gülistan
-
içinde, mizahî örneklerin/hikâyelerin de bulunduğu eser.
kitaptan bir tavsiye (yaklaşık olarak):
"eğer arkadaşlarının sana sık sık gelmelerinden usandıysan; fakir olanlarına borç ver, zengin olanlardan da borç iste! uzun müddet rahat edersin!" -
sadi'nin 13. yüzyılda bağdat'ta aldığı eğitimini otuz yıl sürecek seyahatlerinde yaşadıklarıyla birleştirip ayet, hadis ve menkibelerden de yararlanarak kaleme aldığı, türkler tarafından da asırlar boyu türkçeye çevirerek okunmuş, küçük ders verir nitelikli hikayeciklerden oluşan yapıtı.
kitabın girişinde sadi şöyle demiş:
'bu gür ağaçlıklı bahçenin sekiz kapılı cennet gibi sekiz bab halinde tertibine karar verdik:
birinci bab : padişahların gidişi
ikinci bab : dervişlerin ahlakı
üçüncü bab : kanaatin üstünlüğü
dördüncü bab : susmanın yararları
beşinci bab : aşk ve gençlik
altıncı bab : zayıflık ve yaşlılık
yedinci bab : terbiyenin etkisi
sekizinci bab : konuşma ve gorgü kuralları
hoşça vakit geçirdiğimiz bu sıralarda hicretin 656. yılındaydık.
amacımız öğüt vermekti
verdik de.
ve seni tanrı'ya emanet edip gittik.''
şöyle de bir alıntı yaparsak :
''on derviş bir kilimde uyurken iki padişah bir ülkeye sığmaz'' -
sâdi'nin gülistan'ının farsça metnini, ingilizce tercümesini ve türkçe tercümesini tekmili birden şu sayfada bulmak mümkündür: http://www.gereklitarama.com/2011/08/gulistan.html
-
çok hoş bir rivayet vardır...
mevlana gülistan için "bî-nemek est" ("tuzsuzdur") demiş; sadi de "ve lîk helvast" ("lakin helvadır") diye cevap vermiş. -
sadi şirazi'nin ünlü iki eserinden -yazım tarihlerine göre- ikincisi. birincisi bostan'dır.
-
"gördüğüm gülistan rüyadır
belki rüya değil de hülyadır
gitti bülbül hazan eli güller
gülistanın yerinde yeller eser"
by metin kemal kahraman. -
15. yüzyılda manyasoğlu'nun ıı. murad için çevirdiği gülistan'dan:
"bu agır bahâlu ‘ömr bununıla geçdi ki; yazın ne yiyem ve kışın ne giyem"
dert hep aynı dertmiş. -
bahtiyar vahapzade'nin ünlü şiiridir.
gülüstan
ipek yaylığıyla o, asta-asta
silib eyneyini gözüne taxdı.
eyilib yavaşca masanın üste
bir möhüre baxdı, bir qola baxdı.
kağıza hevesle o da qol atdı,
dodağı altından gülümseyerek.
bir qelem esrlik hicran yaratdı,
bir xalqı yarıya böldü qılınc tek.
öz sivri ucuyla bu lelek qelem
deldi sinesini azerbaycanın.
başını qaldırdı,
ancaq dembedem
kesdiler sesini azerbaycanın.
o güldü kağıza qol çeken zaman,
qıydı üreklerin hicran sesine.
o güldü haqq üçün daim çarpışan
bir xalqın tarixi faciesine.
eyleşib kenarda topsaqqal ağa,
herden mütercime suallar verir.
çevrilir gah sola, baxır gah sağa,
başını yelledib tesbeh çevirir.
qoyulan sertlere razıyıq deye,
terefler qol çekdi müahideye...
terefler kim idi? her ikisi yad!
yadlarmı edecek bu xalqa imdad?!
qoy qalxsın ayağa ruhu tomrisin,
babekin qılıncı parlasın yene.
onlar bu şertlere sözünü desin,
zenciri kim vurdu şir bileyine?
hanı bu ellerin merd oğulları?
açın bereleri, açın yolları.
bes hanı bu esrin öz koroğlusu-
qılınc koroğlusu, söz koroğlusu?
babaların şeni, şerefi, elbet,
bize emanetdir, böyük emanet...
yoxmu qanımızda xalqın qeyreti?
bele saxlayarlar bes emaneti?
qoy ildırım çaxsın, titresin cahan!
