• herkes empati kurmuş. ne hoş. bir de şöyle mi kursak empatiyi?
    kendimizi bir anlığına bobby sands'in yerine koymayalım da, türkiyede açlık grevi yapanların yerine koyalım. ya da bobby sands'ı yusuf'un yerine mesela. yapmayız. ira savaşçıları sempatiktir bizde. zapatistalar da. ülke ve özgürlüğü için savaşanları severiz de bizim coğrafyamızdakilere hiç tolerans göstermeyiz. anlamaya çalışmayız.

    şimdi bu bir türk yapımı olsun. başımızdaki thatchervari kişiler gittikten sonra cesaret alan biri çeksin. çektirmeyiz ama. zaten 19 aralıkta vizyona film sokmak bile aforoz edilmeye sebep olur. şimdi tüm çıplaklığıyla ölümleri mi gösterecez? aile var, rtük var. yasa var.

    sonra film vizyona girsin. hatta en iyi seçilsin festivallerde. biz de bu arada ingiliz olalım ve hiç ses çıkarmayalım. forumlarda facebookta sunumlar gruplar açmayalım ve "bu yalanlara son verelim" tadında şeyler yapmayalım.

    sonra bakan çıksın ve ülkenin kötü reklamı oldu demesin. demez. buna hiç şüphem yok zaten.

    biz bobby sands'e sempati duyarken kendi evladımız olup da ölen 122 kişiyi hatırlayalım. hatırlamayız. onun savaşını desteklerken içten içe, gözmüzün önünde olanlar için anlamsızca savaşan gencecik insanları unutmakta sorun görmeyiz.

    çünkü unutmak erdemlerin en büyüğüdür.

    peşin edit : filmi sevmemek mümkün değil. ama izlerken düşünmemek ve hatırlamamak da.
  • chicago reader ve la weekly dergileri tarafından 2008'in en iyi 3. filmi olarak gösterilmiş 90 dakikalık çarpıntı.

    türkiye'de vizyona girmedi belki de girmeyecek ama siz üzülmeyin. filmin bittorent'i ve türkçe altyazısı internette mevcut.*

    filmin altyazısıyla birlikte gelen notlarda da açlık grevinin içinde bulunduğu tarihsel dönem ve bazı kavramlar açıklanmış:

    (2) the troubles: 1960'larda başlayarak 10 nisan 1998 yılındaki belfast anlaşmasına kadar devam eden,
    kuzey irlanda'daki cumhuriyetçi ve paramiliter organizasyonlarla, r.u.c. ve ingiliz ordusu arasında
    sürmüş olan şiddet olaylarını anlatmak için kullanılan terim.

    --------------------------------------------------------------------------------------------------------

    (3) politik haklar (political status) : şubat 1972 yılına kadar sıradan suçlu muamelesi gören tutuklu
    ira militanları, bu tarihten itibaren politik suçlu statüsünün kabul edilmesini isteyerek açlık grevine
    başlamışlardır. politik statü olarak adlandırılan bu taleplerinde, 'savaş esiri' olarak görülmek istiyor,
    hapishanedeki iş kollarında çalışmak istemiyor ve hapishanenin verdiği suçlu üniformasını giymek
    istemiyorlardı.yapılan bu açlık grevi başarı ile sonuçlanmış ve politik haklar kabul edilmiştir.
    fakat 1976 yılında ingiliz hükümetinin aldığı karar sonucunda, 1 mart 1976 tarihinden itibaren tutuklanan
    militanlar bu hakları ellerinden alınmıştır. bunun sonucunda 'battaniye' ve 'yıkanmama' protestoları
    başladı.

    --------------------------------------------------------------------------------------------------------

    (4) battaniye protestosu (blanket protest) : 14 eylül 1976 yılında tutuklanan kieran nugent tarafından,
    hapishanenin verdiği üniformayı giymeyi reddederek başlamıştır. bu olayın duyulmasıyla tüm yeni gelen
    mahkumlar protestoya katılmışlar ve üniforma giymeyi reddetmişlerdir. bunun önüne geçmek isteyen hapishane
    yönetimi, üniforma giymeyi reddeden mahkumların odalarında bulunan eşyaları çıkartmış ve mahkumlara
    verilen yemeklerde kısıntıya gitmiştir. direniş kırılamayınca ceza ağırlaştırılmış, yönetim
    havalandırmaya çıplak çıkılamayacağı bahanesiyle mahkumları 24 saat hücrelerinde tutmaya başlamıştır.
    tüm bu olanlardan dolayı ira, hapishanede çalışan memurlara yönelik şiddet eylemlerine başlamış ve
    5 yıllık protesto süresince 19 hapishane memurunu öldürülmüştür. hapishane çalışanlarına yönelik bu
    şiddet eylemleri, mahkumlarla gardiyanlar arasındaki gerilimi arttırmış ve bu da'yıkanmama'
    protestosunun başlamasına neden olmuştur.

    --------------------------------------------------------------------------------------------------------

    (4) yıkanmama protestosu (no wash protest - dirty protest) : 1978 mart'ında mahkumlar, banyoya giden
    mahkumların memurlardan dayak yediklerini bildirerek, banyoya gitmeyeceklerini, banyo ihtiyaçları
    için hücreler duş kurulmasını istemişlerdir. 1978 nisan'ında bir mahkumla bir gardiyan arasında çıkan
    kavganın neticesinde mahkum tecride götürülmüştür. tecritte arkadaşlarının dayak yediğini duyan diğer
    mahkumlar hücrelerindeki mobilyaları parçalamışlardır. buna karşılık hapishane idaresi odalardan tüm
    eşyaları çıkartmış ,mahkumlara sadece bir şilte, bir battaniye ve tuvalet ihtiyacı için de birer lazımlık
    vermiştir. buna karşılık mahkumlar hücrelerinden çıkmayı reddetmişlerdir. mahkumların hücrelerini terk
    etmemesi sebebiyle hücreler temizlenemiyor ve lazımlıklar boşaltılamıyordu. boşaltılamayan lazımlıklarda
    biriken "artıkların" fazlalaşması sebebiyle mahkumlar bunlarla duvarları sıvamaya başlamışlardır.
    böylece 'yıkanmama protestosu' doğmuştur.

