• çocukken ne çok kavga ederdik. annelerimiz araya girip ayırırlardı bizi, ne çok ağlatırdım seni. o küçük kasabanın denize uzak evlerinde, okyanusları düşünürdüm ben. sense yıllar sonra itiraf ettiğin gibi, gizli telefonlar açardın bana, telefon ahizesinde o eski sessizlik.

    babamın tayini doğuya çıktığı gün, yanına gelmiştim okulda, o günü hiç hatırlamadığını söylemiştin yıllar sonra istanbulda ilk kez rastlaştığımızda. bense ablamın dizinde erzurum dağlarının uçurumlu yollarında dün gibi hatırladığım gözlerini ağlıyordum, babam annem gülüyordu, bir tek ablam biliyordu büyük aşkların kavgayla, unuttum demekle başladığını.

    çok şehirler gezdim çocukken, sen o kasabadaki küçücük odanda günlüğüne özdemir asaf şiirleri düşüyordun, bense gördüğüm her kız çocuğunu sana benzetiyordum.

    sonra büyüdük, sen ankara'ya öğretmen olmaya gidiyordun, ben istanbul'a serseri olmaya gidiyordum. bana serseri diyip saçlarımı karıştırmayı ne çok severdin, ellerin saçlarımdayken ne çok ben, bendim.

    üniversitenin ilk yılında yapayalnız istiklal'de sürterken hiç aklıma gelmezdin, günübirlik ilşkiler peşindeki taşralı çocuklardan biriydim işte. ankara'dan ortak çocukluk arkadaşımızın yanına ziyarete geldiğin o hafta sonuna kadar o taşralı çocuktum. o evde karşılaştığımız o güne kadar çocuktum, geldin ve bütün anılarımı değiştirdin. okula gitmekten nefret ettiğim o dönemlerde küçük kasabamızdan ortak dostumuz bilge'yle karşılaşmam ve o hafta sonu beni evindeki hemşehri partisine davet etmesi ve kapıdan girdiğimde yıllar sonra gözlerinle tekrar karşılaştığım o an, erzurum dağlarından otobüsün umuda doğru kıvrılması gibi, birbirimize titreyerek sarıldığımız o an. sonraları o ilk karşılaştığımız ve sarıldığımız anı, okul arkadaşlarına " aşk bu olmalı " diye ballandıra ballandıra anlatman.

    o gece mecideyeköy'deki evlerin birbirine geçtiği yokuşlu sokakta koluma girdiğin o gece, aşkın sesini kulağıma fısıldadığın o gece şöyle demiştin;

    " seni hiç unutmadım "

    ben de o sesi hiç unutmadım, tüylerimin dikeninde gezinen sesini, kulağımda kalmış en güzel sesi hiç unutmadım.

    ertesi hafta hiç vakit kaybetmeden haydarpaşa garına gelmiştim, ilk trenle yanına geliyordum, hayatımda ilk kez trene binişim ve ömrümün en güzel, en umutlu yolunun rayları. tesadüf bu ya senin çok sevdiğin nazan öncel çalıyordu radyoda, tren sapanca gölünün kenarından balıkları ürkütmeden geçerken, geceler kara tren diyordu nazan ama o gün o yolda geceler de bembeyazdı, fotoğraflar öpüşüyordu, aşk tren raylarına sığmıyordu.

    ankara garında elinde okul defterlerinle beni karşılamıştın, bahçelievlerde o çok sevdiğin kafede saatlerce el ele tutuşup, aşktan yanan etlerimizi ölçüyorduk, kim daha çok aşıktı ve bu an nasıl sonsuzdu, şarkılar gibi sonsuz.

    o gece ilk defa bir kadın teninde dudak izlerimi hesaplamıyordum, sen dokunmanın büyüsünü bir coğrafyaya, tarihe iliştiriyordun, sevişmek tüm kara parçalarında yürürlüğe giriyordu çok sevdiğin özdemir asaf'ın yalnızlık paylaşılmaz kitabı başucumuzda yalnızlığımızı parlatıyordu.

    seninle o iki yıl sevişmeyi öğrendik, kavga etmeyi, istanbul-ankara arasındaki rayları ezberledik, kıskançlığın kuyularında merdivensiz kalmayı, şehvetin doruklarını, iki çocuğun masum düşlerini, sözlerin bıçak gibi kestiğini, tutkunun ve vazgeçememenin göz yaşlarını öğrendik, kadın ve erkek olmayı öğrendik.