ürekler qezebden
coşsun, partlasın.
daim haqq yolunda qılınc qaldıran
igid babaların goru çatlasın.
qoy eysin başını vüqarlı dağlar,
matemi başlandı böyük bir elin.
mersiye söylesin axar bulaqlar,
ağılar çağırsın bu gün qız, gelin!..
terefler sakitdir, qezebli deyil,
mehv olan qoy olsun, onlara ne var.
imzalar atılır bir-bir, ele bil,
sevgi mektubuna qol çekir onlar.
atıb imzasını her kes varağa,
eyleşir sakitce keçib yerine.
eynekli cenabla, tesbehli ağa,
qalxıb el de verir biri-birine.
onların birleşen bu ellerile
ayrılır ikiye bir el, bir veten.
axıdıb gözünden yaş gile-gile,
bu dehşetli hala ne deyir veten?
bir deyen olmadı, durun ağalar!
axı, bu ölkenin öz sahibi var.
siz ne yazırsınız bayaqdan beri,-
bes hanı bu yurdun öz sahibleri?
bes hanı heqiqet, bes hanı qanun?
qocadır bu yurdun tarixi, yaşı.
bes hanı köksüne serhed qoyduğun,
bir vahid ölkenin iki qardaşı?
görek bu hicrana, bu müsibete,
onların sözü ne, qerezi nedir?
bu xalq ezel günden düşüb zillete,
öz dogma yurdunda yoxsa köledir?
nece ayırdınız dırnağı etden-
üreyi bedenden, canı cesedden?
axı, kim bu haqqı vermişdir size,
sizi kim çağırmış vetenimize?
neçe vaxt sengerde hey ulaşdılar,
gülüstan kendinde sövdalaşdılar.
bir ölke ikiye
ayrılsın deye!..
göy de guruldamış deyirler o gün,
çölleri, düzleri buludlar sarmış.
o göy gurultusu ulu babekin ruhuymuş,
hönkürüb feryad qoparmış.
gülüstan kendinin gül-çiçekleri
bir günün içinde soldu-saraldı.
"gülüstan" bağlandı, o günden beri,
bu kendin alnında bir leke qaldı.
bağrı köz-köz oldu "yanıq keremin"
teller inildedi, yandı, ne yandı.
aşığın sazında daha bir hezin,
daha bir yanıqlı perde yarandı.
hemin gün ölkeni apardı sel, su,
tutuldu çöhresi günün, ayın da.
qoca nebatinin eşqi, arzusu,
o gün batmadımı arpa çayında?
ağlayıb dağlardan esen külekler,
bu meşum xeberi aleme yaydı.
sanki dile geldi güller, çiçekler:
"bu ise qol qoyan qollar sınaydı".
arazın suları qezebli, daşqın,
sirin neğmeleri ahdır, haraydır.
veten quşa benzer, qanadlarının
biri bu taydırsa, biri o taydır.
quş iki qanadla uçar, yükseler,
men nece yükselim tek qanadımla?
