• girit'in 3/4'u turkiye cumhuriyeti'ne ait degildir, hicbir zaman da olmamistir.

    bahsi gecen iddianin temeli, osmanli imparatorlugu'nun 1. dunya savasindan yenik cikmasindan sonra girit'in 4 muttefik devlet arasinda bolunmus olmasi fakat daha sonra bu 4 devletten 3'unun haklarindan feragat etmesi, dolayisi ile "madem onlar cekildiler, bu 3/4'luk parcanin onceki sahibine yani osmanli imparatorlugu'na donmesi gerekir" gorusudur.

    oysa ki 1913 tarihli atina antlaşması'ndaki su madde, kabak gibi durmaktadir.

    "the ottoman empire acknowledged greek sovereignty on the island of crete, which had been an autonomous state under ottoman suzerainty after 1897"

    dolayisi ile, adanin geri kalani yunanistan'a devredilmis bunu da osmanli imparatorlugu kabul etmistir. yani bu ada uzerinde herhangi bir turk iddiasi kalmamistir.

    (bkz: atina antlaşması)

    milliyetcilik ayagina kandirilmaya artik son verin, ayakta opuyorlar haberiniz yok.
  • çok güzel bir yaz tatili geçirmeme vesile olmuş akdeniz adası.

    tatil planı yapacaklara birkaç bilgi vermeye çalışayım;

    adaya istanbul'dan direkt uçuş imkanı yok. ya selanik ya da atina'dan bunu yapabilirsiniz. belki dönem dönem başka yunan şehirlerinden de vardır. bizden uçuş olmama sebebi rakip olmasından ötürü olabilir, burada bir tatil ülkemizdekinden ucuza geliyor ve bu bizim turizm patronlarının seveceği bir şey değil. neyse, yaz aylarıysa avrupa'nın neredeyse her yerinden ucuşlar mevcut. selanik'e arabayla gidip orada arabayı özel otoparklara (çok fazla seçenek var) bırakabilirsiniz, sonra havalimanına kendileri bırakıyor.

    araba kiralama için interneti iyice araştırın yerel şirketlerden memnun kalınmışları seçin ve mutlaka tam sigorta yaptırın. arabasız girit'te gezmek imkansız. sabit bir şehirde kalacaksınız anca o zaman olabilir. uluslararası kiralama firmaları çok pahalı, ben yerel şirketten daha 800km vw t-cross aracı 360 euroya tam sigortalı kiraladım. tam sigorta da önemli çünkü şehir içleri park sorunu var arabalar çizilebiliyor. benimkinin arka kapısına kapalı otoparkta biri çarpmış ve göçmüştü, sigorta sayesinde hiç bir sorun yaşamadım. sormadılar bile ne oldu diye.

    hanya (chania) çok guzel bir şehir, bir çok tarihi yapı ve yakın noktalarda da onlarca sahile sahip. yeme içme konusunda, fiyatına göre büyük porsiyonlara sahip. ben öğlen yemeği yediğim de gece yarısından sonra ancak acıkıyordum. hangi işletme olursa olsun hepsi lezzetli. venediklilerden kalma ve osmanlıları da kullandığı gemi tersaneleri artık müze ve kültürel faaliyetler için hizmet veriyor. küçük hasan paşa camisini rıhtımda atlamak mümkün değil, mimari yapısının tezatlığıyla çok farklı bir görsel katıyor ve kesinlikle en güzel yapı kendisi. ileride mısır hidivinin yaptırdığı hanya feneri var, buraya yürüyebilirsiniz. bir de venediklilerden kalan, şimdide girit denizcilik müzesi olarak hizmet eden kale var oraya da mutlaka uğrayın surlardan manzara inanılmaz ve müze kısmı hariç ücretsiz. venedik tersanelerinin arka sokağında bizans surları halen görülebiliyor. agios nikolaos kilisesi halen cami minaresinin ayakta durduğu nadir hanya kilisesi ve hatta çan kulesi ve minaresi aynı anda olan tek kiliseymiş. geri kalan zamanda merkezdeki kısımda ara sokaklara girip gezin. camilerden dönüştürülmüş mağazalar, ara ara osmanlı mimarisi evler ve venedik vari sokaklar. burada kaybolmak çok güzel olurdu fakat ufak olduğundan kaybolmak zor olanı. akşam yemeği için önerim balık için tarihi merkezden biraz uzak olan kaiki (evet kayık), diğer yemekler için tarihi merkez civarında oinopiio ve mezedoscholeio.

    stavros denen bölgede kaldım. hanya'ya 35-40 dakika uzaklıkta bulunuyor. ufak oteller var. burayı özel kılansa stavros plajı. oscar almış bir filme, meşhur dans sahnesinde evsahipliği yapmış. gerçekten de güzel bir plaj. küçük bir koy olması sebebiyle dalgalardan korunuyor. hemen derinleşmemesi çocuklu aileler için artı. plajda paralı işletme de var şezlong ve şemsiye için ama ben kullanmadım yanımda getirmiştim zaten. hemen arkasında restoranlar bulunuyor. restoranlardan plaja en yakın olanı çok havalı ve akşamları full çekiyor ama fiyatlar diğer yerlerle benzer. almyriki restoran unutmayın. ada da hiç bir yeri gezmeden burada da tatil yapabilirsiniz tek istediğiniz deniz ve güneşlenmekse tabi. stavros-hanya yolunda taverna irene hem lezzet hem porsiyon hem de fiyat olarak heralde en beğendiğim yerdi. her günüm orada geçsin isterdim ki birden fazla kere gittim zaten. hanya merkezde bile kalsam buraya uğrarım.

