• gereksizdir çünkü demokrasi halkın çoğunluğu ne isterse onu yapmaktır. e onun için hukuka gerek yok halkı kendi haline bıraksan zaten çoğunluğun istediği olacak. sorun yok yani. sal gitsin. hukuku da sıktiret. aslında düşününce demokrasiye de gerek yok lan. zaten çoğunluk? obaaa!
  • sokak lambası gibi olmalıdır. yani sabit ve en ufak bir hava kararmasında devreye giren cinsten.

    ama eğer siz hukuku el fenerine çevirirseniz fener kimin elindeyse karşısındakinin gözüne tutar ve kendi işine geleni aydınlatır. bu sırada karanlıkta kalan noktalarda işlenen cinayetlerin haddi hesabı olmaz ve ne zaman fener sahibi uygun görürse o zaman aydınlanır o cinayetler. işte hukuğun bağımsızlığı ilkesi bu yüzden vardır, bir fener gibi göz kamaştırmaktansa kendi halinde bir lamba gibi her yeri eşit şekilde aydınlatmak için.

    26 aralık 2013 günü türkiye el feneri peşinde koşan iki farklı cephenin karanlığı altındadır.
    ne bu millet bu karanlığı hakkeder, ne de o karanlığı kendine reva göreni cezasız bırakır.
    ceza elbet kesilecektir, hukuku el feneri yapan tüm karanlık ellere.
    tartı vicdan, ölçü akıl olsun yeter.
  • geçtiğimiz 2 yıl içinde, 5-6 defa rusya'ya gittim, toplamda 3 ay kadar bulundum. ilginçtir, belki de değildir, hukuksuzluğun, havadaki oksijen azlığı gibi, her nefes alış verişte hissedilebilen bir şey olduğunu keşfediyorsunuz. o kadarlık bir süre içinde bile, rüşvetin, kamu kurumlarındaki ve personelindeki yozlaşmanın ne kadar yaygın olduğunu, işlerin ne kadar ahbap çavuş ilişkileriyle yürüdüğünü, insanların da bunu nasıl gayet kanıksadığını, sanki başka türlü bir hayatın varlığını hayal dahi edemez hale geldiğini gözlemlemek fırsatım oldu. gözümün önünde, bindiğim taksiyi durduran polis, kaçak statüdeki özbek şoförden üç beş bin ruble alıp serbest bıraktı mesela. şoförle sohbet ederken öğrendim, bunun gayet rutin bir uygulama olduğunu. özellikle moskova'daki, çoğunlukla türki cumhuriyetlerden gelip kaçak çalışan yoğun nüfus, polisin en büyük ek gelir kaynağı haline gelmiş, kafalarına göre bol bol kontrol yapıp, kaçak bulduklarını öpüp bırakıyorlar. neredeyse bir standart oluşmuş, her iş için rayiç bir rüşvet var, sınırdışı edilmemek için de bedeli neyse ödüyorsun, hayatına devam ediyorsun.

    evet, hukukun varlığı veya yokluğu, gerçekten de teneffüs edilebilen bir şey. herhangi bir kamusal mekanda, mesela bir kafede otururken, güncel siyasi bir mevzu açtığınız zaman, mesela ukrayna savaşı hakkında insanların fikirlerini sorduğunuz zaman, bırak rahat rahat düşündüklerini söylemeyi, insanların akıllarından geçenlerden bile korktuklarını okuyabiliyorsun yüzlerinden. o korku bir süre sonra senin de içine sinmeye başlıyor, burada başıma bir iş gelse, biriyle uyuşmazlık yaşasam, karakolluk filan olsam, acaba ne olur diye düşünüyorsun ister istemez.

    şimdi de bir süredir abd'deyim. soluduğun havada, attığın her adımda, girip çıktığın her yerde, herhangi bir kamusal alanda, işinin düştüğü herhangi bir kamu kurumunda, hissettiğin bir şey var, tanımlaması zor. ama net bir şekilde hissediyorsun, bir şey var burada, rusya'da olmayan bir şey. eminim, her iki ülkede birkaç haftalığına bile olsa bulunmayı deneyimleyen herkesin hissedebileceği bir şey bu.

    bir poker masasında, insanların yüzlerine bakıyorum. daha yeni oturmuşuz masaya, kimse birbirini tanımıyor. ve hiç tanımadığı insanların arasında otururken, rastgele havadan sudan muhabbet ederken, beş dakikada herkesin nasıl kaynaştığını görüyorsun; daldan dala mevzulara atlarken devlet başkanı hakkında gayet aşağılayarak, dalga geçerek konuşabilmenin rahatlığını izliyorsun herkesin üzerinde. insanlar soludukları havadaki hukuk standardına alışmış, içselleştirmişler. hepsinde farklı bir özgüven var, maddiyattan, yaptıkları işten, toplumsal statülerinden bağımsız olarak. 7 yaşındaki çocuktan, 70 yaşındaki kadına kadar herkeste gözlemleyebiliyorsun bu özgüveni. ve her geçen gün daha çok idrak ediyorsun: hukuk dediğin şey, insan haysiyetinin teminatıdır.

