*

  • (bkz.: robert musil)
  • adindan da anlasildigi uzere bir genclik romani. musil yatili okulda erkekler arasinda yasanan cinsellik yuklu gerilimleri almis, buyuk bir zerafetle sunmayi basarmistir okura bu metinle. (bkz: bildungsroman)
  • funny games'in 'oyun' temasıyla çok yakın benzerlikler kurulabilecek romandır. oyun arkadaşını döven 'kötü adam' boyuna 'kendine vurmayı kes' deyip seyircilere pis pis sırıtmaktadır.
  • avusturyali yazar robert musil'in ilk onemli yapiti.
    bilindigi gibi dunya edebiyatina niteliksiz adam'i armagan eden musil, edebiyat yasamina genc torless ile baslamistir.
    teknikten ziyade usluba onem veren musil, bu romaninda bunu acik sekilde belli etmistir. denebilir ki bir romanin uslubu bu kadar guzel olabilir. turkiye'de iletisim yayinlari kitabi yayimlamissa da pek tutmayan roman, musil'in niteliksiz adam oncesi uslubu ve yetenegi hakkkinda fikir vermesi bakimindan onemlidir.
  • çok afedersiniz ama özeti şöyle:

    --- spoiler ---

    (bkz: ibneleşiyorum muntazaman)

    --- spoiler ---
  • alakarga yayınları tarafından, çevirisi kamuran şipal'e ait olan ve "öğrenci törless'in bunalımları" başlığıyla yeni baskısı yapılan robert musil şaheseri.
  • “öğretici törleß 'in [törless] karmaşaları”

    ernst fischer tarafından niteliksiz adam’ı tanıtmak için kaleme alınan denemede genç törless hakkında şu bilgileri vermektedir.

    musil 1906’da, yirmi altı yaşındayken ilk romanı öğrenci törleß'in karmaşaları'nı (die venoirrungen des zöglings törleß) yayınladı. bu roman, bir eğitim kurumunda cinsellikten, ruhsal konumdan, yalnızlıktan ve aşağılanmadan kaynaklanan sorunların altında ezilen bir gencin özlü ve büyük bir disipline bağlı kalınarak anlatılmış öyküsüydü. eğitim kurumlarındaki tedirgin edici atmosfer ve yeniyetmelerden oluşma bir topluluk içerisindeki taşkınlıklar üzerine bu türden anlatılar, daha önce de vardı -ama musil’in romanı, ötekilerle karşılaştırılamayacak kadar derinliklidir. burada burjuva uygarlığının kabuğunun geçici olarak örtebildiği, çok tartışma götürür ve barbarca bir yeraltı dünyası, artık sağlam olmayan bir düzenin aralıklarından sızan vahşet, insanlığı paramparça edecek bir çağın hazırlıkları gözler önüne serilir.

    soylu eğitim kurumunda törleß, reiting ve beineberg adlı öğrencilerden başka kimsenin bilmediği, gizli bir oda vardır. “duvarlar boydan boya reiting’in ve beineberg’in zemin kat odalarından birinden çalmış oldukları, kan kırmızısı bir bayrak kumaşıyla kaplıydı, ve yer, ikiye katlanmış, kalın bir yünlü battaniyeyle örtülüydü... duvarda, kapının yanında dolu bir revolver asılıydı...”bu odada korkunç şeyler olur. öğrencilerden basini adlı, kız gibi güzel ve karakteri belirsiz bir çocuk, hırsızlık yaparken reiting ve beineberg tarafından yakalanır.