    resmo (rethymno) adanın üçüncü büyük yerleşimi, bana göre de adanın yerlisine göre de en güzel yer burası. sokakları, kalesi, restoranları, mağazaları çok güzel. bir daha gelirsem mutlaka kalacağım yer burası olur. osmanlı'nın izinin en belirgin olduğu yer de kesinlikle burası. camiler, minareler hepsi tas tamam duruyor yerinde.

    en büyük şehriyse kandiye (heraklion). çok fazla yıkılmış ve tahrip olmuş o yüzden tarihi yapılar oldukça az ama arkeoloji müzesi ve knossos sarayı mutlaka görülmesi gereken yerler. görece ucuz bir şehir, seçenek çok ve turist daha az ondan olabilir.

    adanın daha doğusu hakkında bilgim yok fakat doğal güzellikler açısından çok iyi olduğu kesin ve çok daha bakir. turist ve yerel popülasyonu çok düşük olduğundan bu sanırım.

    adanın güneyi de oldukça bakir ve az nüfusa sahip. adanın yerlileri hafta sonları hep buralara gelip denize giriyor. nudist plajlar da oldukça fazla. burada bir doğa harikası olan preveli plajı bulunmakta. denize akan bir derenin etrafında palmiye ağaçları ile adeta mısır'da nil nehrindeymiş havası yakalayabilirsiniz. denizi hemen derinleşiyor. bir adet büfe var ve oradan ihtiyaçları karşılayabilirsiniz. buraya karayoluyla gelmek ölüm. çünkü park edilen yerden plaja doğru yürümek tam bir eziyet o sıcakta ve düzgün bir yol da yok. plakias'a gidip, oradan tekneye binip gelmek en doğrusu.

    elafonosi ve balos plajları adanın en batısında. balos kuzeybatıda kalıyor. oraya da kissamos kasabasından tekneyle ulaşmak sizin hayatınızı kurtarır, yoksa 40 dakikalık güneş altında bir yürüyüş sizi bekliyor ama yürüyüş sırasında karşınıza çıkacak manzaraya bir fotoğrafla bakmanızı isterim. elafonosi ise pembemsi kumlarıyla meşhur. ikisi de muhteşem, sığ ve çok kalabalık. sabah en geç 8 gibi buralarda olmaya çalışın ki keyfini çıkartın çok fazla turist gelmeden.

    daha sayısız plaj var ve kimse yok. türkiye'de zor bulacağınız bir lüks. plajlar size ait hissedebilirsiniz.

    adanın doğusunu da görme dileğiyle...

    eklemeler: tek tük bir kaç bilgi daha eklemek istedim yazarken unuttuğum.

    hanya'dan resmo yönüne giderken yolu biraz uzatırsanız agios giorgios manastırı var bölge ismi karydi diye geçiyor. tam bir tepe tırmanış yolu sonrası ufak bir manastır var. şimdilerde giriş ücreti 2 euro olarak gözüküyor fakat kimse bir ücret talep etmedi, hatta çıkış yaparken sadece 1 kişi gördüm. uzak bir lokasyon olduğundan geleni gideni az. manastır bahçesinin arka tarafında ikinci dünya savaşında almanlar yıkana kadar bir zeytinyağı binası varmış. ışık oyunlarıyla harika fotoğraflar çekiliyor ve kimse olmadığından çok etkileyiciydi.

    ayrıca aynı bölgede kefalas isminde bir köy var. burada vangelis bey yıllar sonra atina'dan evine dönmüş ve evini tanrıya adamış bu uğurda da neredeyse 30 yıldır topladığı taşlardan kendine bir ortam yaratmış. evinin tüm bahçesini aşmış köyün girişi, çıkışı ve başka yerlerinde bile taştan yaptığı yapı lar ve adak yerleri var. onlara çeşitli renkler vermiş, bazılarına camdan ve seramikten süsler eklemiş. eğer manastıra kadar geldiyseniz çok yakın olduğu için görmeye değer bir yer. ben çok beğendim. vasngelis bey çok konuksever, içecek ikram etti ve afroditi ismindeki kedisiyle tanıştırdı.
  • geçtiğimiz yıl temmuz ayında yunanistan gezimin ilk bölümünde 3 gece girit'te kaldım. adayı ziyaret ettiğimde 9+ büyüklüğünde deprem beklendiğini ve tsunami tehlikesi olduğunu bilmiyordum. minik toyota aygo ile keçi yollarında giderken üzerimize düşebilecek bir kaya ile tost olma ihtimalimiz varmış. zaten gezmeye başladığımda uyarı levhalarıyla hafiften tırsmıştım.

    ada gerçekten çok güzel, mutlaka görülmesi gerekiyor ancak 3-5 gecede adanın tamamını gezmeniz, popüler olan her lokasyonu ziyaret etmeniz mümkün değil. en az 15 gün gerekiyor. durum böyle olunca bir tercih yapmak zorunda kaldım, avrupa'nın en güzel plajlarından bazıları burada olduğu için tercihimi plaj+sessizlik+doğa'dan yana kullandım.

    ulaşım için atina üzerinden uçak ya da pire limanından feribot var. kesinlikle uçağı tercih edin. 8 saat feribot tam bir işkence. paraya kıyıp yataklı bir oda alırsanız elbette feribot ile gece yolculuğu da yapabilirsiniz. biz giderken uçak, dönerken feribot tercih ettik çünkü istediğimiz saatte uçak yoktu. gece yolcuğu yaparak ekstra zaman kazandık, bütün gün chania'da gezip içtik. bu arada feribot için en azından numaralı koltuk almalısınız aksi takdirde oturacak yer bulamayabilirsiniz. denizi izleyerek gitme gibi bir şeyi de düşünmeyin hem rüzgarlı oluyor hem de gürültüden kafanız şişer.