    türkiye'nin bugün yaşadığı şey, bir medeniyet çatışması. son 200 yıldır olup bitenin adı, sıradan, klasik bir doğu despotizmi olmaktan çıkıp çıkmama mücadelesi. serbest bırakılan insan aklının, mantığının, özgürlüğünün ve haysiyetinin kaçınılmaz bir şekilde yönelmesi gereken yerin batı hukuku olduğunu, her şeye rağmen insanlığın kolektif bilincinin bin yıllara yayılan deneyiminin ürettiği en ileri hukukun batıda olduğunu belli belirsiz idrak edebilen ufak bir elit azınlık ile; yüzyıllardır yaşadığı bataklığın kokusunu miski amber bellemiş, çıkmaya korkan çoğunlukların çatışması. "amanın bizim kimliğimizi, medeniyetimizi, kültürümüzü siliyorlar" diye feveran edip, insanın devlet otoritesi karşısında hiçleştiği, kadının erkeğin ihtiyaçlarını gidermekle ve çocuk yapıp büyütmekle mükellef bir varlık muamelesi gördüğü, doya doya özgürce sevişme arzunu öte dünyaya havale edip burada kendini bastıra bastıra perde arkasına itilen türlü çeşit istismar ve tahakküm ilişkisini ürettiğin bir bataklığı kimlik diye, kültür diye, medeniyet diye bellemenin ne kadar ahmakça olduğunu hissedebilenler ile; herhangi özgür bir hisse karşı bağışıklık geliştiren kitlelerin çatışması.

    evet, bunun da adını koymak gerekiyor artık, batı medeniyeti, doğu medeniyeti diye bir şey yok. batı medeniyeti dediğimiz şey, insan topluluklarına yeteri kadar özgürlük ve refah sağlandığı zaman kaçınılmaz bir şekilde ortaya çıkacak olan şeyin adıdır. insan aklı, toplumsal organizasyonu birbirini dengeleyerek denetleyen eşit güçlerin uzlaşması üzerine, hurafelerden mümkün mertebe arınarak, eleştirel düşünce ve ifade özgürlüğü ile inşa ettiği zaman, devlet otoritesi mümkün mertebe keyfilikten uzaklaştırılıp, vergileriyle ayakta durduğu vatandaşlara karşı daha şeffaf ve hesap verebilen, daha öngörülebilir ve denetlenebilir bir yapıya dönüştürüldüğü zaman ortaya çıkan şeyin adıdır batı medeniyeti. hayal edilebilecek en ideal sistem değil asla, tonla eksiği gediği eleştirilebilir, tarihindeki türlü çeşit karanlık yön sonsuza kadar deşilebilir, ama şimdiye kadar insanlığın üretebildiği en ileri hukuk bu, aksini tartışmaya açmaya dahi lüzum yok, iki kere iki dört.

    ve türkiye olarak, bulunduğumuz coğrafyada, komşularımız arasında, bu medeniyet çatışmasının en sıcak yaşandığı, her şeye rağmen batı hukukuna en çok yaklaşmaya cesaret edebilen toplumuz. bu cüreti ne kadar bilinçli gösterdiğimiz de meçhul, belki daha çok pragmatik bir güdüyle, ama daha insanca bir yaşamın nasıl mümkün olabileceğine dair belli belirsiz bir hisle, bir yaklaşıp bir uzaklaşıyoruz. her şeye rağmen hala bir rusya değiliz, insan bunu fark edince de her zaman şükredebilecek bir şeyler bulabildiğine şaşırıyor. aramızdaki farkı yaratan şey de benim gözlerime bariz görünüyor: batı etkisine daha fazla maruz kalmışız. bunu hem hukukta, hem sosyolojik olarak pek çok açıdan gözlemlemek mümkün. kadın erkek eşitliği açısından bile kısa sürede fark edilebiliyor; aramızda islam gibi ciddi bir fark da olmasına rağmen, rusya ataerkil bir kültüre sahip olmak bakımından kesinlikle türkiye'den aşağı görünmüyor, bu da bir başka ilginç konu.

    velhasıl, türkiye olarak önümüzde iki seçenek var, üçüncü bir yol yok. "bağımsızlık" diye diye, türkiye'yi son 300 yıldır en çok savaştığı, en çok belasını çektiği ülke olan rusya'nın güdümüne sokmaya çalışan ve bunu güya atatürk adına, türkçülük adına yaptığını iddia eden bir rezillik sayesinde artık ciddi bir yol ayrımındayız. (bkz: batı düşmanlığı/@maarri)

    milliyetçilik eğer gerçekten milletini sevmekse, otorite karşısında köpekleşen, aklından geçen muhalif düşüncelerden bile korkan bir millet değil; haysiyet sahibi bir millet ister. ifade özgürlüğünü içselleştirmiş, korkmadan çekinmeden düşüncelerini ifade edebilme lüksüne sahip, öngörülebilir bir hukuk devletinde yaşayan, "hukuk güvenliği" kavramını bilmese bile doya doya teneffüs eden, çocukların ve kadınların hayata özgüvenle bakabildiği bir toplum ister.