    --------------------------------------------------------------------------------------------------------

    (16 - 17 - 18) : başbakan margaret thatcher'ın, 1980 yılnda yapılan açlık grevine karşı yaptığı
    konuşmadır. 'yıkanmama' ve 'battaniye' protestolarının neticesinde mahkumlar ingiliz hükümetine 5 maddelik
    bir talep listesi sunmuştur. mahkumlarn talepleri;

    1. hapishane üniforması giymeme hakkı.
    2. hapishane işlerinde çalışmama hakkı.
    3. diğer mahkumlarla özgürce görüşebilme, eğitim ve eğlence organize edebilme hakkı.
    4. haftada bir ziyaretçi, bir mektup ve bir paket hakkı.
    5. protesto süresince kaybedilmiş af haklarının iadesi.

    bu beş maddelik talep listesinin hükümet tarafından kabul edilmemesi üzerine 27 ekim 1980 yılında ira
    tutuklularından brendan hughes, tommy mckearney, raymond mccartney, tom mcfeeley, sean mckenna,
    leo green ve inla mahkumlarından john nixon açlık grevine başlamışlardır. açlık grevinin 53. gününde
    mckenna'nın komaya girmesiyle hükümet talepleri kabul etmek zorunda kalmıştır ve açlık grevi
    18 aralık 1980 tarihinde sona ermiştir. taleplerin kabul edildiğini bildirmesine rağmen hükümet
    uygulamaya geçirmemiştir.

    --------------------------------------------------------------------------------------------------------

    (26) falls road : batı belfast'ta bulunan ana cadde.

    --------------------------------------------------------------------------------------------------------

    (90) yeremya'nın kitabı: eski ahitte yeremya peygamberin yazdığına inanılan kitap.

    --------------------------------------------------------------------------------------------------------

    (94 - 95) bellyrobert - ballymonie - kilrea : kuzey irlanda'daya ait köyler.

    --------------------------------------------------------------------------------------------------------

    (104) r.u.c. (royal ulster constabulary): 1922 - 2001 yılları arasında kuzey irlanda'da
    görev yapan polis kuvvetleri.

    --------------------------------------------------------------------------------------------------------

    (160) : isa'yla beraber çarmıha gerilen hırsızın (barrabas) iman ve tövbe ettiği ve isa tarafından
    cennetle müjdelendiğine inanılır. alternatif bir inanışa göre ise de, barrabas'ın (ibranice bar
    rabbi'nden türemiştir.) isa'nın oğlu olduğu ve isa'yla beraber çarmıha gerildiğidir. isa'nın oğlu olması
    sebebiyle de kilise tarafından hırsız damgası yemiştir.

    --------------------------------------------------------------------------------------------------------

    (210) kır koşucusu (cross country) : dayanıklılık üzerine kurulu yarışma şekli. uzun parkurlara sahip,
    doğal şartları barındıran koşullarda yapılan koşu yarışması.

    --------------------------------------------------------------------------------------------------------

    (442 - 449) 1 mart 1981 yılında - politik statünün kaldırılmasının 5. yıldönümünde - başlanan açlık
    grevi sırasında düzenlenen genel seçimler neticesinde bobby sands avam kamarası'na parlamenter olarak
    seçildi. bobby sands'ın seçilmiş bir vekil olarak tutuklu, üstelik de açlık grevinde olması uluslararası
    kamuoyunun dikkatini çekti. yapılan uluslararası baskıya karşılık thatcher hükümeti'nin geri adım
    atmaması neticesinde, bobby sands açlık grevinin 66. gününde öldü. cenazesine 100,000 kişi katıldı.
    sands'ın ölümünden 2 hafta sonra, francis hughes, raymond mccreesh ve patsy o’hara da öldüler.
    bu ölümlerin ardından margaret thatcher bu demeci vermiştir. bu ölümlerin ve demecin ardından sırasıyla
    joe mcdonnell, martin hurson, kevin lynch, kieran doherty, thomas mcelwee ve michael devine de yaşamlarını
    yitirmişlerdir. 3 kasım 1981 yılında son verilen açlık grevinin neticesinde, ingiliz hükümeti politik
    hakları içermeksizin, 5 maddelik talep listesinin tamamını kabul etmiştir.

    --------------------------------------------------------------------------------------------------------

    (460) uda (ulster defence association - ulster savunma birliği) : kuzey irlanda kökenli, birleşik
    irlanda'ya ve cumhuriyetçilere karşı olan paramiliter örgüt. örgüt militanları, ingiliz kuvvetleri
    haricinde ira militanları, cumhuriyetçiler ve protestan sivillere de saldırarak zarar vermişlerdir.
  • ister istemez empati yapip, insani bir sureligine de olsa belfastli gibi hissettiren film.