    gitmeyi düşünenler için kısaca özetlemek gerekirse, adanın en merkezi yerleri rethymno (resmo), chania (bkz: hanya) ve heraklion (kandiye). gece hayatı, sürekli aksiyon arayan biriyseniz bu 3 lokasyonun merkezlerinde konaklamalısınız ancak rethymno ve heraklion'da kaldığınız takdirde, adanın en güzel plajlarına çok uzak olacaksınız. ziyaret etmeniz oldukça zor. ben tercihimi palaiochora kasabasından yana kullandım. burası chania'ya bağlı ancak chania'nın güneyinde ve merkeze 1 saat uzaklıkta. sessiz, sakin ve denize sıfır bir pansiyonda kaldım. geçen yıl 3 gece için 2100 tl ödedim. oda da gayet temiz ve güzeldi. kalmaya çok para harcamayın, nihayetinde uyumaya ve duş almaya geliyorsunuz. popüler plajlara çok yakın yerlerde konakladığınız takdirde de, akşamları yürüyerek her hangi bir yere gidemezsiniz. bu sebeple palaiochora merkezde kalmak kısmen iyi bir tercih. bu arada en geç 11'de uyudum diyebilirim. sabah 7-8 gibi kalkıp yollara düşmek gerekiyor.

    bu bölgede kalacaklar akşam yemekten sonra mutlaka (bkz: agios bar)'ı ziyaret edip yaptıkları kokteyleri denemeli. saat 8'den sonra bu küçük mekanda yer bulmak imkansız. mutlaka 8'den önce gitmelisiniz. kahvaltı için manto studios cafe'yi tavsiye edebilirim. hem açık büfe hem sınırsız. puanı yüksek gözükmesine rağmen restaurant vrissali'i ise kesinlikle ziyaret etmeyin, bu mekan ve gittiğiniz bir çok yerde zeytinyağı kakalamaya çalışıyor, ciddiye almayın. yemekler için liman ve etrafındaki restoranlar daha iyi. meze+et goygoyundan sıkılanlar için de odun ateşinde italyan pizzası yapan yerler var.

    adada görmeniz gereken en önemli 3 plaj:

    elafonissi beach
    balos beach
    falasarna beach

    bu plajları ziyaret etmek için en az 1 saat yol gittik. doğası o kadar güzel ki, o 1 saatin nasıl geçtiğini anlamayacaksınız. trafik tabelalarını lütfen dikkatle takip edin. tehlikeli noktalar oluyor. dağın içinde bir tünel vardı ama tek şerit, iki tarafta kırmızı ışık var. bir siz geçiyorsunuz bir diğer taraftan gelenler. tünele gelmeden önce kenara park edip kanyonları, vadiyi izleyebilirsiniz.

    elafonissi'de şezlong ve şemsiye bulmak istiyorsanız sabah en geç 9'da plajda olacak şekilde yola çıkın. bence 8:30'da orada olun. kahvaltıyı plajda yaparsınız, çeşitli tostlar, kahve, meyve suyu idare edin. ben temmuz ayında, saat 10:30 gibi gidip 1 tane bile şezlong bulamadım. plajın epey arkasındaki ağaçların altında takıldım. sonra da farklı bir plaja gittim.

    balos'a kesinlikle arabayla gitmeye kalkmayın. bildiğin keçi yolundan (mecazi anlamda değil, bildiğin keçiler de var) gidiyorsunuz, ortalama hız 10km/saat, sağ taraf uçurum sol taraf taş/kaya düşme riski var. yol bittikten sonra da 20 dk yürüyüş var, terlikle yürünecek bir yol değil. patikadan aşağı inmeniz gerekiyor. en güzeli paraya kıyıp tekne turu ile gitmek.

    falasarna'ya giderken yapmanız gereken bir şey yok. plaj oldukça büyük ve bir sürü işletme var. istediğiniz saatte gidebilirsiniz.

    yukarıdakilerin dışında plaj olarak paralia grammenou'u tavsiye edebilirim. yol üstünde, içerisinde camping alanı da olan bir yer. plajın arkasındaki restoran gerçekten efsane. kaldığımız yere de 10dk uzaklıktaydı. çok ilginç likörler ikram ediyorlar. meyve vs de ikram. etleri ve mezeleri gerçekten çok lezzetli. mutlaka (bkz: kabak çiçeği dolması) sipariş edin. türkiye dışında bir yerde ilk defa kabak çiçeği dolması gördüm. yanına da kuru cacık.

    adadan ayrılmadan önce chania merkezde takıldık. aracınızı buraya park etmek işkence ancak ben çok şanslıydım. otoparkte yer bulmak çok zor dediler, chania port parking'e vardığım an içerden bir araba çıktı, hemen park edip çıktık. merkezdeki eski cami ve kaleleri hızlıca gezip, ilk önce nama restobar'da kahve içtik sonra da ka mon ırish pub & bar 'da sarhoş olduk :) nama restobar hem aperatifleriyle hem de kokteyleriyle ünlü bir yer. iki mekanı da tavsiye ediyorum.

    yukarıdaki konumlar dışında sheitan limanını çok duyacaksınız, boşuna gitmek için uğraşmayın. bok gibi bir yol, taş-kaya düşme riski var. adada tavsiye ettiğim diğer plajlardan/koylardan farklı değil. her hangi bir fırından cream&sugar isimli şekerli ve tarçınlı börekten mutlaka alın. zorba beach, gold beach, zorba taverna vs gibi yerlerden uzak durun. nikos kazancakis'i sevdiğim için ben hepsini ziyaret ettim. bi halt yok :d araç kiralamayı havaalanından yapın, avis ya da budget gibi bir firmayı tercih edin. aracı teslim ederken hiçbir şeye bakmadılar. toyota aygo ya da benzeri bir araç 2 kişi için işinizi görür, daha büyük ve güçlü bir araca ihtiyacınız yok. rahat rahat park yaparsınız işte.
  • anneannem ve dedemin mübadele zamani sutlandiklari güzel akdeniz adasi. yunanistan'dan bagimsiz denebilecek, oldukça eski bir tarihe ve kültüre sahip bir adadir. hatta halihazirda girit'in bagimsizligi için mücadele eden bir örgüt dahi vardir. girit göçmeni diye tabir edilen insanlar ise ayri bir alemdirler. nüktedanlik hadsafhadadir. ataerkil bir toplum olmalarina ragmen kadin erkekten lafini esirgemez, erkek ise her türlü dokundurmayi anlayisla karsilar. bir de giritliler zeytinyagina dayanan "otçu" diye tabir edilen müthis bir yemek kültürüne sahiptirler. öyle ki benim gibi ortalama bir sehir insanin " aa ne güzel çayir çimen hadi piknik yapalim" dedigi bir mekandan, bir giritli, inanamayacaginiz güzellikte 40 çesit yemek çikarabilecek ot toplar. eger sebze sevmeyen bir insaniz bile bir girit kadini sizi gönüllü bir inege çevirebilir. yeri gelmisken yasadiklari yerlerde giritler için söylenen bir lafi paylasmadan olmaz "bahçene giritli girecegine inek girsin" .
  • hayatimin en güzel günlerni gecirdigim ada. cok birseyim yoktu, belki ondan mutluydum. ne bekledigimi bilmeden gittim. önce hüzün sardi, sonra sefkat kucakladi.

    nerde aksam,orada sabah yapiyordum. hava güzeldi. belki de 14 gün boyunca bulutun ugramadigi gökyüzüydü beni mutlu eden. az ile yasayip, cok mutlu olabilmek sanat degilmis. yeter ki hava güzel olsun.

    aksam karanlik basmaya basladi mi, aciyordum radyomu, bazi hüznüm artiyordu, bazen keyifleniyordum. hic olmadi bir rakadikoya gidip iki tsikoudia icip, bir yoldasla tavla oynayip, akabinde vurup kafayi yatiyordum. ertesi gün günes aciyordu, ben yine yollara düsüyordum..

    hala durup durup özledigim yer. hava biraz ilik olmaya dursun... zihnim varip düsüyor yollara, gidiyor oturuyor giritin bir sahiline.

    bana bir baba* hediye eden ada. memleket.girit.
  • otu o kadar çok severlermiş ki, tarlasına bir giritli ile bir ineğin girdiğini duyan köylünün "inek kalsın, giritli'yi çıkarın tarlamdan." dediği rivayet edilir.
  • turistler ve turist yığılma kamplarıyla sahilleri donatan seyahat bürolarına rağmen alaturka yaşamayı seven herkesin mest olacağı cennet adası. türkiye'de herhangi bir eğlence akşamını planlarken ister istemez kapıldığım "aman kazıklanmayayım" duygusunu bir dakika bile yaşamadığım; insanıyla, içkisiyle, türküsüyle, lyra'sıyla laouto'suyla, otlarıyla, deniziyle sahiliyle meşk ettiğim, yeni keşfettiğin manevi vatanım.

    40 derece sıcakta krizden de faydalanıp kolay para kazanmak varken en temel ihtiyaç olan suyu istisnasız her lokantada default olarak ikram eden başka bir millet var mıdır acep?

    3,5 euro'luk tsikoudia (girit rakısı) şişesinin yanında ikram olarak 5 euro'luk meze getiren melek başka nerede bulunur?

    ben bir aptallık yaptım 2 haftalık otel ayarladım. her gittiğim yerden dönüş mesafesini katarak 2000 km katettim. siz siz olun, ilk defa gidecek olsanız dahi hiç çekinmeden ilk gecenizi ayarlayıp gerisini saldım çayıra mevlam kayıra diyerekten doğaçlama planlayın. güney sahillerine gidin, her köyde mutlaka ucuz bir pansiyon ve sıcak insanlar bulursunuz. girit yemekleri dururken patates üzeri kuşbaşı tabağı isteyen almanlardan, yiyemeyecekleri kadar sipariş veren ruslardan da kurtulursunuz güneyde.
  • bir kere gittiğinizde asla dönmek istemeyeceğiniz, yaşayan ama dingin, dev bir alanı kaplayan, masmavi, yemyeşil bir ada girit. adanın bir ucundan diğer ucuna kadar her yeri mıknatıs gibi sizi içine çekiyor, özellikle de berrak denizi ve upuzun kumsalları. defalarca gitsem bıkmam. adanın doğasına hayran kalmamak mümkün değil. bildiğimiz adalardan değil, adayı doğu-batı, kuzey-güney olarak dörde bölüyorum zihnimde ve her yönündeki apayrı doğa güzelliklerini , coğrafi özelliklerini, manzarasını, iklimini hatırlıyorum. arabayla gezerken asla bitmeyecekmiş gibi duran, kuzey ve güneyi birbirinden ayıran, son derece yüksek, heybetli kayalık dağları, yemyeşil ağaçları, kayaların arasından çıkan pembe zakkum çiçekleri, alabildiğine zeytin ağaçları, peşpeşe sıralanan koylarındaki akvaryum berraklığındaki suyu, beyaz-pembe renkli kumun ayaklarınızı yaktığı kumsalları ve mis gibi kekik kokan küçük dar sokaklarını düşünürken, yeniden girit bileti bakasım geliyor. bize beş gün kesinlikle yetmedi; adaya hakim olabilmek için rahat rahat 10 gün ayırmış olmak gerekiyor. fakat üç ayrı noktada konaklama programı yapmanın epey faydası oldu çünkü tatilinizin tamamını bir otele ayırırsanız muhtemelen uzun yollar aşmaktan yorgun düşersiniz.!