    gerisine, "selefi atatürkçülük" başlığından devam edeceğim.
  • ömür törpüsü.

    haziranda gireceğim doktora yeterlik için ders çalışıyorum. şu sıralar borçlar geneldeyim.

    ya biz bu okulu nasıl olmuş da bitirmişiz yemin ederim aklım almıyor.

    abi her şeyin yüz bin tane ihtimali ve bu ihtimallerin her birine bağlanan yüz biner ayrı sonuç var allah belanızı versin işiniz gücünüz yok mu sizi ya. işte bunlar hep almanlık, tam almanlık, başka hiçbir şey değil fakat almanlık.

    özel hukukun anadili elbette almanca olacaktı, nolacaktı "allah de gerisini bırak" diyen ortadoğu'dan mı çıkacaktı bu özel hukuk?

    mesela bak temsil ve vekalet arasında hukuken fark var. ve bu farkı görebilmen lazım. üşenmezsen sana özetleyeyim:

    diyelim ki birinin sana bir şey almasını istiyorsun. sevgiline dedin ki "tatlım gelirken bana bir kahve alıp gelir misin." işte o öyle olmuyor.

    1.
    - gelirken bana bir kahve alır mısın?
    - tamam gelirken sana bir kahve alacağım.

    bak bu hem temsil hem vekalet. çünkü o kahveyi sevgiline "vekaleten" alıyorsun. ayrıca onun adına ve hesabına almaya da yetkili kılınmış oluyorsun. ama kahveyi verirken parasını alma tabi ayıp.

    2.
    - gelirken yolunun üstünde varsa bana bir kahve alır mısın?
    - tamam bakarım.

    burada bir taahhüt yok. yani yetkin var, ama sözün yok. o yüzden temsil var ama vekalet yok.

    3.
    - gelirken bana kahve alır mısın, ama bana aldığını söyleme, geçen çok pis kavga ettik orasıyla, içine tükürmesinler.
    - dfhgshfhs taam alırım ve söylemem.

    burada yine söz veriyor ve kahve alıyorsun, ama bu kez "temsilci" olarak değil. kendine gibi alıp, sonradan getirip sevgiline veriyorsun. yani işlem aslında kendi adına yapılmış oluyor. yani bu kez de vekalet var ama temsil yok.

    lan nasıl manyaklarsınız nasıl hasta ruhlularsınız siz ya.

    yemin ederim deli işi bu ya.

    ama şimdi kolunu sallasan hukuk mezununa çarpıyor, hadi bakalım bu ayrımı kim yapar kim yapmaz, hangi hoca nerede ne anlatır ne anlatmaz, arasından seç.
  • "hukuk, o görkemli eşitçiliğiyle, köprü altında yatmayı, dilenmeyi ve ekmek çalmayı yoksula da zengine de yasaklar!" -anatole france
  • daha önce üniversite sınavında neden matematik bilgisi istendiğini bir türlü anlayamadığım bilim dalı. sonra lisansı bir mühendislikte, yüksek lisansı da hukuk alanına yakın bir bölümde yapınca anladım ki:

    hukuk=matematik(hadi denk diyelim.)

    matematik bilimi ile o kadar benzer yanları var ki, üzerinde çalışmak çok keyifli. matematikteki temel kurallar hukukta da benzer şekilde, mesela hukukta da belirli aksiyomlar üzerinden doğrulara ulaşmaya çalışıyorsun, o aksiyomdan başka aksiyomlar üretiyorsun, önüne problemler sunuluyor, o problemleri bu aksiyomlar üzerinden çözmeye çalışıyorsun.

    sonuç olarak diyebilirim hukuk bir matematiğin rakamsız, sembolsüz sözel yorumu.
  • adalete yonelmi$ toplumsal ya$am duzeni .
  • "asgari ahlâktır"
  • "merhaba güzin abla, 20 yaşında daha hayatının baharında bir genç kızım. benim şu anda iki ilişkim var. biri çok saf ve temiz kalpli, diğeri hukuk okuyor."

    kaynak : radikal özlü sözler #-400
  • arapcada haklar butunu. ismin halleri uygulandigi zaman yaziliminda yanlislar yapilan bir kelime.
    ornegin: "hukugun ustunlugu" degil "hukukun ustunlugu" diye yazilmasi gerekir, afiyet olsun.
hesabın var mı? giriş yap