• birçok insan hayatta kalmak için her şeyi yapacağını söyler. freud'un işaret ettiği gibi insanda doğal olarak bulunan yaşama içgüdüsü çoğu zaman ölme içgüdüsüne galip gelir.
    kamboçya’da sum bora, düşen el fenerini almak için iki kayanın arasındaki boşluğa sıkıştı. susuz ve yiyeceksiz geçen 4 gün sonunda 200 kurtarma görevlisinin, 10 saat süren uğraşıyla kurtarıldı. khmer times gazetesi'nde yayımlanan videoda konuşan bora, "hayatta kalma umudumu kaybetmiştim. yanımda bir bıçak olsaydı kendimi öldürürdüm" demişti.

    genç dağcı aron ralston’ın hikayesi, kimseye haber vermeden çıktığı yolculuğunda utah yakınlarında, moab bölgesinde büyük bir kaya parçasının arasına sıkışmasıyla başlıyor. 5 gün boyunca kolu kayaya sıkışmış bir şekilde aç ve susuz kalan aron, hayatta kalmak için elinden geleni yapıyor ve önemli bir karar veriyor. (bkz: 127 saat)

    1999 depreminde enkaz altında hayatta kalma hikayeleri var.
    veli göçer'in yaptığı çamlık sitesi’ndeki evinin yıkılmasından 151 saat sonra kurtarılan, annesi dışında tüm ailesini, kardeşlerini ve babasını kaybeden 5 yaşındaki ismail çimen yaşanan mucizelerin simgesi olmuştu.
    gölcük’teki arama-kurtarma çalışmalarına katılan rus ekipteki uzman köpek huysuzlanınca, başlatılan çalışmalar sonucunda ayper şirin adlı genç kız 81 saat sonra kurtarıldı.
    yine bir baba oğul kurtarılma hikayesi var. er ailesinin oğlu 13 saat sonra kurtarılmış, fakat enkazın başından ayrılmamıştı. babası tam 96 saat sonra kurtarıldı.

    sanırım rekor, xiao zhihu'da .12 mayıs 2008’de çin’in siçuan eyaletinde yaşanan 7.9 büyüklüğündeki depremde 80 yaşındaki kısmi felçli xiao zhihu adlı bir adam ise tam 266 saat sonra enkaz altından canlı kurtarıldı. fakat onun durumu farklıydı. evinin sütunları altında kalan zhihu’yu, 11 gün boyunca hayatta tutan, eşi tarafından beslenmesiydi.

    depremde göçük altında hayatta kalmak birden fazla parametreye bağlı. en önemlisi şanslı olmak. mahsur kalınan yerin nefes almaya olanak sağlayacak bir yer olması ve mahsur bırakan ne ise, eşya, beton, v.s depremzedeye kan kaybı gibi ciddi zarar vermemiş olması hatta koruyucu bir kalkan görevi görmüş olması gerekiyor.
    sonrası insana kalıyor.
    sum bora ölmek istemişti. peki, ölmek istemekle, hayatta kalmak istemeyi belirleyen neydi?
    insanın kendisiydi.

    perinçek ailesi'nin kurtarılma hikayesinde anne soğukkanlılıkla ekiplere "bizi kurtarabilir misiniz?" diye soruyor ve çocuklarıyla iletişim içinde olduğunu söylüyor.
    çocukların, elif'in annelerinin sesinden güç almış olmaları, kendilerini yalnız hissetmemiş olmaları kuvvetle muhtemel.
    2010 yılındaki haiti depreminde enkazdan 126 saat sonra afetzede çıkaran gea arama kurtarma ekibi "güçlü ve metanetli anne" olarak tanımladıkları seher perinçek'i istanbul'dan gelen destek ekibi ve itfaiye ekibiyle 10 saat çalışmadan sonra kurtarabildi. bu 10 saat boyunca iletişimi sürdürdüler.

    gea koordinatörü umut dinçşahin şöyle demişti; "enkaz altından sağ çıkmanın en önemli kuralı asla bırakmamak. umutsuzluğa düşmemek. umut ve emek bir araya gelirse kurtarma çalışmaları gerçekleştirilebilir. burada da umut ve emek birlikteydi."

    yaşamın her koşulda, hatta en kötü koşullar altında bile potansiyel olarak var olduğunu varsayan viktor e. frankl, toplama kampında kaldığı süreçte insanın anlamlandırma çabasını düşünmüştü.
    frankl, insanın düşünebileceği en kötü koşullara bile direnerek ve mücadele ederek, göğüs gerebileceğini söyler. ancak kişinin hayata asılması için yaşamı ve ölümü anlamlı kılacak bir nedeni, uğruna yaşayacak bir şeyi olması gerekir.
  • 60'ların macera, risk sözcükleri, 70'lerin parolasına dönüştü: "hayatta kalmak". bir işe sahip olma, evlenme, akıl hastanesine kapanmama veya ölmeme. valla 2000'lerin parolası da şu: "bittik biz"
  • var olmaktan biraz farklı olarak yok olmamak, daha az ama daha direngen bir bağ. mesela torun torba sahibi olmak ya da cebi doldurmak değil de sırf bir kere daha öpebilmek için sevdiceğin güzel dudaklarından.
    öyle garip ama daha güçlü bir güdü.
  • istem dahili gerçeklesir. tam tersi de istem dahilindedir ya, nedense hep ilk seçenege geri dönülür..
  • hayatın zorluklarına rağmen mücadeleyi bırakmamak, ba$arılı olmak. iyi bir statüyü hep sürdürmek, hatta arttırmak.
  • canınıza tak ettiyse hayatın getirdikleri; hayatta kaldığınızı fark ettiğiniz an, aslında öldüğünüz andır.
  • istanbul şartlarında şans eseridir. sen kendini korusan bile tepeden birşeyler düşebilir, otobüs metrobüs yoldan fırlayabilir, bombalı saldırı olabilir
  • bir çeşit uçurumdan kurtulmaktır.

    ölüm yanıbaşındadır.

    ama hayat, elini uzatmıştır...
  • şayet türkiye'de yaşıyorsanız bunun için yapmanız gereken :

    -tribünlere oynamak
    -hükümetten yana olmak.

    hayatta sırtın yere gelmez. hadi bakimm..
  • sen uçuşu hatırla, aksu bora - birikim, 22 aralık 2016

    "necla rüzgar bu resme survival skills adını vermiş. sağ çıkma becerileri. bütün gerçek sanat eserleri gibi, bu resim de ressamının muradından fazlasını içeriyor.

    gerçi, ressamları hafife almamak lazım, o iki kelimeyi yeterince evirip çevirdiğinizde de anlam açılıp gidiyor. sağ çıkma, hatırlama, emaneti saklama, devam etme…

    belki de rüyanın sağ çıkma becerisinden bahsediyordur. kendini geceye, unutuşa bırakmama becerisinden.

    rüya sahnesi olmalı bu. geyiği vuran, kadını da vurmuş. ölmemişler ikisi de. ölmeyecekler. kadın kendisini vuran okları hallettikten sonra, geyiğe el uzatacak. birlikte ormanın derinliklerine ilerleyecekler. güvenli bir yere. okçuların girmeye korkacağı yere.

    onu vuran, onu da vurmuş. bir yandan da, geyiğe, onun kadına bakışına, kadının ayakkabısına, bacağını tutuşuna… bakınca, aklımıza okçuyla ilgili hiçbir şey gelmiyor. onu unutmuşuz bile. belki yokmuş bile. geyikle kadını birleştiren şey yaralar değilmiş de sağ çıkma becerisiymiş. kadın ayakkabıyı fırlatıp çorabı çıkarmış, bir eliyle bacağını desteklerken oku yavaşça çekiyor… korkmamış. üşümüyor da. geyiğin az ötede onu beklediğini biliyor. yine de telaş yok hareketinde. sükunet var. emniyet var.

    geyik sabırlı. belki biraz acıtıyor ok ama çok da değil. birazdan hafif bir el dokunacak yarasına.
    sonra, kadınla geyik arasındaki bağın ilk bakışta göründüğünden daha derin olduğunu seziyoruz. o bakış sabırla beklemekten fazlası sanki. tanıma gibi. bilme gibi. sanki kadın ve geyik birmiş gibi. kadın geyikmiş de aynı zamanda. bedenindeki seğirmeleri biliyor, kar kokusunu tanıyor, okçuların girmeye korkacağı yeri hatırlıyor. geyikle kadın, aynı okla vurulmuş, aynı karın üzerinde, yaranın sıcaklığını karla serinletiyorlar.

    onları kim vurmuş?

    kadını bacağından, geyiği sağrısından.

    bilge karasu’nun bir masalı vardır. “avından el alan”. balıkçıyla balığın bir olmasını anlatır. balık, balıkçının kolunu yutar, bedenleri böylece birleşir. aşktır. “balık, ‘uyu gene’ diyordu ona. ‘hazır değilim dediğin için giremedik karanlığın içine; ölümden korktun. oysa ölümle bir araya gelmeden, acılar çekip parça parça olmadan, gönlün tazelenmez, yeniden doğamazsın’.”

    kadın, balıkçı gibi değil. “deniz, analar gibi, sevdiğini, dölyatağında tutup saklayacaktır, bir daha doğurmamak üzere” diye biter o masal. balıkçı nihayet hazır olduğunda, denize süzülür.

    kadının bir olmak için yutulması gerekmez. o, karın kokusunu, bedenin seğirmesini tanır. geyiğin eli tanıdığı gibi. yeniden doğmak, sağ çıkmak için yaralarını sağaltmalıdır. kendi yaralarını ve geyiğinkileri. orman “bir daha doğurmamak üzere” onu saklayacak dölyatağı değildir. ormanı sadece hatırlamaz, tanır da. orada iyileşebilir. serinleyebilir. ulu ağaçlar, küçük çayırlıklar, eğreltiler ve patikalar, okçunun girmeye korktuğu yerler, geyiğin olduğu kadar onundur da. kendini emanet edebilir.

    onları kim vurmuş? kadını bacağından, geyiği sağrısından?

    balıkçıyla balık arasındaki, aşktı. kadınla geyik arasındaki, başka bir şey. ormanı da içeren bir şey. okçuyu da.

    o sebepten, rüyanın devamını merak ediyorum. bir daha doğmamak değil, unutuşa bırakmak da değil, devam etmek hakkında bir hikaye çünkü bu."
hesabın var mı? giriş yap