    reiting, soğukkanlı bir tirandır; “insanları birbirlerine karşı kışkırtmaktan, birini ötekinin yardımıyla alaşağı etmekten ve arkalarında karşı koymaya çalışan bir nefretin varlığını hissettiği, zorlama iyi davranışların ve yüze gülmelerin tadını çıkartmaktan daha büyük bir zevki yoktu... çevresindekiler günden güne değişirdi, ama çoğunluk hep onun yanındaydı. onun yeteneği buydu.”reiting’in hasmı ve sonraki müttefiki beineberg ise daha karmaşık bir tiptir; acımasızlığı, insanları sonuna kadar aşağılama tutkusu, kaynağını bir usdışılık felsefesinde, aklı ve insanlığı öldüren bir mistisizmde bulur. her ikisinin kimliklerinde onyıllar sonra faşizmi kendilerine uygun sistem olarak yaratan tipler büyük bir sezgi gücüyle işlenmiştir. savaş sonrası güncelerinde musil, geçmişe bakarak şu saptamada bulunmuştur: “reiting, beineberg: bugünkü diktatörlerin tohumlan.” onları 1906’nın doyuma ulaşmış burjuva dünyasında “tipik” diye tanımlamak, edebiyat alanında olağanüstü bir edimdi. reiting ile beineberg, basini’yi köleleri yapmaya, üzerinde korkunç bir iktidar uygulamaya, cinsel bağlamda kötüye kullanmaya, her türlü insanlık onurundan yoksun kılmaya ve ona kötü davranmaya koyulurlar. onu yerde sürünüp şöyle demeye zorlarlar: “ben, bir hayvanım, hırsız bir hayvanım, sizin hırsız ve aşağılık hayvanınızım!”görünüşte henüz ayakta duran bir uygarlığın içerisinde toplama kamplarının dehşeti, insanı bütünüyle yıkıma sürükleyen bir iktidardan alınan sapık zevk kendini belli eder.

    törleß, bu karanlık olayların içine çekilir. sarsıcı nitelikteki bu tikel olayın kendinin çok ötesine atıfta bulunduğunu, önüne bir dünyanın yıkılışının gölgesinin düştüğünü hisseder. böyle bir oda olabiliyorsa, o zaman her şey olabilir demektir... “o zaman bugüne kadar tanıdığı tek dünyadan, aydınlık ve günlük dünyadan bir başkasına, karanlık, köpüren, tutkularla dolu, çıplak ve yıkıcı bir dünyaya bir kapı da açılıyor olabilirdi. yaşamları camdan ve demirden, saydam ve sağlam bir yapının içindeymişçesine, büro ile aile arasında düzenli biçimde akan insanlar ile, ötekiler, yani uçuruma itilmiş, kanlı, türlü taşkınlıklarla kirlenmiş, karışık geçitlerde çığlıklar atarak dolanıp duran insanlar arasında yalnızca bir geçiş noktası değil, fakat bunların sınırlarının gizlice ve her an aşılabilir yakınlıkta birbirine değmesi gibi bir durum da olabilirdi...”ve sonra, törleß için şöyle denir: “o zamanlar törleß, unutulmuş bir ortaçağ gibi sınıfların sıcak ve aydınlık yaşamından uzakta, beineberg ve reiting’in üzerlerinde bulunan odadan çok korkardı; çünkü bu odada bulunan insanlar ansızın çok farklı bir yaşama ait karanlık, kana susamış kişilere dönüşmüş gibi olurlardı. o zamanlar bu törleß için, sanki çevresi yüz yıllık bir uykudan uyanmış, farklı gözlere görünüyormuş gibi bir dönüşüm, bir sıçramaydı...”

    öğrenci törleß tipinde, düzeni dışa karşı hâlâ çok iyi işler gözükse bile, artık çökmekte olan burjuva dünyasının ikinci bir temel sorunu netleştirilir: bu sorun, gittikçe artmakta olan bireysel yalnızlıktır. törleß, bir konuşmanın ortasında pencereden dışardaki karanlığa bakar:“sonra o yalnız bırakılmışlık ve terkedilmişlik duygusu yine benliğini kaplamıştı... şöyle hissediyordu: burada bana henüz çok ağır gelen bir şey var, ve düşünceleri yine bu şeyin içinde, ama yalnızca arka planda ve pusuda yatan bir başka şeye, yalnızlığa doğru kaçıyordu... o zaman dünya, gözüne boş, karanlık bir ev gibi gözüküyordu ve içinde sanki her odayı arayacakmışçasına bir ürperti beliriyordu köşelerinde nelerin gizli olduğu bilinmeyen, karanlık odalardı bunlar...” “arkadaşlarınınkinden daha gizli, daha güçlü ve daha koyu renkli” bir tür şehvet eğilimiyle, yalnızlığı “bir kadın olarak duyumsuyordu, fakat bu kadının soluğu onun göğsünde yalnızca bir boğulma, yüzü bütün insan yüzlerini unutturan bir anafor ve ellerinin hareketleri de törleß’in bedeninden geçen ürperti dalgalarıydı...”