    --- spoiler ---

    olum orucu kismini anlatan sahnelerden birinde bobby sands kuvette yatmaktadir. iyice zayif ve gucsuz kalmis bedenini kuvetten cikaracakken, nobete yeni giren hasta bakicinin parmaklarinda uda dovmesini gorur ve yardim almaksizin dogrulmaya calisir ve yere yigilir. bu sahne tum olanlari birkac saniyede aciklayiverir. dava adami olmak kolay is degildir en nihayetinde. biz de film bitince bilgisayari kapatip, dislerimizi fircalar, sutumuzu de icip basimizi yastiga koyariz. hadi iyi geceler.

    --- spoiler ---
  • bu topraklarda yaşayıp, bu filmden sıkılmak nasıl bir psikolojinin ürünüdür, nasıl bir estetik algısının, sinema algısının ürünüdür gerçekten merak ediyorum. "anlatılan senin hikayendir" birader ve hayat ne yazık ki hollywood filmlerindeki kadar hızlı akmıyor. o acıları yaşayan insanlar, acının başından bir kare, ortasından bir kare ve sonundan bir kare yaşayıp geçip gitmiyorlar. o acının tamamını, uzun uzun, uzuuuun uzun yaşıyorlar. adam 66 gün açlık grevi yapıp sonunda ölmüş, sen michael fassbender'ın üç dakikalık bir deri bir kemik görüntüsünden sıkıldın, öyle mi? o hissettiğin duygunun "sıkıntı" olduğuna emin misin peki? başka bir rahatsızlığa, mesela sorumluluktan kaynaklı suçluluk duygusuna, kolayına kaçıp "sıkıntı" diyor olabilir misin?

    türkiye'de yaşıyoruz. açlık grevi ilk kez karşılaştığımız bir kavram değil. hatta inanır mısınız tam da bugünlerde 65. gününe giren bir açlık grevi yaşanıyor bu ülkede. açlık grevine giden insanların psikolojilerini, yaptıkları işi nasıl tanımladıklarını, açlık greviyle ne elde etmek istediklerini, bunun karşı taraf tarafından nasıl manipüle edileceğine dair çekinceleri olup olmadığını, açlık grevinin toplumda nelere yol açacağına dair düşüncelerini, korkularını merak etmediniz mi? o uzuuuun sahnede bunların hepsine dair muazzam bir diyalog yok muydu? muazzam diyalog, muazzam (iki) oyunculuk, muazzam bir fotoğraf karesi ve sıkıcı bir sahne öyle mi? allah sizi nasıl biliyorsa öyle yapsın.

    burayı, acaba izlesem mi, diyerek açmış arkadaşım, daha fazla entry okuyarak zaman kaybetme.
  • neredeyse katıldığı tüm festivallerde ödül alan, alamasa da çok beğenilen bir steve mcqueen 'ilk filmi'.

    film, 1981 yılında bobby sands'in açlık grevi esnasında maze hapishanesinde yaşadıklarını anlatıyor. ayrıca yönetmen steve mcqueen'in ilk filmi olmasına rağmen oldukça başarılı bir iş çıkardığı; plan sekansları (17,5 dakikalık konuşma sahnesinin ayrıca bir rekor olduğu söyleniyor), kurgusu ve yönetimiyle baş döndürdüğü gelen haberler arasında. öte yandan wikipedia ise daha ayrıntılı olarak, 17.5 dakikalık sahne için şunları demiş:

    *oyuncular sahneyi çalışmak için bir süre aynı evde kalmışlar.
    *sahneyi, günde 12 ila 15 kez tekrar ederek çalışmışlar.
    *sonuç olarak çok ortaya nefis bir iş ve bir o kadar da zorlayıcı anlar çıkmış. (bunu ben uydurdum)

    gezici festivalde gösterilmiş filmin türkiye'de geniş dağıtımda gösterim şansı bulmasını diliyor ve merakla bekliyoruz.
  • ekşi sözlük yazarlarının sıkıcı bulduğu film. adamlar 15-20 sekansda film çekmişler hatta 17.5 dakikalık tek plan bir sekans var, teknik olarak adamlar aşmış bir iş çıkarmış, bilmiyorsun bari bir şeyler yazma.
  • seksenlerin ingiltere'siyle o dönemde pek benzeştiğimizi gösteren film. onlarda demir leydi ve maze prison, bizde kenan evren ve diyarbakır cezaevi, yerlerde sürünen insanlık onuru.
  • tecriti, tek tip elbise dayatmasını ve işkenceyi bedenlerini ölüme yatırarak yanıtlayan ira militanlarının/savaşçılarının direnişinden kesit sunan filmdir.

    filme konu olan süreçte ingiliz hükümeti ve devletinin konuya yaklaşımını mütemadiyen arka fonda sesi duyulan thatcher'in açlık grevi eylemine dair söylediklerinden öğreniyoruz;
    "...hapishanedeki açlık grevini ölüme dönüştürerek uyguladıkları şiddeti kendilerine yönelttiler..."
    ve bu vesile ile 2000 aralığında "...teröristleri kendi terörizmlerinden kurtaracağız..." diyenleri de hatırlayıp, "rahmetle" anıyoruz.

