• neden kırılgan bir fiziki yapımız olduğunu çok düşünmüşümdür hep. koca evrende incecik bir atmosfer zarının kısıtlı bir bölümü dışında hayatta kalamamak, çok çabuk ölmek, bizim veye başkalarının en küçük hatasının telafisinin olmaması. bilim dünyası bile ileride insana, akvaryum dışında da hayatta kalabilecek, her darbede hemen ölmeyecek, daha dayanıklı bir vücut yapısı bulunmasının yollarını arıyor.

    sanırım hayatın anlamlı olabilmesi için böyle olmamız gerekiyor. bilgisayar oyunlarını izlerken neden böyle yaratıldığımıza bir cevap bulabildiğimi düşünüyorum. çünkü bir şansın daha olduğunu bilmek, o anki şansını kullanırken çok daha hoyrat ve umursamaz olmana sebep oluyor. o denemede başaramazsan bir sonrakinde başarırsın. o denemede yapman gerekeni yapamazsan bir sonrakinde yaparsın.

    bunu gerçek hayata uyarlasanıza. sosyal hayatınıza. onu bu denemende kırarsan bir sonraki denemende mutlu edebilirsin. çocuklarına karşı sorumluluğunu bu denemende yerine getiremezsen bir sonraki denemende yerine getirirsin. öfkene yenik düşüp zarar verdiklerine bir sonrakinde fayda sağlarsın.

    insan zaten bu haliyle bile çok hoyrat. bir de bu hayatın bir telafisi olsa, hep tekrar deneme şansı olsa ne kadar hoyrat olabileceğimizi düşünün. sosyal bir varlık olan insanlar yarın yokmuşçasına hoyrat olsalar, toplumsal yaşamın ne hale dönüşeceğini. ve çocukların böyle bir toplumda gözlerini açtıklarında kendilerini nasıl bir vahşi ormanda bulacaklarını.

    belki paralel evrenlerde her ihtimali yaşıyoruzdur ve her şeyin telafisi vardır. fakat eğer öyleyse arada perde olması ve diğerlerini görememek çok büyük bir nimet. hayatın anlamı, sanırım bu kadar kırılgan ve hassas bir denge içinde olmasıyla, hatalarımızın telafisinin olmamasıyla ancak sağlanabiliyor.
  • küçüklükten itibaren kendisine öğretilenlerin bir bir yıkıldığını gören insanların yöneldiği arayış. ilk önce hayatın tek bir anlamı var sanırdım. onu biri ya da bir disiplin bana verecek ya da kendim bulacağım diye düşünürdüm. bu olmadı. sonra felsefecilerle tanıştım ve bu yanılgımı aştım. hayatın tek bir anlamı olmak zorunda değildi. herkes ve her şey için değişen anlamlar olabilirdi. peki ama benimki neydi? ve yine aynı sorun. bunu biri ya da bir disiplin aracılığıyla mı bulacağım yoksa kendim mi arayacağım? sonra yine birtakım felsefecilerle tanıştım. onlar için hayatın bir anlamı yoktu. demek ki bazı insanlar için hayatın anlamı olmayabiliyordu. belki de benim için bir anlam yoktu ve hiç olmayacaktı. bu kötü bir şeydi. hatta yerine göre hayatı zindan eden ve depresifleştiren bir şey. son zamanlarda yeniden düşündüm. hayatın anlamı yoksa ve her şeyin altı boş kalıyorsa bu benim bütün arzularımdan ve hayal kırıklıklarımdan biraz olsun ayrışmama neden oluyor. evet mutluluğun sonu var ancak acının da sonu var. ikinci bir noktayı yeni keşfettim sanırım. anlamın olmaması kendime yeni bir anlam kurmak için büyük bir özgürlük sunuyor. bana dışarıdan biri tarafından, bir düşünce disiplini tarafından verilecek ya da dayatılacak bir şey yok. bu anlamı kendim oluşturup seçebilirim. ne güzel bir şey değil mi? ancak bu noktada varoluşsal bunalım dediğimiz şeyin aslı başlıyor. nasıl ve ne biçimde bir anlam oluşturacağım. yeni aşamamız bu. geçersem yazarım :)
  • anlam aramanın hiç bi anlamı yok yüzyıllardır bizden çok daha zeki insanlar ne bilimle ne de felsefeyle bi sonuca ulaşabilmişler bizde boşuna vasat beyinlerimizi yormayalım ye iç yaş al ve öl...
  • aslında gerçek cevap "hayatın anlamı yok", "ulvi bir amacı yok" uğraşma, sonlandır.

    en evlası ise bu mefhumdan hiç haberdar olmadan, piç gibi hayvan gibi ilkel şekilde yaşamak.

    genelimiz için ise bu hayat herkesin kendi mastürbasyonu; yani kendini ne kadar eyleyebilirsen senin için o kadar az acılı olur.
  • kişiye göre değişkendir. hatta o kadar değişkendir ki seneler geçtikçe kendisini de değiştirir. mutlu olmak ile çok fazla karıştırılan olgudur.

    parası olmayana hayatın anlamı bol para kazanmak, zengin olmaktır.
    sağlığı olmayana hayatın anlamı sağlığını geri kazanmaktır.

    diğer taraftan dezavantajlı diyebileceğimiz bireylere baktığımızda hayatın anlamı sevdiği bir şeyi başarıyla yapabilmektir. mesela ampüte bir kişinin spora kafayı takması, ya da spor yapan birinin sonradan ampüte olması onu yıldırmayabilir. bu kişi azimle çalışıp başarıyı tatmak hayatının anlamı olabilir.

    hayatın anlamı çoğunlukla kişinin hayatta istediği şeylerden ziyade bir birey olabilir. mesela hastalıklı derecede aşık olan kişi ne kendini ne başkasını görmeden aşık olduğu kişinin etrafında pervane olabilir. bir anne, bir baba, çocuğu için her şeyi yapabilir konuma gelebilir.

    bunları anlatmamın nedeni, kişinin o anki hayal ya da önem verdiği şeyler üzerine bakış açısından başka bir şey olmadığını söylemek.

    bazen hayatın koşturmacasına kapılıp zamanı unutursunuz. her gün gittiğiniz işe lanet ede ede gitmeye devam edersiniz. sosyal medya'da pompalanan geçici mutluluklara takılır iyice kendinizi unutursunuz. daha da kötüsü başka hayatlarla sürekli kendinizi karşılaştırırsınız. dersiniz ki "wow... adama/kadına bak deli gibi dünyayı dolaşıyor. hani lan bunlar parayı nereden buluyorlar?!?". derin bir kıskançlık kaplar içinizi. "ben de böyle gezmek, gezerek para kazanmak isterdim" dersiniz. hatta bunu dediğinizi bazen kendiniz bile duymazsınız. sonuç? kısır döngü. zaman içerisinde "helal olsun" dedikleriniz "yeter be sende!"ye dönüşür. eğer bireysel bağınız varsa sessize alırsınız hesabını. eğer hiç tanışmıyorsanız takipten çıkar, üzerine bide engellersiniz.

    bunların temelinde içinde bulunduğun hayatı sevmemek olabilir mi?
    genç yaşta evlenip çoluk çocuğa karışmış biriyseniz bir noktada eşinizi ve çok sevdiğiniz çocuklarınızı sizi oraya bağlayan zincir tanesine dönüştüğünü görmek ne kadar acı olsa gerek.

    hiç evlenmeyip kendi yağında kavrulan biriyseniz, hayatı yaşamaktan geriye elinizde hiç bir şeyin kalmadığını görüp, sosyal çevrenizdeki kişilerin en ufak bir "hayır"a tahammülü olmadan çekip gitmelerini izlemenize ne demeli? masadan eksilen sözde dostlar, geçmişe baktığınızda boşa geçirilmiş zamanlara dönüşmezler mi? sadece romantik bir yaşlılık hikayesi değildir masadan eksilen dostlar. gayet 30'larınızda ya da 40'larınızda da masanızdan, çevrenizden, en kötüsü sizin tam ihtiyacınız varken yanınızdan eksiliverirler. bu seferde sizi olduğunuz yere bağlayan zincirler görünmez hale gelir. bir bakmışsınız elinizde hiç bir şey kalmamış, belkide sadece karın tokluğuna çalışıyorsunuz.