    burada musil’in betimlediği, yalnızca ergenliğin o boğucu yaşantısı olmanın çok ötesindedir: saygı aşılayan cepheleriyle ve pis gizli bölmeleriyle içinde yaşanılan dünya, arkasında bir cehennemin yattığı bu ahlâka dönüşmüş yalanlar bütünü, artık korkutucu olmuştur. kendini günlük gerçeklik diye dört bir yana ilân eden, artık göstermeye çalıştığı kadar gerçek olmayıp, içinde farklı, uçurumdan farksız, derin bir karmaşaya sürükleyen bir başka gerçekliği gizlemektedir. duygu ve gerçeklik, ben ve dış dünya artık bir uyum oluşturmaktan uzaktır; gerçek düzen, birey ile toplumun oluşturduğu bütünlük yitirilmiştir.

    törleß, insanın yabancılaşmasını ne olduğunu bilmeden yaşar:

    “olaylarla kendi ben’i, dahası kendi duyguları ile iç dünyanın en derin noktasında yatan, anlaşılmak tutkusuyla yanıp tutuşan herhangi bir ben arasında hep bir duvar vardı, bu duvar o yaklaştıkça tutkusunun önünde bir ufuk gibi geriye çekiliyordu.” ...“törleß, kendini iki dünya arasında, evinden alışkın olduğu üzere, her şeyin düzenli ve mantıklı işlediği, sağlam bir burjuva dünyası ile, serüveni andıran, kapkaranlık, gizlerle, kanla ve beklenmedik sürprizlerle dolu bir dünya arasında bir anlamda parçalanmış gibi hissediyordu.”

    törleß, matematikte, “sanal sayılar” dünyasında buna benzer bir durum keşfettiğini düşünür, ve beineberg’de bu sorun için anlayış arar:

    “böyle bir hesap işleminde başlangıçta metreleri, ağırlıkları veya somut bir başka şeyi gösterebilen ve en azından gerçek sayılar niteliğini taşıyan sağlam sayılar vardır. işlemin sonundaki sayılar da böyledir. ama bunları birbirine aslında var olmayan bir şey bağlar. böylesi, yalnızca ilk ve son ayaklan bulunan, ama yine de insanın üstünden sanki yapı bütünüyle tamammış gibi geçtiği bir köprüye benzemiyor mu...?”

    beineberg, onunla ve her şeyin doğal olması isteğiyle alay eder; beineberg’e göre insan, doğaüstünün, usdışının bilincinde olmalıdır - aslında böylece demek istediği, o zamandan beri belki yüz kez duymuş olduğumuz bir şeyden başkası değildir; modern bilim, doğa yasalarını, nedensellik ilişkisini vb. çürütmüştür ve akıl, anlaşılmaz olanın, tanrının gerek atomlar, gerekse sanal sayılar dünyasındaki egemenliği karşısında teslim olmak zorundadır. törleß, buna hazır değildir: “eğer matematik bana acı çektiriyorsa, ben bunun arkasında sana göre çok daha farklı bir şey arıyorum, doğaüstü olanı değil, özellikle doğal olanı arıyorum — anlıyor musun?...”