    atina aktarmalı girit’in en büyük şehri heraklion’daki havalimanına geceyarısı indik ve havalimanından geçince taksi ile iki gece konaklayacağımız hersonissos’a geldik. kaldığımız otel merkezde ve deniz kenarında, maragakis beach hotel oldu. booking.com üzerinden ayırttığım odadan farklı bir oda ile karşılaştık fakat ikinci gece düzelttiler. gece vardığımız için pek nerede olduğumuzu anlayamasak da, hemen eşyalarımızı bırakıp otel civarını keşfe çıktık. kaldığımız yer hersonissos’un tam merkezindeymiş ve son derece turistikmiş, pek çok gece klübüne kısa bir yol yürüdükten sonra ulaşıldığını farkettik ve bu çevrede vakit geçirmeyeceğimizi anlamış olduk. baştan söylemeliyim; turistik olmayan yerleri, kumsal, deniz ve yöresel tatları keşfedeceğimiz bir gezi hayal ettiğimiz için rotayı buna göre çizmiştik. !

    birinci günümüzün sabahında ilk işimiz cretarent firmasından kiraladığımız arabayı otelin önünden teslim almak oldu. ekonomik sınıf araç için ödeme yapmış olmamıza rağmen bize bir üst sınıf geniş bir aile arabasını aynı fiyata getirmişlerdi. bu arabayla 5 günde 1200 km yol yapacağımızı bilmiyorduk tabi:) 170 euroya kiraladığımız notunu da düşerken size diesel araba seçmenizi tavsiye ederim. 1200 km yolu toplamda sadece 90 euroluk benzinle yaptık. !

    hersonissos civarı için de kafamda bir yerlere gitmek vardı fakat otelden de tavsiye almak istedim ve sohbet esnasında malia’daki potamos beach’in görülecek yerler arasında olduğunu öğrendim. şezlong ve şemsiye bulup, sakince iki saat kadar geçirdiğimiz, mis gibi berrak denizine girdiğimiz bu plajı adanın doğu tarafında iseniz mutlaka görün. bu açılıştan sonra güzergahımızdaki aghios nikolaos’a geçtik. merkeze gelince yukarı doğru tırmanarak tepede arabayı bıraktık ve yürüyerek aşağı doğru inerken büyülendik...

    göl gibi muazzam berraklıktaki koyun çevresinde yürüdükten sonra yemek için gerçek bir deniz ürünleri uzmanı evanna restorana oturduk. girit’teki ilk yemeğimizdi ve midye yemek aklımdaydı. girit salatası, kremalı ve yüksek aromalı ılık midye, ahtapot ızgara, domuz suvlaki ve orta asitli ev yapımı soğuk bir şişe beyaz şarapla bayramı yaşadık. midyeyi nefis yapmışlardı ve servisleri hep çok bol olduğu için fazlasıyla doyduk. bundan sonra girdiğimiz her yerde karşılaşacağımız girit rakisi ve meyve ikramını ilk defa burada gördük. öğle saati tatlı bir sarhoşlukla çevreyi gezdik, zaten kendinizi ne kadar sıcak olsa da daracık sokaklara teslim ediyorsunuz. her açık tavernaya girip canlı müzik olup olmadığını sordum ama malesef o bölgede bir tane bile denk gelmedi. deniz saatini kaçırmamak için bölgeden ayrıldık. rotada voulisma golden beach vardı. arabada girit müzikleri dinleye dinleye kumsala geldik ve bir kez daha şaşırdık, o kadar güzeldi ki... şezlong ve şemsiye için sadece 6 euro ödeyerek, 2 saat kadar da burada vakit geçirdik. bodrum, çeşme gibi tatil beldelerindeki fiyat-mekan kalitesi ile kıyaslama yapmak mümkün dahi değil. hayatımda ilk defa jet-ski’ye de burada bindim. ben kullanmadığım halde çok keyif aldım. denize girmeye doyamadığım bu kumsala da veda ettik ve güneş batarken, gökyüzü eflatunken hersonissos’taki otelimize doğru yola çıktık. girit’te yaşıyor olsam haftada bir defa kesinlikle bu plaja giderdim.

