• küçükken sakız neyin çalarak başladığım bu olaya sabun çalarak noktayı koydum.

    anamur'da kamptayız yine. yüzdük, duş alıp, yemeğe gideceğiz. tuvaletlerde duş almak için yer var, orada da sabunlar var. koca koca, kullanılmamış hacı şakirler. 5-6 tane duruyo pencerenin önünde. küçük olduğumuzdan üçümüz girdik, manyaklar gibi suyun altında eğlenip, götümüzü, başımızı arındırıyoruz kumlardan. yukarıda o sabunları görüp, ''alalım mı lan sabunları'' diye bir şey attım ortaya. nasıl heyecanlıyız. sabunu alıp, çadırlarda ne yapacaksak, onu da bilmiyoz. amaç oradan sabun yürütmek. yanımızda da poşet neyin yok tabi. lan dedim şortlarımıza koyalım. yanaşmadılar başta. ısrar edince anlaştık. altımızda da slip mayo var ama şort gibi. sikin taşaan görünüyo. o yaşta öyle giydirirlerdi lan bizleri.

    neyse, soktuk sabunu donumuza, direkt fırlayacağız çadıra, sabunları koyacağız. daha yeni duştan çıktığımız için, anam bizim götümüz bi köpürdü, bi köpürdü. koştukça götümüzde baloncuklar oluşuyo. hem fildir fildir koşuyoz hem de gülüp, sabunun düşmemesi için götümüzü başımızı tutuyoz. karşıdan da babalarımız karşıladı amına koyiim. babam beni öyle görünce önce bi afalladı. sonra durumu farkedince engellemek için harekete geçti. yakalayıp geri gönderecek. yakaladı beni bi güzel. hem gülüyo hem de vuruyo. siktir git lan deyip gönderdi yeniden duşa. çevredekilerin şaşkın bakışları ve gülüşmeleriyle hırsızlığım burada son buldu..
  • geçen hafta annem küçük bi operasyon geçirdiği için bi gece hastanede kaldık. evin dışında bir yerde kalmak, kafa dinlemek demek bana göre. bu sebeple ben; tam da bana yakışır bi şekilde laptop, tablet, bi iki kitap, termos, su ısıtıcısı, diş fırçası ve deodorant aldım. bi ara chemex mı alayım yoksa frenchpress mi diye düşünürken çantamın kapasitesini zorlamamaya karar verdim. kahvesizlik vurursa babamdan isterim birini diye düşündüm.

    annem akıllı kadın. bana güvenmemesi gerektiğini biliyor. saolsun hem hasta hem de refakatçı için gereken ne varsa getirmiş yanında. bundan gayri bana düşen: ailemden hiç kimsenin benim hastabakıcılığıma muhtaç olmayacak kadar sağlıklı olmaları için ömrümün sonuna kadar dua etmek.

    yatış işlemlerimizi hallettikten sonra odamıza geçtik. dolabı açıp eşyalarımızı yerleştirirken gözüm bi iki şeye takıldı. sülalenin kıdemli hastabakıcısı annem, bana son derece yabancı olan bu öğelerin isimlerini ve kullanım alanlarını içeren bi brifing verdi. bunlar ameliyat sebebiyle çişini yapmaktan aciz olan hasta bireylerin idrar kaplarıymış. kadınlarınki bildiğimiz tas. erkeklerinki ise tutma yeri olan, düz zeminde yıkılmadan kalan, ağzı kapalı, minnacık bi şey...ördekmiş adı.
    dolabı kapatıp koltuğa oturdum.

    yoo hayır. atamıyorum aklımdan. ne okuduğumu anlıyorum, ne annemi duyuyorum. park tecrübelerimi düşünüyorum. iki tane oğlanı işetmek için park boyunca tuvalet aradığımı hatırlıyorum, sonra wc aramaktan yorulup yanımda pet şişe taşımaya başladığım aklıma düşüyor. pet şişe verimli değil. pipiyi denk getirmek zor oluyor. temiz de değil. yanında ıslak mendil, kolonya da olmalı. hepsini aynı anda haiz olmak benim gibi göt cebinde telefon ve cüzdan taşıyan bi kadın için imkansız. bu kadar ekipmanı aynı anda bulundurmak zor olduğundan bundan da vazgeçiyorum, eve hızlıca ulaşılabilecek parkları tercih ediyoruz artık. "anneee çişim geeeldi" beyanını müteakip 15 dakika içinde evde olunacak parklar...bu aşamada akıllara cevaplanması elzem şu soru düşüyor: ya arabanın bagajında bi ördek olsaydı...her şey farklı olur muydu?
    -alcam ben onu.
    +ha?
    -ördeği...alcam. arabanın bagajına koycam. kapağı da var. düşünsene bizi bi. ben, ördek ve termos! parktayız. eve gitmek için hiç acele etmiyorum. kulağımda da kulaklık. yayılmışım çimlere.
    +al tabi ama bi hemşireye sor istersen. üç kuruşluk plastik bi şey nihayetinde. alma demezler.

    hemşireye bu kadar detay anlatamam. anlatmadan direkt "ben onu istiyom" desem de içinden geçirmeyecek mi erkekler için olan bi ürünü bi kadın neden istesin diye? ya içi erkek çekiyo diye düşünürse? nöbet alanındaki diğer kadınlara da anlatırsa? namuslu kadınım ben, prim veremem böyle şeylere.

    hastaneden çıkarken attım bi tanesini çantama kimseye çaktırmadan. eve geldim. eşyaları yerleştirirken ördeği aldım. nasıl duruyor diye inceledim uzun uzun. aynada baktım elime yakışıyor mu diye? o sevinçle gidip arabanın bagajına koydum.

    bi iki gün kendimi dinledim. acaba raskoş* gibi günahımın ağırlığını kaldıramayıp yataklara düşer miyim diye? yok ya! derim kalınlaşmış. arada bagajı açıp açıp ördeği seviyorum.

    eğer suçumun zamanaşım süresi dolmadan hastaneden ararlarsa "ördek nerede?" diye, cevaplarım hazır:

    -aslına bakarsanız ördek diye bi şey yoktu.
    -hastaneye yeni ördekler almak için bu ördeği aldım.
    -parktaki fakir çocukları işetmek için aldım. ördeğin nerde olduğu belli. halkın oldu o.
    -ördeğin parası 15 temmuz'da ödendi.
    -ördek sorusu ihanetin ve melanetin maskesi olarak kullanılmaktadır.
    -kitleleri yönlendirmek istiyorsanız ortaya koccaaman bi yalan atın. ama çok basit yalan olsun. sonrasında da bu büyük ve basit yalanı sürekli tekrar edin. ardından kitlelerin o basit yalanı nasıl gerçekmiş gibi kucakladığını ve benimsediğini otur, seyret...
  • tanımı bazen muğlak olabiliyor..

    gavuristandaki örneklerine "abandoned places" denen bölgelere, fabrikalara, tesislere, binalara nedeni belirsiz bir ilgi beslerim.. çok çekici geliyor niyeyse böyle terkedilmiş yerler.. üzerine sinen onca yaşanmışlıktan mıdır, o yaşanmışlığın da fevkinde, kaderine terkedilmiş olmasının hüznünden midir bilmiyorum..

    çok severim..

    böyle yerlerdeki çürümeye terkedilen binbir türlü nesneyi almak hangi kapsamda değerlendirilmeli diye de düşünmüşlüğüm vardır yıllar boyu.. hala bir karara varabilmiş değilim..

    şimdi isim ve lokasyon verip kimseyi uyandırmak, dikkat çekmek istemediğim için adını ve yerini vermeyeceğim bir kamu tesisindeki binbir alet edevat da bu kapsama dahil mi değil mi düşünür dururum sıklıkla bu aralar..

    yaklaşık 40 senedir yıkık dökük halde bırakılmış, çatıları çökmüş, camları dökülmüş.. duvarlarındaki levhalar, çerçeveli resimler, yönlendirme işaretleri, masalarda duran telefonlar, çekmecelerdeki binbir farklı not, kağıt, evrak, defter, kalem, malzeme, atölyelerindeki binbir alet edevat ve nesneden geri kalan döküntüler.....

    öyle bir terkedilmiş ki çoğu şey olduğu gibi bırakılmış.. sanki dün bıraktıkları mesaiyi bu gün devam ettireceklermiş gibi..

    normal şartlarda kapıdaki bekçi ve bekçinin köpekleri yüzünden araziye girip dolanmak pek mümkün değil ama işimiz gereği içeride inşa ettiğimiz yapı dolayısı ile böyle bir fırsat yaratılabiliyor şimdilik.. elim gidiyor - geliyor sürekli.. emin olamıyorum.. 40 sene öncesinden terkedilmiş de olsa, burada çürümeye bırakılmış da olsa kamu malı neticede.. ve hatıra olarak alacağım birkaç parça nesnede saçı okşanmamış yetim hakkı var..

    "e orada çürütüyorlar, ne farkeder ki..?" diyor içimden bir ses..

    haklı da buluyorum onu.. ama cesaret edemiyorum..

    karşı duvardaki varaklı çerçeveli, sararıp solmuş ismet inönü portresinin hemen altında duran, ince ve uzun paslanmış sac levhaya beyaz üzerine kırmızı şablon büyük harflerle yazılmış, uç köşesinden kıvrılarak eğilmiş olmasına rağmen içeriği net bir mana taşıyan o "ifade" engel oluyor bana:

    "kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma.!"

    birkaç kuşak önceki atölye işçilerine verilen bu net talimat, yıllar sonrasında oralarda sürten bir serseriyi durdurmaya yetiyor..

    tesirin çapına bak..!
  • artık çok nitelikli ve vicdanlı yapılan eylem. nasıl bir dünyada yaşıyoruz olum biz? nasıl bir dönem bu böyle?

    az kafam iyi. tamam az değil baya iyi. bindim minibüse; topu topu gideceğim yol 15-20 dakika zâten. sızmışım.
    cebimde cüzdanım, dandik bir telefon, mp3 çalarım ve anahtarlarım var.
    artık sarhoş ve sızmış olduğumu görüp mü yem seçti beni, yoksa başka bir teknik mi kullandı bilemiyorum.

    uyandığımda evi bi' 20 dakika falan geçmişim. son durak diye birisi uyandırdı zâten. bak cüzdanını da düşürmüşsün falan diye verdi. eyvallah dedim 'hassktr ya' kafasında indim, baktım telefon falan da yok. koştum geri yakaladım minibüsü. baktım, sordum şöföre. ibne görmüş zâten her şeyi belli de tırsmış pezevenk 'yanındakilere falan iyi bakaydın.' diyor. 'bakaydın'. ibne.

    adam(!), beni karınca görmüş afedersiniz. takır takır sikmiş ve belimde hiçbir incinme yok. vay arkadaş.

    bir de çok enteresan bir hırsızla muhattapmışım meğer.
    cüzdanda nakit 15 lira para var. onu almış. kimliğimi bırakmış. yalnız cüzdan derimod. güzel bi'şey yâni. beğenmedi de mi bıraktı, acıdı da mı bilmiyorum.
    kredi kartlarımı, banka kartlarımı falan soymuş soğana çevirmiş. ama akbili bırakmış. üniversiteden kalma öğrenci kimliğimi de almamış.
    mp3 player'ım iyiydi en çok ona üzüldüm. yani nakit 15 tl + (kartlardan bi' sk alaman habarın yok) cep telefonundan-satarsa- 50-60 tl + mp3'ü de satarsa 50-60 tl de o. yâni 115 tl - 135 tl bandında bir maddî kayıp içerisindeyim. pek bi'şey değil onu geçtim;

    bu ibnenin evladı, beni soyup soğana çevirdikten sonra cebime 1.50 tl dönüş parası bırakmış. sen nasıl bir sikin mahsülüsün be adam? bu ne şimdi vicdan mı? taşşak mı?

    bence taşşak.
  • gelirin, ürünlerin, hakların, düşlerin adil dağıtılmadığı bir dünyada saçma olmaktan uzaklaşan kavram.
  • hayattaki tek gunahtir the kite runner adli kitap/filmde. diger gunahlar sadece hirsizligin cesitleridir.

    ''bir adami oldurdugunde adamin hayatini, karisinin koca hakkini, cocuklarinin baba hakkini calmis olursun. yalan soylediginde birinin dogruyu bilme hakkini calarsin.''

    filmde babasinin soylediklerini dinleyen cocuk, babasinin elindeki viski kadehine bakip; '' okulda mollalar icki icmenin de gunah oldugunu soyluyorlar'' der. bunun uzerine baba; '' anlamadiklari bir dildeki bir kitabi ezberlemekten baska bir sey bilmeyen o heriflerin sakalina tukureyim'' diye cevaplar cocugu, olaylar gelisir.
  • mulkiyet var oldugu surece kaybolmayacak olgu
  • yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. o da hırsızlıktır. onun dışındaki bütün günahlar, hırsızlığın bir çeşitlemesidir. bir insanı öldürdüğün zaman bir yaşamı çalmış olursun. karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı almış olursun. yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu çalmış olursun. anlıyor musun?

    (bkz: khaled hosseini)
  • insanın sadece sahip olduklarını değil olmak istediklerini de çalarlar. insanın umudunu çalarlar, emeğini çalarlar. sen kendi durumun için hayıfanıp sinirlenip söverken, o kadar kimliği kartı evrakı nasıl çıkartacağım diye strese girerken, şans bu ya böyle zamanda da beklediğin işin mülakatına çağrılırken bir bakarsın ki o hirsiz hatiralarini da çalmıştır. aminakoduğumun evladı ölmüş babanın tek fotoğrafini çalmıştır misal. ulan adam yok artık bir daha fotoğraf çekinemeyecek bu insan onunla. senin üç kuruş için çaldığın o fotoğraf yüzünden unutacak belki o yüzü. belki bir daha göremeyeceğin sevdiğinden kalma bir saati çalmıştır. lan senin insanlık namına bilmediğin, değerli bir seyi alıp götürdügün o sey yuzunden, üzüntüsü kat be kat artacaktır. en kötüsü de sen vay şunlarım bunlarım gitti diye sızlanırken apartmanın temizliğine gelen kadıncağızın tüm bir aylık parasını ve cantasını çaldıklarını ve bağcılara kadar gidecek parası olmadığı için saatlerce ağlayıp sonra boyun büküp birinden akbil basmasını istediğini öğrendiğinde anlarsın ki bu baslıkta soz konusu olan serefsiz senin insana ve insanlığa olan güvenini ve sevgini de çalıyor, inancını çalıyor. yazıklar olsun. lanet olsun.
  • süper bir meslektir. akıl çalıştırır. riski de kazancı da yüksektir. hakedilmemiş mallara el koymayı bir mafya, bir devlet bir de geceleri hırsızlar yapar.
hesabın var mı? giriş yap