• çocuk otizmli. merak edenler için söylemiş olayım. sinemada izledim ben bu filmi. ağlayamadım. keşke ağlasaydım. ağlamaktan bin beter oldum. çünkü ben bir otizmli çocuğun babasıyım.
  • ailemizin otizm muhtarı olduğum için haber verdiler açtım televizyonu izledim filmi. şimdi bitti.
    sinematografik olarak yorum yazmayacağım. zaten bana göre bir tv filmi bu ama filmdeki çocukla aynı yaşlarda olan oğlum sebebiyle biraz etkilendim.

    yalnız bir ebeveyn olarak farklı gelişen bir çocuğa bakmanın zorluklarını filmin süresi elverdiğince anlatmaya çalışmışlar. muhtemelen senarist bu tür ailelerle görüşmüş, hepimizin farklı zamanlarda birçok defa yinelediği “çok yorgunum” repliğini duyunca anladım bunu. çoğu insan anlamaz bunun ne demek olduğunu, omuzların düşüklüğüne dikkat etmeniz gerekir. bunu iyi yakalamışlar.

    ama şöyle bir sorun var, çocuk otizmli ve buna eşlik eden bir epilepsisi var. neden doktor dahil kimse yüksek sesle söylemiyor bunları? kimden neyi saklıyorlar onu anlayamadım. eğer hassasiyet gibi bir bahaneye sığınıldığı için böyle yapıldıysa çok saçma. aksine özellikle televizyon gibi ülkenin her evine girebilen, farklı sosyoekonomik düzeyde insanın direkt temas edebildiği bir mecrada tekrar tekrar söylenmeli bu. sonundaki -izm sebebiyle bunu terörizmle ilgili bir şey sanan insanlar gördü bu gözler.

    görsel sanatların halkı bilinçlendirmek gibi bir amaç taşıması gerektiğini düşünmüyorum ama filmin tüm omurgasını üzerine kurduğunuz otizmin adını da söylemekten çekinmeyin bir zahmet.

    biz de oğluma kırmızı bir org almıştık, en son üstünde yürüyerek tuhaf melodiler çıkarınca içinde bir müzik dehası saklamadığına ikna oldum.
    olsun, benimki de yüzümü avuçlarının içine alıp “anneeğ” diyor bana.
    (kıvanç beyciğim devam filminden önce görüşelim canım, bizim bambamla 1-2 prova alın, bak nasıl estiriyorsun sonra.)
  • abi adam oyunculuğu ilerletti, yakışıklılığı ilerletti ama bir türlü balıklama atlama olayını ilerletemedi. valla çok üzülüyorum.

    behlül
    balıkçı ali
  • umarım bir gun sinemaya giderken beklentiyle değil de sadece filmde size verilmek isteneni almaya gidersiniz. filmin salt amacinin insanı ağlatarak etkilemek olduğunu ifade edenler olmuş, hayata da bu kadar dümdüz mü bakıyorsunuz gercekten merak ediyorum.

    neyse, tüketici toplumun sürekli olumsuzluk kusmasina artik benim alışmam gerekiyor.

    film baba sevgisini, evlat sevgisini muazzam derecede güzel işlemiş ve yansıtmış. tabiki burda aslan payi yeteneği, duruşu, bakışı, gülüşü, konuşmasıyla kıvanç tatlıtuğ ustalığına ait. ve şahsi fikrim kuzey güney dahil bugüne kadar ki en iyi oyunculuk performansını sergilemiş. efe rolünde oynayan alihan türkdemir ise dümdüz film izleyenler için "konuşmadan film çevirmiş yeaa" diyerek yaptığı rol kucumsenebilir fakat olayın asli bunun cok ötesinde, iletişim kurmakta zorluk çeken bir muzik dehası olmasina rağmen birçok kişi tarafindan otizmli veya gerizekali olduğu düşünülüyor, işte bunun arasındaki o ince rolü oynayabilmek... cocugun aslinda hayatla iletişim kurma yöntemi müzik ve ne kadar özel bir yetenek olduğu babasının sevgiyle ilgiyle ve sabırla bu yönünü keşfetmesini sağlaması ile ortaya çıkıyor. işte filmin aslında anlattığı en kritik nokta bu, ağlamaniz için değil bu film, nasıl sevmeniz gerektiğini, nasıl inanmaniz gerektiğini anlatıyor size. etrafinizda efe gibi özel çocuklar varsa onlara nasıl davranmaniz gerektiğini anlatiyor. bu tür cocuklar zaten kendi ic dünyalarında inanilmaz bir savaş veriyorlar iletişim kurabilmek için, onlara kendilerini kesfetmeleri adina gereken ilgiyi, sevgiyi ve inanci nasıl gösterebilceginizi anlatıyor aslında.

    tabi siz benim etrafımda böyle cocuklar yok bana ne, ben gidip dümdüz ağlayıp çıktım böyle bisi yoktu filmde yahu, ben bi filmden kurgu senaryo vs yönünden zevk alıp ona gore eleştiriyorum sana ne diyen insanlardan olabilirsiniz, size de eyw.
  • hani ilgilendigi bir sey (org) oldugunu görünceki sevinçleri, millet gürültü diye dellenirken onların tekneyi açığa alıp huzurla uyumaları...

    zordur özel çocuk ebeveyni olmak. sadece bu çabayı gayet güzel sunmuş olmak bile çok kıymetli.

    sinematografiyi bilmem ama 5 yılımı geçirdigim antalya'yı da çok özlemişim.

    ağlamak mı dersin, gülümsemek mi, hüzün mü dersin, merhamet mi...

    duygulardan bir demet özetle.

    emeğinize sağlık!

    ek: ne güzel repliktir o:

    "ben senin sustuklarını da çok güzel dinlerim".
  • aslında filmin konusu çok iyi seçilmiş fakat sanırım yönetmen ve montajdaki insanlar biraz sıkıcı hale getirmiş filmi.

    kıvanç tatlıtuğ seyirciye harika yansıtıyor her bir duyguyu.. hatta yer yer güldürdü konuşma, hal ve hareketleriyle. tam bir kasaba karakterini üstüne giyip çıkmış kamera karşısına. kıvanç’ı izliyorsunuz keyifle..

    aklımda kalan sahneler..

    --- spoiler ---

    midyeci olduğu zaman yanına gelen kızın “midyeci nerde” sorusu hislere tercüman oldu tüm salonda. çocuğun piyanoyu ilk çalmaya başladığı zamanlar ali’nin yüzünün aldığı ifadeler şahaneydi. ne güzel oynamışsın be adam. hele o filmin sonunda çocuğu kucağına alıp “olum sen orda bana mı baktın sahnede” diye sorduğu sahne.. bir de büşra ile ateş başında öpüşmeden önceki o meraklı soracak soramıyor, ne yapacak hiç bilemiyor hallerine baya güldük.
    --- spoiler—-

    sadece büşra develi’nin sıkıntısı neydi onu anlasaydık iyiydi..
    kıvanç’a ve filmin konusuna notum 10/10.
    görüntü yönetmenine 9/10
    film,kurgusu montajı 6,5/10

    feridun abi de renk katmış saygılar ..
  • filmde içime dokunan sahneler:

    --- spoiler ---

    * çocuğun piyano çalmaya başlamasıyla beraber kıvancın o sevincini mahalle esnafıyla paylaşması çok güzeldi. yıllarca farklı olan oğlunun değişmesini öyle istemiş ki, çocuğunda gördüğü en ufak bir değişiklikte çocuk gibi sevindi kıvanç... herkese çocuğunun piyano çaldığını çok içten anlattı, çok samimiydi. rolü adeta yaşadı.

    * dedenin boğulması... bir kaç sahne öncesinden dedeye bir şey olacağı izleyiciye belli ettirilmişti. küçücük canı kurtarma pahasına kendi koca bedeni feda etti, dayanamadı ve sulara bıraktı kendini...

    * dedenin öldükten sonra kıvancın tek başına çaresiz-başsız kalması. ne kadar gerçekçiydi... her birimizin hayatında da böyle değil mi. ailemizden biri gitse ne kadar büyük bir boşluk olurdu üstümüzde. kıvanç yine bu duyguyu çok iyi hissettirmiş izleyiciye.

    * son olarak da çocuğun, babası başka yere baktığında ya da uyuduğunda babasına baktığı gösterilen filmin son sahneleri... ah be çocuk ah...

    --- spoiler ---
  • izledim.

    1- kıvanç tatlıtuğ'un performans filmi olmuş. her yeni işinde söylerim; üstüne koyarak ilerliyor oyunculukta. hafif şiveli, kasabalı genç bir balıkçı gibi balıkçı olmuş. oğluyla iletişim kurarken yaşadığı dramı, çaresizliği ve umudu beraber izleyiciye de yaşatıyor. öncelikle kıvanç tatlıtuğ için izlenir bu film.

    2- çocuk! filmde bir sessizliğin içindeki çocuğuyla iletişim kurmaya çalışan balıkçı ali için üzüleceksiniz. çocuk efe o kadar iyi ki, bu kadar iyi olmasa büyüsü bozulurmuş filmin. o güzel çocuk için de izlenir film.

    3- kaş görüntüleri mükemmel! ben arkadaş övgülerinden biliyordum kaş'ı ama antalya'ya sık gitmeme rağmen daha göremedim. filmde drone desteğiyle o kadar güzel görüntüler var ki! kaş'a da, tatil kasabası havasına da doyduk, üstüne bir yazı özledik.

    müzikler de iyiydi ama pek anlamam bilenler yazar. ne de olda feridun düzağaç var ama film müziklerinde katkısı var mı bilmiyorum.
  • ailesinde otistik olan ve kendisi de epilepsi olan bir yazar icin izlemesi hayli guzel ve inanilmaz duygusal film. bogazimin dugumlenmesini birak salya sumuk oldum gozlerim sisti.

    epilepsi ve otistik olan insanlarin aslinda normal insanlardan hicbir farki olmadigini o kadar iyi anlatmislar ki. yeri geldiginde efe'nin yerinde her ne kadar otistik degil epilepsi de olsam kendimi gordugum zamanlar oldu. keza ailemde otistik olan kisiyi de gordum ve filmin icinde hissettim kendimi.

    otistik ya da epilepsili insanlarin bu zamana kadar hep "ozurlu" ya da "engelli" tanimlarinin yapildigi bir ulkede yasiyoruz malum. "sogan koklatmak tek care" diyerek oyle yaklasan insanlar var.

    ben acikcasi firat parlak'i hastalik konusundaki bu titizliginden dolayi tebrik ediyorum. mukemmel bir sekilde insanlara aktarmis.

    --- spoiler ---
    ancak filmin sonundaki kisim bana da biraz sacma geldi. yani koyda oturup tekneyi kenara cekip filmi bitirmek biraz basit olmus.
    --- spoiler ---
  • "bugün kahredersin, yarın güler geçersin. her şeye alışacak kadar gençsin..." repliği akıllarda kalandır.

    not: replik senaristlerin yeteneği mi yoksa bir kitaptan mı alıntı bilen arkadaşlar yeşillendirsin lütfen.
hesabın var mı? giriş yap