ürekler bu derdden tüğyana geler,
axar gözümüzden yaş damla-damla.
cenablar, bir anlıq düşündünüzmü?
verdiyiniz hökmün ağırlığını?
bu hökmün dehşeti ellimi, yüzmü?
biz nece götürek bu göz dağını?..
başı kesilende bu meğrur elin
qelbin ağrısını hiss etdinizmi -
qoca füzulinin, igid babekin
etiraz sesini eşitdinizmi?
cenablar, bir damcı mürekkeble siz
düsünün, nelere qol çekmişsiniz?
bir damcı mürekkeb, bir vetendaşı
qanına bulayıb ikiye böldü.
bir damcı mürekkeb olub göz yaşı
illerle gözlerden axdı, töküldü.
min leke vurdular şerefimize
verdik, sahibimiz yene "ver" - dedi.
lap yaxsı eleyib doğrudan, bize
biri "baran" - dedi, biri "xer" - dedi.
bizi hem yediler, hem de mindiler,
amma dalımızca gileylendiler.
hökmü gör ne qeder böyükmüş anın
möhür de basdılar varağa tekrar.
yox, varağın deyil, azerbaycanın
köksüne dağ boyda dağ basdı onlar.
imzalı, möhürlü ey cansız varaq,
ne qeder böyükmüs qüvvetin, gücün.
esrler boyunca vuruşduq, ancaq
sarsıda bilmedik hökmünü bir gün.
ey kağız parçası, evvel heç iken,
yazılıb, qollanıb yoxdan var oldun.
böyük bir milletin başını kesen,
qolunu bağlayan hökmdar oldun.
bir eli ikiye paraladın sen
özün kağız iken paralanmadın.
köksüne yazılan qelb ateşinden,
niye alıçmadın, niye yanmadın?
araz serhed oldu, esdi külekler,
sular yatağında qalxdı, köpürdü.
üstü dama-dama taxta direkler,
çayın kenarında sef çekib durdu.
sular, sizden temiz ne var dünyada?
lekeden xalidir axı qelbiniz.
bağrınız alışıb niye yanmadı
bu çirkin emele qol qoyanda siz?
ey araz, sepirsen göz yaşı sen de,
keçdikce üstünden çölün, çemenin.
seni arzulara sedd eyleyende,
niye qurumadı suların senin?
dayanıb arazın bu tayında men
"can qardaş" deyirem, o da "can" deyir.
ey zaman, sorğuma cavab ver, neden
sesim yeten yere, elim yetmeyir?..
qarışıb gözümde, qarışıb alem
derd-derdi doğrayır, qem-qemden keçir.
arazın üstünden keçe bilmirem,
araz derdim olub sinemden keçir.
taxta direkleri torpağa deyil,
qoydular füzuli divanı üste.
yarıya bölündü yüz, yüz elli il
geraylı, bayatı, muğam, şikeste.
demir çeperleri eşqim, dileyim,
tarixim, enenem üste qoydular.
yarıya bölündü canım, üreyim,
yarıya bölündü arazda sular.
taxta direkleri qoydular ax, ax!
qelbimin, ruhumun, dilimin üste.
biz güldük, ağladıq, yene de ancaq
bir sazın, bir telin, bir simin üste.
ürekden üreye körpü? bir dayan!
derdimiz dinirse, bir sazın üste
şehriyar yaralı misralarından
körpü salmadımı arazın üste?!
bu taydan o taya axışdı sel tek
göze görünmeyen könül telleri.
bu selin önünü ne çay, ne direk
kese bilmemişdir yüz ilden beri.
ağalar bilmedi birdir bu torpaq
tebriz de, bakı da azerbaycandır.
bir elin ruhunu, dilini ancaq
kağızlar üstünde bölmek asandır.
böl, kağız üstünde, böl, gece-gündüz,
torpağın üstüne direkler de düz,
gücünü, ezmini tök de meydana,
qosundan, silahdan sedd çek her yana.
torpağı ikiye bölersen, ancaq,
çetindir bedeni candan ayırmaq!
ayırmaq kimseye gelmesin asan
bir xalqın bir olan derdi-serini.
o taydan bu taya mustafa payan
oxuyur vahidin qezellerini.
dolandı zemane, döndü qerine,
şairler od tökdü yene dilinden.
vurğunun o hesret neğmelerine
şehriyar ses verdi tebriz elinden:
"heyder baba, göyler qara dumandı,
günlerimiz bir-birinden yamandı.
bir-birinden ayrılmayın, amandır,
yaxşılığı elimizden aldılar,
yaxşı bizi yaman güne saldılar.
bir uçaydım bu çırpınan yelinen,
qovuşaydım dağdan aşan selinen,
ağlaşaydım uzaq düşen elinen.
bir göreydim ayrılığı kim saldı,
ölkemizde kim qırıldı, kim qaldı". -
gülistan nasıl yazıldı?