    bir kişiyi sevmek, onu aldatmak ya da aldanmak.
    bir kişiye sevilmek, onu görmezden gelmek ya da idareten geçiştirmek.

    en doğru tabir sanırım tam olarak "boşluk". gezegenler arasındaki mesafe kadar, atom çekirdeğinin proton ve nötron arasındaki mesafesi kadar bir hiçlik. hayat bir var bir yok evet ama onu anlamlı neyin kılacağını bilemiyor olmak insanı tam olarak böyle hissettiriyor.

    önünde seçenekler her zaman var. her şeyi bırakıp başka bir yere gidip tamamen sıfırdan başlayabilirsin. kalıp mücadelene farklı şekillerde devam edebilirsin. hayatı anlamlı kılabilecek çok farklı hobiler, uğraşlar bulabilirsin. kendini keşfetmek için kitaplara, filmlere dalabilir ya da gerçekten seni her şeyinle kabul edecek 2 tane dosttan öte insana emek harcayabilirsin.

    işin garibi hiç bir zaman hiç bir şeyin garantisinin olmaması. güvendiğin dağlara elbet kar yağar. günü gelir güneş açar ve bayram olur.

    sanki biraz salmak lazım. hedeflere odaklanmak, yoksa oluşturmak lazım.
    bir başka panzehir ise belkide beklentin olmadan feda edebilmek.
    geçmişteki acılarına bak. feda edip kar beklemek seni de hiç yıpratmadı mı?
    bunu istemsizce yapmış olmak çok doğal, tabi bir durum. o yüzden kendini yargılama.
    ama hedefini, odağını kaybettiğinde ortada çokta anlamlı bir şeyler kalmadığına emin ol.
    kendini dinle. kendin ol.
  • kişinin yüklediği anlamdır. her hayat farklı, hepsinin rengi ayrı.
  • transcurramus solertissimas nugas

    aha hayatın anlamı
  • ciddi cevap istiyorsak eğer yaşamın temeline ve evrim teorisine bakmak yeterli.
    bütün canlılar,yani insan da,bir biyolojik makinedir. sürekli çalışmaya,değişmeye,gelişmeye programlanmış bir makine. bu sebeple insanlar binlerce yıldır öleceğini bilmesine rağmen çalışmış,çabalamıştır.

    var olma arzusu ennn kuvvetli arzudur bu da canlıyı kaçınılmaz olarak doğaya adapte olmaya mücadeleye itmiştir. doğada rekabet had safhadadır,varoluşsal sancılar ancak biz şanslı ,belki şansız,insanlara nasip olmuştur.

    işte hayat böyle enteresan,ironik şeylerle doludur. biz öylesine geliştik ki beynimiz o kadar manyak şeyler yapabiliyor ki artık kendi kendimizi yok etme evresine girdik. depresyon,intihar oranları uçuşta. halbuki tam tersi olmalıydı...bayaaa gelişmiştik oysaki...

    insanın o uslanmaz egosu önemsiz bir nesne olduğu gerçeğini kabullenemiyor bir türlü.
    doğasına aykırı. kendini en önemli zannedecek ki
    gelişsin,hükmetsin vs vs.

    ancak acı gerçek şu biz bu evrenin merkezinde değiliz. biz bu evrenin ufacık sonsuz parçalarından biriyiz. yani asıl olay bizi çok aşıyor bizim çok üzerimizde şeyler dönüyor burada. azıcık fizik azıcık astronomi okuyan dediğimi daha iyi anlar.

    hayat hiçbir şey yapmayarak geçmez ama hayatı aşırı ciddiye almak da aptallıktır. dengeyi bularak ölüme doğru ilerleyin. yapacak bir şey yok...
hesabın var mı? giriş yap