    --- spoiler ---
    bu arada sands ve katolik rahip arasında geçen diyalog gerçekten sarsıcı. süratle ve peşi sıra, nefes bile almadan konuşan iki kişinin sinir harbine dönüşen diyaloğu, açlık grevi ve ölüm orucu gibi konular konuşulmaya başlayınca ortaya konan neredeyse tüm argümanların masaya yatırıldığı başlı başına bir kısa filme dönüşüyor. ama bir süre sonra siz kendinizi artık konuşulanları dinlerken değil, "bu oyuncular bu replikleri nasıl ezberlemişler?" diye düşünürken, daha doğrusu afallamışken buluyorsunuz. bu da niyetlenenin dışında sands'in konuşmasının zirvesi olan hikayeyi artık dinleyememenize sebep oluyor. bu yüzden filmi bir iki kez geri sarma ihtiyacı da duydum açıkçası...
    --- spoiler ---
  • gezici festival 2008'den iki ödülle dönen özcan alper'in ödül alırken yaptığı konuşmada, "festivalden kazandığım parayı bu filmin türkiye'de gösterime girmesi için harcayacağım" demesini sağlayan çarpıcılıkta, insanı koltuğa çivileyen film.
  • demir leydi ile ira arasında geçen pazarlıklar ve verilen sözlerin tutulmaması üzerine şiddetlenen eylemler ve liderleri boby sands' in önderliğinde başlatılan açlık grevinin akıbetini konu alan, izlemesi oldukça zor, politik hikayesinin yanı sira sanatsal açıdan da etkileyici steve mcqueen filmidir.

    salo o le 120 giornate di sodoma bile zor da olsa izleyebilmiş biri olarak hunger izlerken pek çok sahnede gözlerimi kaçırdım, gerçek olmasının bunda payı vardır mutlaka. yer yer ülkemiz ile de bağdaştırılan noktalar da var aslında ama insan içinde bulunduğu koşullarla empati yaparken objektif olamıyor sanırım ve kişisel olarak da politik duruma mesafeli olmamdan ötürü yorum yapmaktan imtina ediyorum. kısaca bizdeki doğu-batı oralarda kuzey-güney diyerek özetleyebiliriz britanya'daki durumu.

    filmin efsanevi kısmı ise 24 dakika süren, tek mekanda gerçekleşen, boby ile rahip arasında geçen diyalogtur. bir yandan tekrar izleyip bir yandan diyalogu yazayım dedim ama yazmak bile saatlerimi aldı, böyle bir sahnenin çekimi nasıldır kimbilir. sırf bu yüzden bile saygıyı hak eden bir emek olduğu aşikar. izlerken fark etmiyor insan ama okumayacak olsanız bile entirinin sonuna kadar bir göz atıp tüm bu konuşmanın tek plan olduğunu hayal edin, anlayacaksınız ne demek istediğimi.

    özet geç diyecek olursanız da diyalogtaki en son uzun kısmı okuyabilirsiniz, koşudaki karaca hikayesi neredeyse tüm konuşmayı, filmi hatta neredeyse ira'nın tutumunu dahi özetliyor.

    böyle bir inanç ve tutkunun karşısında -yanlış veya doğru- insan hayranlık duyuyor, bu sebeple rahip de yaşanacak diğer ölümlerin iktidarın çok da umrunda olmaması ve bir şeyi değiştirmeyecek olması kaygısı sebebiyle boby'yi yolundan döndürmeye çalışırken sonunda pes ediyor.

    türkçe altyazılısını bulamadım ama yine de bir göz atmak isterseniz o konuşmaya buradan ulaşabilirsiniz.

    filmdeki notları tekrar yazmanın gereği yok zaten başlık altında daha önceden yazılmış, ben yine de şuraya bir yere iliştiriyorum.

    rahiplik kuralı gereği yapılan ön konuşmayı atlayıp sadede geleyim derseniz, cümlelerin uzadığı yerden okumaya başlayabilirsiniz.

    --- spoiler ---

    boby: istediğin zaman oturabilirsin.

    rahip: papazlık kuralları gereği. senin sormanı bekliyor değilim.

    b: ama oturacaksın.

    r: hiç hevesli görünmüyorsun.

    b: kapıda bekleme kısmını atladın.

    r: papazlık okulundaki ilk hafta derslerini çok iyi öğrenmişsin. sigara?

    b: olur.

    r: incil okumaya biraz ara verelim, değil mi? en iyi kitabın hangisi olduğunu çözebilen var mı?

    b: biz sadece yeremya'nın kitabını okumuştuk. berbattı.

    r: (görüşme odasında etrafına bakınır) güzel bir oda. çok temiz.

    b: neredenim demiştin donald?

    r: doğduğum yeri mi soruyorsun?

    b: taşrada mıydın?

    r: en eski köyden.

    b: ballyrobert mı?

    r: ballymonie'nin güneyinde oynardık, kilrea'de.

    b: bir seferinde verdiğin bir vaazı hatırlıyorum.

    r: bak sen şuna.

    b: seni el üstünde tuttuklarına eminim.

    r: iğneli bir laf geldiğini hissediyorum.

    b: çok zekisin.

    r: evet.

    b: hayır, sen saygıdeğer bir insansın. bunu biliyorsun, ama kırlarla ilgili anlattığın hikayeleri severdim.

    r: kaçak avlar, elma bahçesine dalma, inekleri korkutma.

    b:bir rahibe göre iyi bir eğitimmiş.

    r: batı belfast'ta çalışan bir rahip için iyidir.

    b: falls road'da panik yaratmak oldukça işe yarar.

    r: r.u.c. benden nefret ediyor.

    b: özlemiyor musun?

    r: neyi?

    b: kırları.

    r: kardeşimi ziyaret etmek için ayda bir eve gidiyorum, ama yine de özlüyorum, temiz havayı, tarlaları, her şeyi.

    b: bu anlattıkların sana daha uygun.

    r: evet öyle. hiç şüphesiz. belfast gibi büyük bir şehirde kendimi sudan çıkmış balık gibi hissediyorum, ama işim bu, değil mi? yaptığın işin ruhani bir iş olduğunu idrak ettiğin zaman hızlı bir şekilde çevreyi izlemeyi bırakıyorsun.

    b: ruhani iş mi?

    r: ne demek istediğimi anladın.

    b: ben yine de aynı fikirdeyim.

    r: evet, bunu suçlamalarında kullanabilirsin.

    b: devam et.

    r: sanırım söyleyeceklerimi söyledim. sen devam et. kilrea, benim gibi yaşlı bir adamı bekleyebilir.

    b: nasıl olsa belfast'ta kurtarılacak çok serseri var.

    r: evet çok meşgulüm.

    b: tabii tanrı seni cennetle ödüllendirecek.

    r: buna minnettarım, bir kere işin içinde şarap var.

    b: küçük kardeşin eve ne zaman dönüyor?

    r: rahip oldu. sinsi kurnaz bir piçtir. bu tipleri bilirsin bobby.

    b: hala kaçak ava gidiyor mu?

    r: kaçak avcılardan, bu arada benden sekiz yaş küçüktür.

    b: devam et.

    r: papaz olarak kilrea'nın dışında bir papaz evinde çalışıyorum. oraya yerleştik, çok çalışıyorum, yaşlıların evine gidiyorum. gezici günah çıkartıyorum.

    b: güzel işmiş.

    r: evet. her neyse, kilrea'de boş bir pozisyon vardı, bir şeyleri sebep göstererek reddettim. aslında bir neden de yoktu.

    b: yaşlı hanımlardan çok mu kek alıyordun?

    r: öyle sayılırdı, yaklaşık beş sene sonra kilrea'de yine bir pozisyon açılmıştı ve kardeşim michael hemen kabul etti.

    b: siktir.

    r: 28 yaşındayken bir katolik rahibi oldu.

    b: herhalde daha ruhaniydi, senden daha fazla göze batmıştır.

    r: psikoposu etkiledi. golf oynar. küçük aceleci aptalın tekidir.

    b: sen de fena sayılmazsın.

    r: hayır, ben böyle olamadım.

    b: henüz 28'inde katolik rahibi olmak mı? inanılmaz.

    r: eskiden araba çalardı. çok büyük bir evi var. hizmetçisi, aşçısı var. bense sürekli olarak iskoç futbolundan bahseden şişman kerry ile iki göz odaya sıkışmış durumdayım. bundan bahsetmeyi bırakabilir miyiz?

    b: tanrım, konuşup duran sensin.

    r: sigarayla aran nasıl?

    b: gayet güzel.

    r: berbat bir alışkanlık. iğrenç.

    b: çok kötü, yine de keyifli.

    r: evet, tanrıya şükür.

    b: 28 demek. aman tanrım.

    r: boş versene. gözüne ne oldu bobby? vurdular mı?

    b: fikir ayrılığına düştük.

    r: diğer eleman ne alemde?

    b: daha beter durumda, gerçekten.

    r: pekala, beni buraya niye çağırdın?

    b: ne yani eğlenceli sohbetimiz bitti mi?

    r: rahiplik kuralı, önce küçük bir sohbet ile başlarız.

    b: rahipliğe kabul edilmemiştim don.

    r: senden iyi bir rahip olurdu.

    b: öyle mi?

    r: iyi bir hatipsin, prensip sahibisin, öncüsün.

    b: politik bir teröristim.

    r: kilise tövbekar suçluları sever.

    b: evet. isa'nın yanındaki şu hırsızın hep kolayca atlattığını düşünmüşümdür.

    r: ama günahlarını itiraf etmişti.

    b: öyle miydi?

    r: evet, tamamını.

    b: sen çarmıha gerilmiş olsaydın hiçbir şey söylemezdin. isa o'na cennet denilen yerde, babasının yanında bir yer teklif etti. ellerini kaldırıp senden bir parça alacağını biliyor musun?

    r: evet, çarmıha gerilmiş olsa bile.

    b: yüce tanrım, bu küfre girer.

    r: küfür mü?

    b: evet.

    r: hayır, hayır. aşağılık bir hırsızdı. peki bana ne anlatmak istiyorsun? kafandaki nedir? hükümet hala seni delirtemedi mi?

    b: şu pazarlık görüşmeleri vardı ya. sadece göstermelikti, boşu boşunaydı.

    r: ama neden buna ihtiyaç duyduğunu biliyorsun.

    b: çünkü artık başarılı propaganda yapamıyoruz.

    r: kime göre? önderlere göre mi?

    b: zamanı geldi, artık karar verilmeli.

    r: sence önderliğin düşündüğü şey bu mudur?

    b: belki, bilmiyorum.

    r: burada paranoyaklaşıyorsun bobby.

    b: geçen ekim ayında 10.000 kişi açlık grevine destek amacıyla yürüyüş yapmıştı, değil mi?

    r: evet.

    b: ingiltere'ye uluslararası baskı yapılmıştı.

    r: zamanı var.

    b: papa'nın bile söyleyecekleri vardı. olaya karışmıştı. tüm dünya haklarımızı geri alabilmemiz için margaret thatcher'ı sözünden döndürmeye çalıştı. ama hiçbir işe yaramadı değil mi?

    r: evet.

    b: açlık grevi başarısız oldu. hepimiz cephedeyiz. protestoyu biz yarattık. bu bizim sorumluluğumuz. liderlik benim için çok açık don. " yıkanmama protestosu dört buçuk yıldır devam ediyor, her ne kadar dikkat çekmiş olsa da cumhuriyetçiler bunu yayamadılar, üstelik organizasyonun büyüyüp genişlemesi sayesindeydi.

    r: çünkü ihtiyaçlarınız çok spesifik.

    b: tabii ki öyleler. batı belfast'ta üç çocuk büyütmeye çalışan bir kadın sivil kıyafet mi, verdikleri soytarı kıyafetini mi giyeceğimizi umursamamalı değil mi?

    r: anladım.

    b: tanrı'ya karşı dürüst ol don. kıyafetlerimizi giyebileceğimize söz vermişlerdi. sahtekarlık yapıyorlar.

    r: yani önderliği artık dinlemiyor musun?

    b: ideal dünyada mücadelemizi serbestçe yürütebilirdik ama elimiz kolumuz bağlı. burada hiçbir şey değişmiyor, hiçbir şey olmuyor. politik statü konusunda gerçekçi bir ilerleme kaydedilmediği müddetçe liderlik burada bizimle sıkışıp kalacak, acı ama gerçek. eğer masanın üzerine bir koz koyamazsam sence bu yalancı, dönek maymunlar benimle pazarlık yaparlar mı? saçmalama. hükümet binasına yürüyüp, oradaki kibirli piçle manasız, aptalca bir diyaloğa girecek değilim.

    r: senin sıkı bir hayranın.

    b: kafası iki parmak kalınlığında don. moronun teki. onu başkan yaptıklarına inanabiliyor musun? bu tüm insanlığa hakarettir.

    r: hala bu enerjiyi nereden buluyorsun?

    b: çocukken kır koşucusuydum.

    r: tahmin etmeliydim, kuvvetli bir motorun var. kır koşucusu. hakkında pek çok şeyi açıklıyor bobby.

    b: bana mı anlatıyorsun? bütün ülke hakkımda böyle düşünüyor. tanrım, bitiş çizgisini geçtiğim zaman beni tutmasalardı koşmaya devam edecektim. aramızda şehirden beri gelen bir kavga vardı. ınekleri filan korkuturduk. güzel zamanlardı.

    r: sığırları mı korkuturdun?

    b: çok korkardım, süt ve hamburger veren canavarlardı. bir daha dünyaya geldiğimde kırsal bölgede doğacağım, garanti ediyorum. doğal hayat, kuşlar. cennette yaşıyor olacağım.

    r: evet, dinlenmeyi de öğrenmen lazım.

    b: evet. bilemem, olabilir. daha önce hiç denemedim. açlık grevine mart'ın başında başlamıştım. bu yüzden buradasın. bu yüzden seninle konuşuyorum.

    r: evet, haklısın. ailenden bilen var mı?

    b: bazılarına söyledim, evet.

    r: hepsiyle konuştun mu?

    b: iki hafta sonra gelecekler, o zaman konuşacağım.

    r: sence bunu nasıl karşılayacaklar?

    b: sence nasıl karşılarlar don?

    r: peki ya oğlun?

    b: (bir sigara yakar, cevap vemez)

    r: geçen seferden bu yana ne değişti?

    b: geçen sefer grev nispeten zayıf geçmişti. duygusal davrandık. 7 kişi aynı anda greve başlamıştı. hepsi zayıf düştü ve en zayıfın ölmesine göz yummadılar, böyle hassaslaşmamızı da ingilizler kullandılar, bizi kandırdılar. işte bu hale düştük. kandırıldık. bu sefer greve ikişer hafta ara ile başlanacak, ölen birisi olduğunda yerine başkası geçecek. adam sıkıntımız yok. yetmiş beş kişi gönüllü oldu.

    r: tanrı aşkına.

    b: bugün ilan edilecek.

    r: peki bu protestoyu farklı kılan ne, ölmeyi kabullenmiş olman mı bobby?

    b: böyle sonuçlansa da kabul ederim.

    r: sana inanılan yerde açlık grevine başlıyorsun. sen zaten ölmeye karar vermişsin yoksa yanılıyor muyum?

    b: bu onların elinde. mesajımız çok açık. ne kadar kararlı olduğumuzu görecekler.

    r: ölümlere göz yumacaksın, belki beş altı kişi ölecek ama daha yetmiş beş kişi var, öyle mi?

    b: evet. umarım bu noktaya gelmez.

    r: pekala. belki ingilizler 20 kişinin ölümünden sonra pes ederler. ama neden umrunda olsun ki, ne de olsa ölmüş olacaksın, değil mi?

    (sessizlik)

    r: bu çocukları nasıl bir işe bulaştırdığının farkında mısın? beni bir kenara bırak, bu fakir çocukların ailelerine ne olacak? mecburen, bu sarsılmaz cumhuriyetçilikten tiksinen ingiliz hükümetine yaklaşmak zorunda kalacaklar. terörist dedikleri adamların ölümleri onları çok rahatsız etmez. üstelik bu kez bahisler çok yüksek.

    b: biliyorum.

    r: ve eğer pazarlık yapmayı bile istemiyorsan senin beklentin silah bırakmaları. doğru mu?

    b: evet.

    r: yani kaybetmeniz durumunda birçok kişi ölecek, aileler parçalanacak ve bütün cumhuriyetçi hareketin cesareti kırılacak.

    b: evet, en kötü ihtimalle bu şekilde sonlanır ama kısa vadede, garanti ediyorum...

    r: yapma artık.

    b: bizim küllerimizden yeni bir erkek ve kadın nesli doğacaktır, hatta daha azimli, daha kararlı.

    r: kimle konuştuğuna dikkat et.

    b: bir savaş sürüyor. senin anlayacağını sanıyordum. yabancı gibi davranıyorsun.

    r: benimle bir yabancıymışım gibi mi konuşuyorsun? sence kuzey irlanda'yı bilmiyor muyum? ben burada yaşıyorum.

    b: öyleyse bizi destekle.

    r: ilk açlık grevinini desteklemiştim, ama temelinde o bir protestoydu. önceden ölümün kabullenildiği, pazarlık için inat edilen ve thatcher'ın tamamen teslimiyetini hedefleyen bir grev değildi. saçmalık bu bobby. zararlı bu.

    b: son dört yılda ne burada neler oldu? vahşet, aşağılanma. temel haklarımız ellerimizen alındı. bunlara bir son verilmeli.

    r: doğru söylüyorsun.

    b: peki öyleyse? tekliflerini kabul ettik ve verdikleri üniformaları giydik çünkü dört yıldır hiçbir talep gelmemişti. buna devam edebiliriz don, veya bir ordu gibi davranırız ve yoldaşlarımız için hayatımızı feda ederiz.

    r: pazarlıklara geri dönülebileceğine dair icinde ufak bir ümit kırıntısı dahi yok mu?

    b: böyle bir şey olmayacak.

    r: hepsini bir tarafa bırakalım. burada kendini öldürmeye çalıştığını biliyorum.

    b: yaptığım işin erdemini veya intihar olup olmadığını tartışmak istemiyorsun. onlar intihar diyorlar. ben cinayet diyorum. ve bu sadece aramızdaki ufak farklardan birisi. ıkimiz de katoliğiz, ikimiz de cumhuriyetçiyiz. sen güzelim kilrea'de som balığı kızartırken biz rathcoole'de yakılan evlerimizi söndürüyorduk.

    r: doğru.

    b: benzerlikler olabilir don ama hayatlarımız ve deneyimlerimiz farklı noktalarda toplanıyor. beni anlıyor musun?

    r: anlıyorum.

    b: inançlarım var ve her ne kadar basit olsalar da çok kuvvetliler.

    r: ölerek ne anlatmak istiyorsun? ıngilizlerin küstahlığını mı göstereceksin? öyleyse siktir et, bütün dünya ingilizleri biliyor.

    b: güzel.

    r: güzel ama sana bir yararı yok. ingilizler yüzyıllardır her şeyin içine ediyorlar.

    b: nefretini hissedebiliyorum don.

    r: şehit olmaya mı çalışıyorsun?

    b: hayır.

    r: emin misin?

    b: evet.

    r: çünkü wolftone, mcconnely, mike sweeney tüm bu adamları övdüğünü işittim. ısminin tarih kitaplarında yazdığını düşünmeni istemem.

    b: sence bu umrumda mı?

    r: umrunda olduğunu biliyorum.

    b: hayır, yanılıyorsun.

    r: asker olduğunuzu söylüyorsun, hepsi özgürlük için diyorsun ama hayatına bir minnettarlığın yok bobby. artık hayatın nasıl bir şey olduğunu bilmiyorsun. dört yıldır bu şartlarda yaşıyorsun, kimse senden normal olmanı beklemiyor. sen normal değilsin. şu anda cumhuriyetçi hareket kendi köşesine çekilmekten bahsediyor. ira da o köşeye dikilmiş etrafa bakıyor. artık hepsi tarih oldu. onlarca kadın ve erkek öldü. sense hala bir şey söylemiyorsun. eğer cevabın herkesin ölmesi ise gözlerin kör olmuş demektir ve bunu durdurmaktan korkuyorsun. yaşamaktan korkuyorsun, barışı konuşmaktan korkuyorsun bu iş boka dönmeyecekti de ne olacaktı? ve buradaki durumda cumhuriyetçi hareketin geleceği, gerçeklik hissini yitirmiş senin ve adamlarının ellerinde. sence düzgün düşünebiliyor musun? 24 saat burada kilitli halde işeyip sıçıyorsun ve kaç kişinin öleceği hakkında kararlar veriyorsun! bobby sands'in bir heykelini dikin. benimle dalga geçiyorsun! özgürlük savaşçısı mısın? dışarıda toplum için çalışan kadın ve erkekler var bir zamanlar sen de bunun bir parçasıydın. yanılıyor muyum? twin brook'taki tüm o işler. sana ihtiyaç duyduğumuz yer orası bobby. haklı olduğumu biliyorsun. yanılıyor muyum?

    b: cevap mı bekliyorsun?

    r: yenildin bobby. onların dağıttığı elle oynuyorsun.

    b: strateji bu.

    r: öyle ise yapmayın, sadece "durun" de.

    b: hiçbir şey anlamıyorsun.

    r: buna karar verecek durumda değilsin.

    b: başladı artık. durmayacak.

    r: öyleyse siktir et. yaşam sana bir şey ifade etmiyor.

    b: tanrı beni cezalandıracak mı?

    r: intihar yüzünden olmasa bile aptallığın yüzünden cezalandırılmalısın.

    b: evet. sen de kibirden cezalandırılmalısın, çünkü benim yaşamım "gerçek" bir yaşam, teolojik bir egzersiz değil, tüm hayatı mahveden dini bir aldatmaca değil. isa mesih'in metaneti vardı ama o zamanki ve şimdiki müritlerine bak. hitabet sanatının altını üstüne getirip, anlam biliminde takılıyorsun. devrimcilere ihtiyacın var. hayata nabız verecek, hayata yol gösterecek kültürel politik askerlere ihtiyacın var.

    r: saçmalıyorsun. kendini avutuyorsun.

    b: peki öyle olsun.

    r: evet. peki oğlun ne söyleyecek?

    b: siktir git.

    r: bu seni ilgilendirmiyor mu?

    b: bana duygusallıkla mı saldıracaksın? tam bir rahipsin.

    r: kalbin ne söylüyor bobby?

    b: bunu bildiğini sanıyordum peder.

    r: ne söylüyor? söylesene.