şeyh sadi-i şirazi 50 yaş dolaylarında geçen günlerini telef olan bir ömür olarak görüp,
"her nefeste ömrümden bir nefes eksiliyor. etrafıma bakıyorum kimseler kalmamış. be adam, elli yaş yaşadın, hala uykudasın. bu kalan beş gününün mü kıymetini idrak edeceksin? hayatını boşuna geçirip iş görmeyen, göç davulu çalmadığı halde yükünü hazırlamayan kimse utanacaktır.
bu dünyaya her gelen bina kurdu; ölünce başkasına bıraktı. yerine gelen de onun gibi kuruntuya kapıldı. o da öldü. binayı kimse başa getiremedi. bekası olmayan dostu - dünyayı- dost tutma, bu gaddar dost edinmeye yaramaz madem ki iyi kötü herkes ölecektir o halde bahtiyar, iyilik topunu çelen kimsedir. azığını kabrine kendin gönder. ömür, temmuz güneşine maruz kalan kardır. bu kar erimiş, pek az kalmış.
ey pazara eli boş giden kimse! yol budur, mert ol, bu yoldan yürü. "
ve
"dili kesilmiş bir dilsiz yahut sağır olarak bir köşede oturan kimse dili kendi hükmünde olmayan - dilini idare edemeyen- kimseden daha iyidir"
diyerek artık hayattan, insanlardan el etek çekmeye karar verir. dostu gelir ve bu halini değiştirmeye çalışır,
"kardeş, bugün söz söylemek mümkün iken söyle. tatlı tatlı konuş; çünkü yarın ecel habercisi gelince çaresiz olarak dilini çekecek, susacaksın" der ve "sadi benimle alıştığımız şekilde konuşmadıkça buradan gitmem, huzur bulmam" diye diretir. velhasıl sadi arkadaşı kaybetmek istemez;
"kavga etmek istediğin zaman öyle birisiyle yap ki ne ona ihtiyacın ne de ondan korkun olsun"
diye düşünerek çaresiz olarak konuşmaya başlar. o gece bir bahçede sabah ederler. arkadaşının gül , reyhan , sümbül ve ispergam çiçekleri ile kucağını doldurduğunu görür. sadi ise;
"gülün ömrü az olur. çok sürmez bu gülistan bozulur, ne gül kalır, ne gülistan kalır. gelip geçici şeylere gönül bağlamayın, demişler" diyerek,
"bir deste gül ne işine yarar, onun yerine gel benim gülistanımdan bir yaprak al. gül ancak beş altı gün yaşar. bu gülistan daima ter-ü taze durur, solmak bilmez" diyerek gülistanda daha güller solmadan bu kitabı yazar ve bitirir.
sükut;
"baktın ki iş kavgaya varacak sabret. çünkü yumuşaklıkla cenk kapısı kapanır. inat gördüğün zaman latif ol, çünkü keskin kılıç yumuşak ipeği kesmez. tatlı dillilikle, lutf ile hoşlukla bir fili kıl ile yenmeye kadir olursun."
kanaat ;
"dünyanın yedi iklimini yaratan allah herkese, layık olduğu şeyi vermiştir. miskin kedinin eğer kanadı olsaydı, dünyadan serçenin tohumunu kaldırırdı. öküzdeki iki boynuz eğer eşekte olsaydı kimseyi yanına sokmazdı. bazı acizler olur ki kuvvet kazanır kazanmsz, kalkar acizlerin elini büker. " -
güllerle dolu bahçe, gül bahçesi anlamına gelir.
hüznü dağıtan bir el uzanır insana, işte sen de böyle bir gülsün diye.
hasılı, gül olmak güzeldir.
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap