
    yokluğun cehennem azabı bana
    ben senin yanında hep cennetteyim
  • ibadet eden biri değilim. dışarıdan bakınca bir bağlılık seçimi gibi geliyor bana. tüm dinler için böyle bu. bir dilek diliyorsun ve ona bağlılığın kapının zili oluyor. her gün çalmaya devam ediyorsun. bir gün kapıyı sevinçle açacak içerideki diye.
  • yakın bir zamanda duydum. din ve felsefenin ilişkisinde bağdaşımcı bir tutumda, tanrı'ya inanan ve ibadet eden bir felsefeciden, telefonda. tok ve sakin ses tonu ve tüm vurgularıyla, kelimesi kelimesine zihnime kazındı:
    "durumu şöyle anlatayım linus. sürekli aklımdasın. sürekli. ibadet ederken aklıma geliyorsun, yeniden başlıyorum. yeniden yüzün aklıma geliyor, yeniden başlamam gerekiyor. sürekli ibadet etmeye başladım. sürekli ibadet ediyor haldeyim ama edemiyorum. aynı anda hem tam bir dinsiz yapıyorsun hem tam bir sofu. bilmiyorum sonunu."
    dahası olmaz sanıyordum. evet, kabul ediyorum, şimdiye kadar birçok şey oldum, haberli habersiz, istekli istemeden, aniden zamanla, kurgusal kılgısal, birçok şey. ama hiç birinin tanrı'sıyla arasına girmemiştim. kurumların, toplulukların, aracıların dışsallığının ve dolayımının dışında, kurmayı başarabilen için kurulabilen en içsel, en mahrem, en dolaysız, en sahici ilişkide benim ne işim var? hayır, yüzün bir işi vardır elbette, yüzden geçilerek ya da onda kalınarak tanrı'ya varılır. hegel ve kierkegaard'la ibadeti bildik, levinas'la yüzü bildik, bitti sanıyordum. ama tanrı'ya ulaşmayı engelleyen bir yüz? ibadet ettirmeyen bir yüz. benim yüzüm. dahası sahiden olmasın.
hesabın var mı? giriş yap