    akşam old hersonissos’ta bir tavernada yemek yemeye karar verdik. bölgenin eski bölümü kesinlikle görülecek yerler arasında. araba ile 10 dakika sürmeyecek şekilde denize dik olarak tepeye tırmandık. daha sonra kendimizi avlulu, süslü kapıları olan, kendine has mimarisi ile şehrin bu bölümüne bıraktık. geleneksel taverna müziği duyana kadar yürüdük ve sesi takip ederek galini restorana geldik. burada bizi pek çok sürpriz bekliyormuş, haberimiz yoktu:) helenistik kıyafetleriyle kadın garsonlar ve mekanın dekorasyonu, sahibi aleksandro (sonradan arkadaşımız olacak), vedat milor’u ağlatacağına inandığımız menüsü ile harika bir gece yaşadık burada. aleksandro sıcak bir şekilde bizi karşıladığında şaşırdık ama sonraki 4 gün artık şaşırmayacaktık çünkü girit’te herkes son derece misafirperver. açıkçası türkiye’de özellikle istanbul’da herhangi bir mekanda bu derece güleryüze, misafirperverliğe ve samimiyete rastlamak artık imkansızlaştı. girit’te yaşasam buranın müdavimi olurdum. ana yemek olarak bu sefer kuzu bonfile söyledik. hemen bir meze tabağı ikramı geldi elbette girit salatası ve caciki ile beraber. yemeklerin herbirinin sunumu çok özeldi. salataya sirke koymayı tercih ediyorlar, ben hep taze limon sıktım. ekmek dilimlerinin üstüne ev yapımı zeytinyağı dökünce bağımlılık yaratıyor:) keçi peynirini susamla kaplayıp kızarttıkları, kestane ilaveli bir meze geldi, yine ikramdı. soslu karidesi yemeden olmaz ve girit otlarının haşlaması da bolca zeytinyağı ile servis ediliyor, kaçmaz. yine ikram olduğunu söylediği enginarlı kuzu yahniyi ben ana yemek sanarak bolca yedim, meğer ana yemek daha gelmemiş! artık midemde yer kalmamıştı. girit’te en iyi kırmızı eti tadacağınız restoranın galini olduğunu düşünüyorum. ana yemek olarak 9 parça kuzu bonfile geldi (porsiyonlar çok çok fazla), bir kısmı rokfor peyniri ile, bir kısmı farklı soslarla hazırlanmıştı. pamuk gibi et olur mu olur! etin yanında çeşitli haşlama ve kızartma sebzeler geliyor, tereyağlı sade kumpir ile birlikte. o porsiyonların büyüklüğü yok mu! bir şekilde istanbul’da zihnimiz kirlenmiş, o kadar çok hesap şişiriliyor ki. bu özen, bu ikramlar, servis, ilgi alaka derken biz ödeyeceğimiz hesap üzerinden bahis oynamaya başladık. aleksandro bize girit rakisi ve krem brule ikram etti:)) ben pek sevmem ama yedim, ferah bir tadı vardı. sonra mekan artık tenhalaşmıştı ve aleksandro my friend bizi iç mekana davet etti. tütün içiyorum dedim, gel gel beraber içelim dedi. aile işletmesi bu mekanda eşi aşçılık yapıyormuş, onu çağırdı, kızını, yiğenini herkesi bizle tanıştırdı. bu sohbet esnasında kaç defa girit rakisi geldi gitti hatırlamıyorum. içine bir tane vişne koyuyorlar, shot bardağında geliyor ama iki seferde shot yapıyorsunuz. derin bir sohbete daldık, politika, kardeşlik, gelecek hayalleri, müzik, dans derken aleksandro’dan izin istedik. hesabı bize şöyle bir uzattı, sadece 80 euro gelmişti. sanıyorum yediklerimizin yarıdan çoğunu ikram olarak yazmış. bizi bir daha görmeyecek muhtemelen, bu neydi, bu nezaketti:) gösterişten uzak, çıkarsız, ahbaplık, arkadaşlıktı. çok keyifli bir akşam geçirdik ve herkese sarılarak otele doğru yola çıktık. fakat minik bir bar gördük, girmeden yapamadık. cafe greco’da prosecco içtim. içkilerimizi servis eden hanımefendi de bize birer raki ikram etti :) ve artık daha fazla sarhoş olmadan otele geçtik. otelde son gecemizdi çünkü ertesi gün için loutro’da bir gecelik yer ayırtmıştım. !

    loutro’ya ilk bakışta aşık oldum. loutro adanın güneyinde yer alan oldukça niş bir bölge. karayoluyla ulaşım yok, hora sfakia’dan feribot ya da deniz taksilerle ulaşabilirsiniz. hersonissos’tan hora sfakia’ya giden yol tam da macera ve adrenalin severler için. yüksek dağların kenarından, sert virajlarla, denize uzanan yarlardan geçerek ulaştık. feribotla geçecektik ama yol tahminimizden uzun sürdüğü için feribotu kaçırdık. başta biraz sıkıntı yapsak da bir sonraki feribotla geçebilirdik fakat arabasız geçişli. neyse ki kaçırmışız! çünkü arabanızla gitseniz arabayı koyacak yer yok, zaten 1 sokaklı bir koy. kesinlikle arabanızı almayın ve feribot beklemeyin. sfakia’da sahile inip arabayı park ettik ve deniz taksisi ile 15 dakikada loutro’ya geçtik.

    botla koya yaklaştıkça aklım başımdan gitti, çünkü burası kocaman bir akvaryum! küçücük, tertemiz, yemyeşil ve masmavi. herkes canayakın, güleryüzlü, samimi ve misafirperver. daha temiz bir denize girmedim diye düşündüm ama son gün gideceğimiz bali koyu ile yarışacağını sonradan öğrenecektim. bu doğa güzelliğinin yanında, herhalde dünyanın en lezzetli yemeklerini tattık. deniz ürünü ya da kırmızı ete meraklıysanız, hayatınızda bir kere burayı mutlaka ziyaret ediniz.

    hemen kıyıdaki beyaz otellerden biri olan madares’e geçtik. neyse ki arabayla gelmemişiz, koy sadece sahilden ibaret, bir arka sokağı yok. neden feribot var hala anlamış değilim. öğle civarı geldiğimizden çok acıkmıştık ve kaldığımız otelde öğle yemeği yedik. yine kendi yaptıkları buz gibi beyaz şaraptan söyledik. bu sefer artık çok merak ettiğim salyangozu söyledim. fakat öncesinde nefis zeytinyağını bir dilim ekmeğin üstüne dökerek yememezlik etmedim. salyangozun tadı çok değişik geldi, hafif isli gibi, ‘sümüksü’ yapısını yerken hissetmiyorsunuz, kabuğundan çıkarmak da oyun gibi. sadece tuz ve sirkede bekletilip yapılıyormuş. ahtapot salatası o kadar güzel ki, her öğünde yiyoruz.

    daha evvelden bakmıştım, phoenix bay diye bir ufak koy 1300 metre uzaklıkta ve yürüyerek gidebiliriz diye düşündük. sorduğumuzda da yürünebilir dendi. meğer 700 metrelik bir başka patika varmış ama ondan habersiz tepe ile deniz arasında tırmanarak, dağlar tepeler aşarak keskin bir yoldan o sıcakta yürüdük. bazen yanlış yolda mıyız diye düşünsek de yürüyüşçülerin bıraktıkları mavi işaretleri takip ederek buraya vardık. iyi ki gelmişiz! bir akvaryum daha! deniz mavi miydi yeşil miydi, rüya mıydı... sadece 5-6 tane şemsiye var, kimse tepenizde dikilmiyor, aşırı sessiz, belki 10 kişiydik koyda. aslında bir tane cafe ve ufak bir konaklama yeri var ama dünyanın en bakir koylarından biri. burada sessizliğe katılarak, şezlongta yattık ve denize girdik. bir saat vakit geçirdik, serinledik ve yeniden yola çıktık, bu sefer 700 metrelik kısa yoldan! yolda keçilerle selamlaşarak ilerledik ve loutro’nun plajına geçtik.

    loutro’daki deniz tartışmasız bir doğa harikası. cam gibi... dinlendirici, dingin, serinliği tam ayarında, plaj sessiz, herkes birşeyler okuyor, çocuklar da sessiz (şaşırtıcı ama öyle). sessiz bir dilbirliği var sanki, herkes doğanın güzelliğine teslim olmuş belli ki. güneşi tam batırmadan odaya g!eçip hazırlandık ki, gün batımını yemek yerken izleyebilelim...!
    deniz kenarında toplam 5-6 tane restoran var ve hemen hepsinin önünde domuz, kuzu veya tavuk çeviriyorlar. bazı restoranlarda deniz ürünü yoğunluklu bir menü hazırlamışlar. ıstakozda aklımız kalsa da pavlos restorandaki domuzu gözümüze kestirmiştik. kumsaldan odaya dönerken yerimizi ayırtmıştık, çünkü denize ilk sırada sadece 3 masa var. birini rezerve etmek istedik. yine nezaket sahibi insanlar tarafından hoşça karşılandık ve meşhur barbayanni ouzosunu söyledik. deniz tuzlu girit salatası, caciki yanında nihayet girit usulünü merak ettiğim kabak çiçeği dolmasını bulmuştum. ılık servis edildi, daha evvel bu kadar lezzetlisini yediğimi hatırlamıyorum. caciki zaten bende bağımlılık yaptı. domuzdan elbette söyleyecektik ama karides, ahtapot ve kalamar da denemek istiyorduk. neyse ki ahtapot ve kalamarı iptal edip, sadece karides söyledik. zaten sipariş alırken ‘yeterli, yiyip sonra söyleyin isterseniz’ dediler. türkiye’de olsak ‘bundan da vereyim abime’cilik başlamıştı. yediğim en lezzetli domuzu yedim. porsiyonları o kadar bol ki, karidese yerim kalmadı ta ki görene kadar. loutro tabir yerinde ise bir gastronomi durağı denebilir. yemekler son derece sade, abartısız pişirilmiş, etin lezzeti çıplak bir şekilde damağınızda kalıyor. karides kabuklu ızgara yapılmış, türkiye’de yemeye alışık olduklarımızdan çok daha iri, bir porsiyonda 4 parça getiriliyor. hem deniz hem kırmızı et ürünlerinin bu kadar lezzetli olmasının sebebi kuşkusuz herşeyin taptaze olması. elbette yemeğin üstüne yine girit rakisi ikramı ve beraberinde nefis bir milföy tatlısı gelmişti. bir kere daha misafirperverliklerine ve sıcaklıklarına hayran olup, restorandan ayrıldık.

    ertesi sabah 8:00’de uyanıp denize girdik çünkü bizi bırakan bot taksi saat 11:00’de almaya gelecekti. ayrılmadan önce denizin tadını bir kere daha çıkarmak üzere hoppa denize atladık. dönüşte tam saatinde kalkan bot arada nüdistlerin de plajı bulunan sweetwater plajına uğradı. biz sfakia’ya devam ettik çünkü üçüncü kalma noktamız olan plakias’a varmak istiyorduk.

    sfakia’dan plakias yolu 2 saat kadar sürüyor ve yolu almak pek mümkün değil. son derece dağlık, keskin virajlı, kimi zaman tek şeritli, daracık tünellerin olduğu epey usta şoförlük isteyen zor bir yolu aşmamız gerekiyor. yine adanın doğası karşısında şaşırdık. plakias da sfakia da güneyde olmasına rağmen karayolu topografya sebebiyle inşa edilemediğinden kuzeye çıkıp güneye inmeniz icap ediyor. bu sebeple de yol zorlaşıyor. amacım chania ile rethymno arasında bir yerde kalmaktı ve güneyde karayolu ulaşımının ne kadar zayıf olduğunu bilmiyordum. bilsem plakias’tan yer ayırtmaz, rethymno merkezden ayırtırdım. fakat plakias’ı görebildiğimize çok sevindim ama hem denize, köylere gitmek hem de gece chania ve rethymno’ya gitmek bu kadar zor olmasa daha iyi olurdu. plakias’ta kaldığımız otel denize sıfır creta mare, enfes bir oda, tertemiz, yenilenmiş, çiçekli bir balkonu ve denize açılan bir manzarası vardı. üstelik denizin sahile yakın olan kesimi kayalık.