    musil için usdışılığın yadsınması, gerçekliği tedirgin edici ve maskeli diye algılamasına ve bu gerçekliğin arkasında henüz biçimlendirilmemiş bir olasılıklar dağarcığının varlığını sezmesine karşın, son derece belirleyici bir özelliktir: karanlığa eğilim göstermesine karşın, akıldan vazgeçmez, “sanal sayılar”ı da doğal olanın alanına sokmaya çalışır. öğrenci törleß, olasılığın sezgiden, duygudan, özlemden, vizyondan, sarsıntılardan ve ütopyadan yansıyan belirsiz, herhangi bir biçimde somutlaşmamış sonsuzluğu ile, hep parçalar halinde kaldığı için ancak düş kırıklığına yol açan eylem ve gerçeklik arasındaki yaşanmış çelişkiyi çözmek amacıyla ciddi çaba harcar.

    “sanki insanın etrafına görünmeyen bir sınır çekilmiş. bu sınırın ötesinde hazırlananlar ve uzaktan yaklaşanlar, sisli bir deniz gibi hep değişen, koskoca görüntülerle dolu; insana yaklaşan, eyleme dönüşen, yaşamına çarpan, insani boyutlar ve çizgiler taşıyan, saydam ve küçük bir şey. ve insanın sürdürdüğü yaşam ile, duyumsadığı, sezdiği, uzaktan gördüğü yaşam arasında o görünmeyen sınır, sanki dar bir kapı gibi; olup bitenlerin görüntüleri insana ulaşabilmek için buradan sıkışarak geçmek zorunda.”

    burada edebi ve kesinlikten uzak bir dille anlatılan, artık bireyci olmuş bir dünyada insanoğlunun tek başına kalışı ve parçalanışıdır - ama aynı zamanda da insanlığın eserlerinin her zaman yine insanlığın düşlerinin küçük bir kesri olduğu gerçeğidir. musil’in ilk romanından, onun yaratısının bütününün leitmotiflerini [ana motif, nakarat, tema] algılayabilmek olasıdır:

    burjuva dünyasının çöküşü ve yozlaşması, artık düzen olmaktan çıkmış bir düzen ve onun kabuklarını kırıp dışarı çıkan acımasızlık ve barbarlık, duygu ile eylem arasındaki uçurum, kurumuş bir toplumda insanın yalnızlığı, kırılganlaşmış gerçeklik, bir başka konuma, yaşamda yeni bir bütünlüğe ve içeriğe duyulan özlem.

    kaynak: robert musil, niteliksiz adam - ı / özgün adı: der mann ohne eigenschaften, trc: ahmet cemal, yapı kredi yayınları - 1265 kâzım taşkent klasik yapıtlar dizisi – 34, haziran 2009, istanbul, sh:14-18
  • criterion koleksiyonu'nda yer alan filmini kitabı okumadan izlemeyeyim ve niteliksiz adam'a geçmeden önce robert musil'in bir eserini okuyayım diye düşünerek okumaya başladığım, elimde
    çok hoş bir kapak tasarımına sahip olan birinci baskısının yer aldığı romandır.

    "ortada bitip tükenmeyen bir bekleyiş var; öyle bir bekleyiş ki, bekleniliyor olmasından öte kendisiyle ilgili bilinen bir şey yok... aman ne sıkıcı..."
  • asıl çeviri (bkz: genç törless'in kargaşaları) olmalıydı. (bkz: adler) ve (bkz: bleuer) in psikoloji kurbanlarının yanı sıra (bkz: gestalt psikolojisi) ne yakınlığı ile bilinen (bkz: robert musil) in romanıdır.

    bu roman yukarıdaki bir yazarın yazdığı gibi "nasıl ibne oldum?" sorusunun cevabını vermez.

    musil, bu romanında "her sınıfı kendi başına devlet sayılan" yatılı bir okulda kalan öğrenciler arasındaki psikolojik gerilimi felsefi argümanlarla nakleder.
  • bir hafta önce orjinal dilinde okudugum ve bitirdigim kitap.

    her seyden önce söyleyebilirim ki, dili kesinlikle kolay degildir. eski almanca'ya ait bir rechtschreibungu olan kitapta, örnegin an dem tisch yerine an dem tische yazilir ve zaman zaman kafa karistirabilir.