    beni aldattığını öğrendiğim o gece, sana attığım tokadın izlerini taşıyorum hala, hayat bana her gün o tokadı çarpıyor, sokaklarda peşimden " gitme " diye ağlayarak yalvarmanı duyuyorum bazen, insanlardan utanıp yere çöktüğünü ve yanına çöküp cebecideki o sokakta hüngür hüngür ağlamamızı ağlıyorum, eve dönüp ikimizin de unutamadığı o sevişmeyi sevişiyorum, gözyaşlarından öptüğümü, hıçkırığıma dokunduğunu, terini soluduğumu, ruhumun ruhuna geçtiğini hatırlıyorum.

    ertesi gün otobüse bindiğimde, elini sallarken çıkan ufak rüzgar, saçının kokusunu taşımıştı benimle istanbul'a kadar, 10 yıl geçmiş üstünden ve ben hala ufak bir rüzgar estiğinde yüzüme, saçlarının kokusunu taşıdığımı hatırlıyorum. istanbul'a döndükten sonra sana açtığım son telefon ve bitti diyişim, sonraki iki yıl boyunca seni aramamak için cep telefonu kullanmamam. ablam çok kızardı, sana ulaşamıyorum derdi, ama bilirdi ki her şey seni unutabilmek içindi.

    iki yıl boyunca, evden eve taşıdığım o ayakkabı kutusundaki küçük notların, mektupların, bana amasra'dan aldığın küçük gemi, beraber doldurduğumuz kaset, cep telefonu mesajlarını yazdığım not defteri, saç tellerin, kolundan kopardığım yara kabuğun, diş fırçan, deodorantın ve antalya'ya arkadaşlarına gittiğin tatilde, benim için çektirdiğin uzaklara baktığın bende kalan tek fotoğrafın.

    bakırköydeki o evde bir gece ansızın karışık winamp'ta geceler kara tren çalmaya başladı, yavaşça doğruldum ve çekyatın altından ayakkabı kutusunu çıkardım, geceler kara tren'i replay'e aldım, o kutuda sana ait ne varsa ezberime aldım ve apartmanın bahçesine çıktım, kutudaki her şeyi toprağa döktüm ve en üste bende kalan son resmini koydum, çakmağı çaktım ve bütün anılar yanmaya başladı;

    yüzüme bakmayan o resim yavaş yavaş yanarken bir rüzgar esip saçlarının kokusunu getirdi, tüm anılar saçlarının kokusuyla yanarken, en son saçlarının tutuştuğunu gördüm, geriye kalan küllere gözyaşlarım döküldü.

    şimdi, o küçük kasabada, çocukluk arkadaşımla evlisin, çocukken iyi bir insandı, seni üzmediğine eminim. öğretmen olduğun okula, beraber yürüdüğümüz o kestirme yoldan mı yürüyorsun yoksa beni hatırlamamak için yolu uzatıyor musun? bilmiyorum.

    bildiğim tek bir şey var;

    bende bir resmin vardı yüzüme bakmayan, bir gece onu yaktım, şimdi nereye bakıyorsun bilmiyorum ama, ben senin o resimde baktığın tarafta olmak için ömrümü verirdim, bilmiyorsun.

    bunları yazarken, ufak bir rüzgar esti, saçlarının kokusunu getirdi, aklıma mıh gibi çakılı yaktığım resminle konuştum;

    " seni hiç unutmadım! "
  • bir nazan öncel şarkısı. sözleri şöyle;

    günlerdir kapımı kimseler çalmıyor
    göğsümden içeri yokluğun sızıyor
    bir demlik çayım var
    tütünüm de geçiyor

    duvarlara yazdığım her cümle ağlıyor
    evlerin ışıkları tek tek sönüyor
    bu ev bu nağmeler peşimi bırakmıyor
    geceler kara tren
    geceler
    yüklüyor bana seni
    geceler
    bende bir resmin var yüzüme bakmıyor

    kollarım seni ister
    geceler yine seni
    ne baharın tadı var ne de yazın sevgili
    bir demlik günüm var ömrüm de geçiyor

    hiç mi aslı yok bunun
    bu asılsız yüzlerin
    dudağımdan geçtin
    gözlerin yakmıyor
    vazgeçsen olmuyor ölsen olmuyor
    geceler kara tren
    geceler
    yüklüyor bana seni
    geceler
    ben de bir resmin var
    yüzüme bakmıyor
  • bütün türk müziği külliyatı bir yana, nazan öncel bir yana dememe sebep olan eserlerden sadece biri.