    bu bölgenin meşhur plajı souda beach. açıkçası rüzgar olduğu için çok da vakit geçirmedik, denize girip çıktık ve spili dağ köyü’ne tavşan ızgara yemeye maria&costas tavernası’na gittik. burası tam bir geleneksel girit köy tavernası. bahçe içinde, 8 masalı, geleneksel girit müzikleri çalan (en sevdiğimiz şarkılar buradakiler oldu) ufacık bir aile işletmesi. es geçmeyin, mutlaka buraya gidin. bir karaf ev yapımı soğuk beyaz şarap ve caciki ile salata üçlüsünü söyledik. şarap nefisti. tavşan ızgara ve kuzu pirzoladan birer porsiyon geldi, yine porsiyonların kesinlikle fazlasıyla tatmin edici olduğunu söylemeliyim. ilk defa tavşan eti yedim, ızgarası harika olmuştu. kuzu pirzola da istanbul’daki değme restoranlara taş çıkaracak lezzetteydi. elbette ikinci karaf şarabı söyledik :) üçüncü karafı söylediğimizde ise bu bizden ikram dediler. yine meyve ve girit rakisi ile de bizi mahcup ettiler. restorandaki hanımefendi ile sohbet ederken çalan müzikleri sordum, onun favorileriymiş bana bir kağıda isimler yazdı verdi. uzun uzun oturup bu dağ köyünde keyif yaptık, sonra akşamüzeri otelin önündeki kayalar arasında denize girmek istedik. deniz çok yumuşaktı, kayalıkları geçince harika bir su bizi bekliyormuş. buranın denizini bu kadar seveceğimizi tahmin etmezdim.

    güneşi batırdıktan sonra sırada girit’in 3. büyük yerleşim bölgesi rethymno’ya doğru yine dağlık virajlı yola attık kendimizi. rethymno venedik limanı ve deniz feneri, ara sokakları, taş evleri, deniz kenarı ile harika bir yermiş; keşke gündüz de gelecek vaktimiz olsaydı. gece karanlığında tavernaların olduğu küçük sokakları gezerken yol üstünde avli adlı mekanı seçerek bahçesine girdik. daha evvel gittiğimiz salaş tavernalardan ziyade ‘şık’ bir restorandı. burada da keçi eti denedik.

    saati erkene kurmuştuk çünkü adanın güney-batısındaki meşhur elafonissi plajına gidecektik ve yine güneyden kuzeye sonra tekrar güneye inmek durumunda olduğumuzdan yolumuz yaklaşık 3 saatti. elafonisi’ye chania üzerinden geçerek 12:00 gibi vardığımızda şaşırdık çünkü bir sürü otobüs belli ki turistleri getirmişti. elafonissi pembe-beyaz kumuyla, içinde uzun uzun yürüyebileceğiniz mavi beyaz sığ deniziyle çok farklı bir plaj. yine fotoğrafların anlatmak için yetersiz kaldığını düşünsem de paylaşıyorum. kumsal çok geniş bir açıklıkta, farklı bölgelerde şezlonglar var. şanslıyız, denize en yakın yerde bir çift kalkarken bize şemsiyelerini verdiler. öyle sanıyorum ki 2000 kişi vardı toplamda fakat geniş açıklıklar olduğu için asla kalabalığı hissetmiyorsunuz. iki farklı noktada büfe var, yiyecek-içecek ihtiyacınızı karşılayabilirsiniz. 2 saat kadar kalabildik çünkü rüzgar arttı, biraz yorucu olmaya başlayınca ayrıldık.

    dönüş yolunda henüz akşama kadar vaktimiz olduğunu fark ettik ve spontane olarak rethymno’ya doğru yol üzerinde palmiyelerin altında bir kumsal görerek girdik. iyi ki de gelmişiz! o kadar dinlendik ki sirokos beach’te. meşhur freddo espressoyu denemiş oldum, bana biraz sert gelse de... ve yine plakias yolu.

    gece artık son gecemiz olduğu için muhteşem mimarili chania’ya ayırdık ve canlı müzik olan bir tavernaya gitmek istiyorduk. ınternetten bakarken ela meyhanesinde canlı müzik olduğunu ve tavsiye edildiğini gördüm. chania 5000 yıldır üzerinde hayat taşıyan bir şehir. chania’nın eski şehir bölgesi istikametinde ilerledik ve tıpkı rethymno’da olduğu gibi burada da daha fazla vakit geçirememenin burukluğunu yaşadık diyebilirim. chania doğu’nun venediği diyorlar, hakikaten daracık sokakları, taş yapıları ve çiçekli balkonları ile venedik havasını yaşatıyor. ela’yı ararken başka bir taverna bulduk, istediğimiz canlı müziği de dinleyebilecektik, yine sesi takip ettik. dev bir ağacın altına atılan masalar, nefis müzikle girit’te son gecemizi istediğimiz gibi geçirebildik. malesef tavernanın adını not almamışım:) dönüşte bizi uzun bir yol bekliyordu ve son defa plakias’taki otelin yolunu tuttuk.

    ne üzücü ki son günümüz ve akşam 20:30’da heraklion’dan uçağımız var. amacımız son günü bitmeyecekmiş gibi geçirmek, çok istediğim bali lagününe gitmekti. bali’de yanyana koylar var, en sondaki karavostasi beach’e girdik (diğer adıyla evita). burada tüm günü geçirdik. dalış yapanlar için sanırım tartışmasız en zengin noktalardan biri. denizin berraklığını, rengini anlatamam, çok istisna bir yer. tavernada dilediğiniz gibi yiyip, içebilirsiniz.

    arabayı heraklion havalimanında teslim etmek üzere yola çıktık ve girit’le vedalaştık. havalimanı çok sıcak, düzensiz ve ufak; uçuşlarda gecikmeler ve kapı değişiklikleri oluyor. açıkçası tek sıkıntı yaşadığımız yer havalimanındaki bekleyiş oldu.

    yazıyı yazarken bile girit’i yeniden özledim.
    lezzetlerine doyamadım.
  • akdenizin ortasında sarışın ve genelde yeşilgözlü insanların yaşadığı ada. türkçeleri de rumcaları da bozuktur. bir zamanlar girit kurtuluş ordusu bile vardı. her çeşit otu yemeleri ile meşhurdurlar. giritliden kız alma ama giritliye kızını ver.,iyi biri giritli değildir giritli biri de iyi değildir şeklinde 2 adet atasözü vardır.
  • lakerda cenneti
    bir yunan adası, crete diger adı, anneannemin dogdugu yer
hesabın var mı? giriş yap