    icerigine gelecek olursak:

    escinsellikle ilgili bolca detay barindirsa da, kitabin ana konusu kesinlikle törless'in escinsel yolculugu degildir. törless 14-15 yaslarinda, bir erkek yatili okulunda okuyan bir genctir. törless'in kafasini kurcalayan seylerden en büyügü neyin gercek oldugu, neyin olmadigi seklinde özetlenebilir. basit bir örnekle kendisi de sorununu kitabin sonunda okul müdürüyle konusurken dile getirir ve gördügü masa ile kafasinda olusan masa imgesinin ne denli ayni masalar oldugu hakkinda sorular sorar. törless'in büyümesi -komik gözükse de- bunun hakkinda düsünmemeye karar vermesiyle gerceklesir. 200 sayfalik bir romandan daha derinini beklememek gerekir zaten.

    bunlar disinda birkac hos buldugum detayi da buraya eklemek istiyorum:

    beineberg ve reiting ile olan rekabeti törless sonuna kadar kazanmistir benim nezdimde. akillara sonsuzluk ve kompleks sayilar ile ilgili sohbetinde beineberg'e ilk karsi cikisi gelse bile, asil üstünlügü basini'ye olan tavirlariyla ve en sonda beineberg ve reiting, basini'ye iskence ederken bunun neden parcasi olmadigini ve onlari nasil asagi gördügünü söylerken görülür. bunun disinda tabii ki, basini'ye gercekten sahip olmayi, ona gercekten sevgi göstererek basarmistir ve bunu beineberg ile reiting anlayamaz bile. fakat bu sevginin sonrasinda herhangi birine yöneltilebilecek, basini ile ilgisi olmayan bir duygu patlamasi ve merak olduguna kanaat getirir ve basini ile görüsmeyi birakir.

    bunun disinda kompleks sayilari anlamadiginda matematik ögretmeninin odasina gider ve odaya girmeden önce aklinda su soru vardir: "benim gibi kendi basina kalmaktan hoslanan ve ileri yasta olan bir adam, acaba nasil bir odaya sahip?" hayati taklit ederek ögreniriz. genclik döneminde taklit edecek, idol olarak alacak bir ebeveyn figürü olmayan insanlarin, baskalarini nasil idealize eder ve nasil bagnazlikla onlarin idealize ettigi hayat bicimine baglanir sorusunu kesinlikle sordurur. kitabin burasinda törless'in baska bir seyler aradigi barizdir, onun aksine beineberg'in ve reiting'in ebeveynlerinin ne dedigini yasa olarak kabul etmesi, onlarin ne kadar sorgulayan, analitik insan olmaktan uzak olduklarini ortaya koyar.

    matematik ögretmeniyle görüsmesinde, sehpanin üzerinde kant'in bir eserini görür, hangisi söylenmemis olsa da, varsayiyorum ki gördügü kitap kritik der reinen vernunfttur. kitabin bir nüshasi ailesinin evinde de bulunmaktadir ve babasinin, misafirlerine göstermek amaci disinda hicbir zaman disari cikarmadigi nüshalar, adeta bir kutsal kitap gibi el sürülmeden kapali bir dolapta tutulur. ayni zamanda kant ile ilgili cok bilgisinin olmadigindan, ama kant'in felsefede son sözü söylediginden bahseder ve bu kismi benim nezdimde sert bir yari entelektüel elestirisidir. bir yazarin, sanatcinin yarattigi seyi okumadan, irdelemeden kulaktan dolma bilgiyle ve koleksiyon degeriyle övünüp, oturdugu yerden ahkam kesenleri ince ince haslar burada musil. sonrasinda ise kitabin ilk iki sayfasini bir saatte ancak okuyabilir ve ögretmeninin bu kitabi sehpada, gündelik bir okuma seklinde tutmasina cok bozulur. cünkü bu kitabi okumak 15 yasinda bir törless'in harci degildir.
hesabın var mı? giriş yap