    buraya yazıyorum sözlük, bu kadın öldüğü vakit ben çok üzüleceğim. ben bu kadını ablam gibi, annem gibi seviyorum. ne zaman dizlerim kanasa bu kadını dinliyorum. karanlık zamanlarda, dumanlı ortamlarda, yirmi müslüm gürses gücünde olduğuna şahitlik ediyorum.

    amin.
  • iyi ki bu şarkı çıktığında 6 yaşında imişim dedirten nazan öncel şarkısı. zirâ en kötü ihtimalle ilk ayrılıkların sızısıyla intihara meyil yaratabilirmiş. bir pazar akşamüstü, 18 sene sonra nasıl etkilediğini görünce.
  • playlistin bir köşelerine sıkıştırılmışken bir anda gelip bulan, çarpan, günlerdir ilk defa belli belirsiz bir sızı hissettiren şarkı. insan bazen bir yalana bile üzülebilir.
    ama en çok yaklaşık 3 ay öncesini hatırlatıyor, her akşam karanfilden geçerken tozun dumanın ve kalabalığın içinde dile dolanırdı... acılar bile eskisi gibi değil şu günlerde.

    "hiç mi aslı yok bunun
    bu asılsız yüzlerin"
  • simdilerde dinlenen sarkilardan sonra insanin ruhunu arindiracak guzellikte bir sarki.

    "bende bir resmin var yüzüme bakmıyor."
  • çaysiz dinlenmeyen nazan oncel parçasi, insanin içinde boydan boya yara açan kismi
    “bende bir resmin var yüzüme bakmiyor”.
  • zamanla anlaşılan, anlaşıldığında acı acı gülümseten şarkıdır.
    bu şarkı hakkında biraz karışık hislerim vardı eskiden beri. düzenlemesini severdim, nazan öncel'in sesinin içtenliğini severdim. ama her "ne güzel ne kadar içten söylemiş." diye dinleyip, bir daha dinleyesim geldiğinde sözlerine kulak kabartarak dinlerdim ve şarkının büyüsü bozulurdu. ısınamazdım sözlerine. insan aynı anda bu kadar yalnız, çaresiz ve aşık olamazmış gibi gelirdi. "biraz abartıyor sanki" diye düşünürdüm. o yüzden ben böyle aşk görmedim'i dinlediğim zamanlarda bazen atlardım bu şarkıyı.
    sonra zaman geçti, hayat devam etti. bir gün çalışmak yerine kafada tonlarca hayal kurarak geçirdiğim, bitmek bilmeyen uzun bir gece sonrasında gelen 2 saatlik kestirmenin ardından, uyandığımda dilimde bu şarkıyı buluverdim. önce içten içe küçümsediğim bu şarkının dilime takılmasına şaşırdım, bir süre yok saydım. sonra o inat edip beni bırakmayınca dayanamadım, yine muhtemelen sıkılırım diye düşünerek açtım şarkıyı.
    ama sıkılamadım. çünkü bu sefer sözler olamayacak kadar abartılı bir aşkı değil benim gecemi anlatmaya başladı. yüzümdeki baygın küçümseyen ifade gidiverdi, o en başta dediğim acı gülümseme geldi yerine.
    çünkü kaç gecedir çaresizce yüklüyor bana seni geceler. hele o resmin...
  • nazan öncel'in yangını, katranı, karası, karanlığıdır.
    özüne baksan bir dem için üşür, dayanamazsın.
    sabahın dördü, beşidir; gece kanınla semirir, zifir olur
    iç sıkıntısı yapışkan, vahşi bir mahluktur; dizleri üzerinde doğrulur
    canına takar dişini, ölümün güzel çocuklarını doğurur.

    aşk bir heyuladır amansız, herkesi yakalar.
    kara kelimeleriyle gecelerden iner de insanın uykularını boğazlar.
    ne inler, ne dövünür o uykular kimseler duymaz
    ölüleri gömülür sessiz
    yası, ağıdı tutulmaz.

    platon tutmuş
    fuzuli uçurmuş
    nazan tutuşturmuş
    manuş savurmuş

    hani bana diyen kavrulmuş.

    https://www.youtube.com/watch?v=yfrghqhnbds
  • sabah vakti dinlenilmemesi gereken sarki, bir ikinci defasi olmamali, ucuncuden zinhar kacilmali.
    "bir demlik cayim var
    tutunumde geciyor."
    (bkz: durduk yere adamın amına koyan şarkılar)
hesabın var mı? giriş yap