• klasik dönem türk şiirinde "ben" demektir. zamir olan değil, vücuttaki ben.

    mesela, nedim'den:
    hâl kâfir, zülf kâfir, çeşm kâfir el-aman!
    ser-be-ser iklim-i hüsnün kâfiristan oldu hep

    yani diyor ki hazret:
    el-aman; benin kafir, saçın kafir, gözün kafir... baştanbaşa bütün güzellik iklimin kafiristan olmuş!

    gene nedim'den:
    şöyle gird olmuş frengistan, birikmiş bir yere
    sonra gelmiş, gûşe-i ebrûda hâl olmuş sana

    yani ki:
    şöyle içiçe girmiş de bütün kafir ülkesi (simsiyah küfür bölgesi), bir yere birikmiş. sonra da gelmiş kaşının köşesine (öylece simsiyah) ben olmuş!
  • pencereme vurmayın, ödüm patlayabilir;
    dokunmayın, vücudum boşluğa kayabilir...

    --- necip fazıl kısakürek ---
  • ks. hardware abstraction layer. windows nt'de kernel cpu'dan cpu'ya degi$irken, hal geri kalan donanim mimarisine gore (interrupt controller, i/o controller, dma controller falan filan) degi$ir.

    hal kernel mode'dan donanima direk eri$imi engellemez sadece bu donanimin kullanilmasi icin standart arabirimler sunar. bunlarin kullanilmasi donanim uretcisinin delicesine faydasinadir. bu sayede 10 dakkada ayni donanim icin amd64, ia64 device driver'i cikarabilir. ve evet bunu hic #ifdef kullanmadan yapabilir.

    $ahanedir.
  • manavda satilan meyve sebzelerin kokeni.. bitki borsasi.
  • vapurdan indiğimizde sallanan yeryüzünün aslında sallanmıyor olduğunu bilişimiz ama yine de bunu bilmenin deneyimde fark oluşturmamasıdır. öylesi dalgalanmak, yalan dolan değildir, çocukluk değildir. öylesi öyledir.
  • sabitleşmemiş şuur değişikliğine “hâl” denir. bu “hâl” sabitleştiği takdirde “makam”a dönüşür
  • istikamet ve kararlılık istiyor isen,

    hâline mağlup olma kardeşim. hâlini mağlup et.
  • levn : renk.
    elvan : renkler.
    telvin : kalbin hal degisiminde rengden renge burunmesi.

    bir de hazreti isanin vahdet kupu var! hani boyanilmasi icin getirilen elbise ve kumaslarin icine atildiginda sahibinin istedigi rengi almasi mucizesi. ayni kubden cesit cesit renklerin elde edilmesi kesrette vahdet'i (cokta teki gormek!) gosteriyormus.

    allah'in boyasi ile boyanandan daha guzel kim vardir! (bakara - 138)

    acaba; o hallerin her biri ayri ayri bir renk midir ya da kendisinde tasfiye sureci tamamlaninca vahdet kubune donen kalb midir?
  • manevi yolculuk (bkz: seyr-i süluk) esnasında yolcu pek çok farklı hal yaşar. bu haller parayla pulla elde edilebilecek cinsten değildir. yolculuğun en güzel yanlarından birisidir haller, ancak hallerin güzelliğine kapılıp ana hedeften de şaşmamak gerekir.

    hale kapılmayı şöyle misallendirmeye çalışalım;

    güzel bir karadeniz gezisine çıktığımızı düşünelim. yol boyunca pek çok güzel manzaralarla karşılaşacağımız şüphe götürmeyen bir gerçektir. ancak kimisi yolun başında gördüğü bir göl manzarasına öyle hayran kalıyor ki, "siz devam edin ben bu gölü seyredeceğim, doyamıyorum" diyor. kimisi başka bir manzaraya kaptırıyor kendisini. kimileri de yola devam ediyor ve turu tamamlıyorlar. manzaraların güzelliğine kapılanlar, yolun devamındaki tüm güzelliklerden mahrum kalıyorlar. üstelik yolculuğun sonunda kendilerini bekleyen sürprizi de kaçırıyorlar.

    haller, yolculuğa devam edebilmemiz için teşvik primi gibidir. moral ve motivasyon sağlar. ve yolun sonunda bizi beklediği vaadedilen o büyük sürprize olan inancımızı canlı tutarlar. ancak hallere kapılıp yolculuktan vazgeçersek, hem yolun devamındaki pek çok manzarayı kaçırırız hem de yolun sonundaki büyük sürprizi kaçırırız.

    peki nedir bu haller?

    halleri teorik olarak anlatmak mümkün. fakat bu, "yüzmek nasıl birşey?" sorusuna vereceğimiz cevap kadar yavan olacaktır. "yüzmeden anlayamazsın" demek daha gerçekçi bir cevap olacaktır. muzun tadını tarif etmek ne kadar mümkünse, halleri tarif etmek de o kadar mümkündür. haller ancak yolculuğa başlayan ve yolda olan kişi tarafından tadılarak anlaşılabilir. gülün kokusunu nasıl anlatsın koklayan? koklamayan nereden bilsin gülün kokusunu?

    peki hallerin nasıl birşey olduğunu tatmamış bir insan benim bu yazımı okusa ne anlar? hiçbir şey.

    bakın mevlana'mız halleri hiç yaşamamış bir kişinin halleri anlayamayacağı hususunda neler söylüyor:

    ana karnındaki çocuğa birisi deseydi ki: "dışarda pek düzgün, pek hoş bir dünya var. enine boyuna geniş, kutlu bir yeryüzü var. orada nice nimetler, nice sayısız yiyecekler var. dağlar, denizler, çöller, bostanlar, bağlar, bahçeler, çayırlıklar, çimenlikler var. çok yüksek ve ışıklarla dolu aydınlık bir gökyüzü, güneş, ay, yıldızlar ve süha yıldızı var. güneyden, kuzeyden, doğudan, batıdan rüzgarlar esiyor. bağlar bahçeler gelinler gibi süslenmiş, sanki düğünler yapılıyor. dünyanın şaşılacak güzellikleri, acayip halleri dille anlatılamaz ki... sen ana rahminde, o karanlık yerde sıkıntılar ve mihnetler içindesin. ey çocuk! sen, o daracık işkence yerinde çarmıha gerilmiş, kan emmektesin. hapse düşmüşsün, pislikler ve eziyetler içindesin". çocuk kendi haline bakar, durumu gereği bir şikayette bulunmaz ve söylenen bu sözleri inkar ederdi, bu haberlere inanmazdı. "bu söyledikleriniz olmayacak şeylerdir. siz çocuk kandırıyorsunuz, beni aldatıyorsunuz" derdi. çünkü kör bir kimse dahi, dünyanın bu kadar güzel ve süslü olduğundan habersizdir. o körün, yahut ana rahmindeki çocuğun anlayışı anlatılana benzer birşey görmediği için, inkara sapıyordu. böyle güzel şeylerin olacağına akıl erdiremiyordu. işte dünyadaki insanların çoğu da böyledir. ilahi abdalların, yani yaşayan velilerin sözlerini, onların mana aleminden getirdikleri haberleri inkar ederler. hak abdalı, onlara; "bu dünya pek karanlık, pek dar bir kuyu gibidir. bu dünyanın ötesinde ise kokusuz ve renksiz pek hoş bir dünya vardır" der.

    (mevlana, mesnevi, şefik can çevirisi, ötüken yayınları, cilt 3-4, beyit 55)

    düştüğün şüphe kuyusunda yusuf gibisin. dostun hayali de sanki bir iptir. sen o ipe sıkıca tutunup çıkarsan kendini yücelerde, göklerin üstünde bulursun.

    (mevlana, divan-ı kebir'den seçmeler, şefik can çevirisi, ötüken yayınları, cilt 1, beyit 75)

    "hep birlikte allah'ın ipine sımsıkı tutunun ve birbirinizden kopmayın. ve allah'ın size verdiği nimetleri hatırlayın: siz birbirinize düşman iken kalplerinizi nasıl uzlaştırdı da o'nun lütfu ile kardeş oldunuz ve ateşli bir uçurumun kenarında iken sizi ondan nasıl korudu. bu şekilde allah mesajlarını size açıklar ki hidayet bulasınız."

    (muhammed esed, kur'an mesajı, ali imran suresi, 103. ayet)
  • yasnmine hamdan'ın muhteşem parçasıdır.dinledikçe daha çok çeker insanı kendine
hesabın var mı? giriş yap