    b: hayatım benim her şeyim. özgürlük benim her şeyim. alay etmeye çalışmadığını biliyorum bu yüzden her şeyin gelip geçmesine göz yumuyorum. ara vermemiz gereken anlardan birisine geldik. inançlarımızı saf tutmamız gereken bir andayız. birleşik irlanda'nın bir gerçek olduğuna inanıyorum. belki senin gibi birisinin bunu anlaması imkansızdır, ama hayatıma saygı duyuyorum özgürlüğü arzuluyorum, bu davaya sarsılmaz bir sevgi duyuyorum. süphe duyacak olursam defediyorum. hayatımı tehlikeye atmam yapabileceğim tek şey değil don. doğru olan bu.

    r: beni bu yüzden mi çağırdın? kendine çığırtkan mı arıyorsun? yaptığından yüzde yüz emin değil misin? kendini de dahil ediyorsundur belki.

    b: evet. ben sadece insanım.

    r: bunu gayet açık anladım.

    b: sen bir rehbersin don. senin işin ruhlarla. (sigaraya uzanır bir tane yakar) hala küçük donegal'da mı yaşıyorsun?

    r: evet.

    b: 12 yaşımdayken oraya gitmiştim. oğlanlar için büyük kır koşusu yarışı vardı. bir sabah minibüse doluşup derry'e doğru yola çıkmıştık. çok büyük bir andı. bizim için uluslararası atletizm yarışması gibiydi çünkü güneyli çocuklara karşı yarışıyorduk ve belfast'ın onuru için bunu yapmalıydık. çocuklardan bir kaçı protestandı, geri kalan hepimiz katoliktik. karma bir müsabakaydı sanırım güneydeki insanlar iyi insanlar bunun muhteşem olduğunu düşünüyorlardı. bizim belfast'tan gelen küçük takımımızsa vatanseverlik taslıyordu. her neyse, sınırı geçtik. çocuklar pop şarkıları söylüyorlardı ben de arkada oturmuş dışarıyı seyrediyordum. dağlardan geçiyorduk, errigal dağı'nın yerini biliyorsun, değil mi? muhteşem bir manzaraydı don. yemin ederim donegal, irlanda'daki en güzel yerdir.

    r: evet.

    b: her neyse, gwidor'a vardığımızda, nasıl bir yerdi ama, 200 tane çocuk vardı, kıyafetlerini giyinip ısınıyorlardı. organizasyonu hristiyan kardeşler düzenliyordu ve orada düzeni sağlayabilmek için, çocukların kulaklarının arkasına vururlardı. bacaklarımızı esnetmek için tskım halinde küçük bir koşuya çıktık. çevremizde arpa tarlaları vardı. ve aşağıya doğru uzanan bir orman ve akarsu bulduk. orman ve akarsu sınırımızın dışındaydı ama doğal olarak belfastlı çocuklar olarak gidip bakmamız gerekiyordu. çevremizdeki akarsu ve orman bize amazon gibi geliyordu ve cork'tan bazı gençlerle karşılaşmıştık. bazılarının aksanları daha iyiydi ama zar zor konuşuyorlardı, ne söylediklerini anlamıyorduk. bizimle dalga geçtiklerini anlamışsındır. bizi küçumsediklerini hissedebiliyordum. koşuyorduk ve aklımıza akarsuya inip balık olup olmadığına bakmak geldi. biz de nehre gittik don, suyun derinliği 15 cm kadardı. suda gümüşçünlerden başka bir şey yoktu, çocuklardan birisi daha aşağıya inmeyi teklif etti. suyun içinde bir karaca yavrusu yatıyordu dört beş günlüktü. bir deri bir kemikti. gri renkliydi. keskin kayalara çarptığı için derisi kan lekeleriyle doluydu. yanında ayaktaydık ve arka bacaklarının titrediğini görebiliyorduk. nefes alıyordu, hayattaydı ama ölmek üzereydi. kendilerini lider zanneden çocuklar, büyük büyük konuşmaya başladılar ne yapmamız gerektiğini tartıştılar. birisi kafasını taşla ezelim dedi bense yüzlerine bakıyordum ve yüzlerinde görünen tek şey korku ve şaşkınlıktı, kimse cesaret edemiyordu. karacaysa yerde acılar içinde yatıyordu. tüm bu gevezelik hiçbir işe yaramıyordu. sonra papazlardan birisi bizi ve karacayı gördü, bize yerimizden kımıldamamızı yoksa cezalamdıracağını söyledi. çok ciddi cezalandırılacaktık. bir grup erkek çocuğu, bir yavruya acı çektiriyorsa mutlaka cezalandırılır. bir grup belfastlı çocuğun başınaysa bundan fazlası gelir. benim içinse o an çok belirgindi dizlerimin üstüne çöktüm, yavrunun kafasını aldım ve suyun altına bastırdım. ilk başta mücadele etti, ben de gücü tükenene kadar daha sıkı bastırdım. o sırada papaz geldi don. beni saçlarımdan tutup ağaçların arasına götürdü ve sağlam bir dayak attı. ama o yavru için yapılması gereken şeyi yaptığımı biliyordum ve diğer çocuklar adına da cezayı yüklenebilirdim. büyük çocukların saygısını kazanmıştım, bunu biliyordum. sebeplerin farkındayım don, olabileceklerin farkındayım. ama harekete geçeceğim, hiçbir şey yapmadan beklemeyeceğim.

    (sessizlik)

    b: istiyorsan bırakabilirsin. benden aziz jhon'a mektup yazmamı istemeyeceksin değil mi?

    r: bunu vicdanım kaldırmaz, hayır. seni bir daha görebileceğimi sanmıyorum bobby.

    b: gerek de yok zaten don.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap