• bu film çekildiğinde ben çok ufaktım. kemal sunal'ın* zabıta kılığına girip evlatlık kızıyla karnını doyurduğu sahnenin çekildiği market bizim sokaktaki laz bakkalın dükkanı olur. o gün kemal sunalı görmek için mahallenin bütün yumurcakları olarak hepimiz marketin önüne çullanmıştık. hiç unutmuyorum yarattığımız velet izdihamından dolayı ki en yaramaz bendim. bir set işçisi beni dövmüştü.*

    kemal sunalı hatırlarım. yatay farlı sarı bir mercedesle gelmişti. bakmayın komedi filmleri yıldızı olduğuna, çekim aralarında beş karış suratla dolaştı durdu.

    çocukluk hatırası işte.
  • kemal sunal'ın en duygusal filmlerinden biridir, an itibariyle dsmart sinetürk'te yayınlanıyor,
    kemal sunal'ın çocuğu fatoş denize düşmüş, feci şekilde hastadır.borç harç para bulur ve kızına ilaçları içirirken rerere rarara galatasaray galatasaray şampiyon der, o an ki çaresizlik izlenmeye değer hakikatten, kız ona seslenmiştir.
    -babacığım beni bırakma nolur!
    -seni kim bırakır be, sen benim parçamsın..

    saygıyı hakediyorsun be rahmetli..
  • neşet ertaş'tır.
    neşet ertaş garip birisi midir? değildir.
    neşet ertaş garip midir? gariptir.
    neşet ertaş birisi midir? birisidir.
    neşet ertaş, gariptir. ama ne garip birisi'dir, ne de herhangi birisi'dir.
    neşet ertaş gariptir ve birisidir o kadar.

    dünya mı?

    yalandır... o kadar.
  • çok sevdiğim bir kemal sunal klasiği.

    çocukluğumdan beridir en çok sevdiğim film. hala aynı duygusallığı yaşıyorum.

    o filmde babamla kendimi görüyorum, sanki beni ayırıyolarmış gibi hüngür hüngür ağlıyorum. aynı çünkü. babam da böyle yemez yedirir, giymez giydirir hala. eşek kadar oldum hala aynı. ağlasam bebekmişim gibi sırf güleyim diye koskoca adam halden hale sokuyo kendini.

    hastane köşelerinde çok süründük birlikte. bi gün kolum kırılırdı ertesi gün burnum bir diğer gün patlayan parmağıma dikiş atılırken gözlerimi kapatırdı. ameliyattan çıktığım gün baygın yatışımdan çok korkmuştu. beyin dalgalarımı izlemek için narkoz verdiklerinde yere kapaklanmayayım diye dayanağım olmuştu.

    onu sürüklediğim için özür dilemiştim. çok gülmüştü. babalar eşektir onların görevidir demişti.

    babamı görüyorum o filmde. fatoş her ben gözlerimi actıgımda babacığım vardı yanımda hastalandığımda başımda bekledi dedikçe ben ağlarım.
  • başrollerini kemal sunal ve küçük tatlı kız cocuğu ece altonun paylaştığı the kid adlı charli chaplin filminin memduh ün tarafindan yönetilen 1986 yapimi yeşilçam uyarlaması. tv'lerde defalarca gösterilmesine rağmen halen severek izlenir ve galiba izlenecekte.
  • bu filmde kemal sunal ve ufaklığın teftiş ayağına bakkala girip beyaz peynir, galeta, sosis salam tıkındıkları sahnede karnı acıkmayan adam yoktur heralde.
  • - birbirimizi bir yerden tanıyor muyuz? dedi.
    - niçin sordunuz?
    - sizi bir yerden gözüm ısırıyor da.
    - tanıştığımızı sanmıyorum.
    - demek hiçbir yerde karşılaşmadık, öyle mi?
    - şu ana değin, hayır, dedim.
    - demek ki, bu ana değin birbirimiz için yoktuk, dedi. ne garip! ve şimdi karşı karşıya geçmiş konuşuyoruz. bir vapur yolculuğunda, bir rastlantı sonucu olsa da...
    - karşı karşıya oturduk ve göz göze geldik, bir de ikimiz aynı kitabı okuyorduk. tüm sorun bu.
    - demek bunlar sizin için bir sorun, dedi. sonra çayından bir yudum alıp ekledi: insanlar ne kadar da garip oluyor.

    ferit edgü / binbir hece
  • çocukluğumuza dair güzel ayrıntılardan biridir bu film. kaç kere izlediğimi hatırlamıyorum bile. ne zaman televizyonda görsem ekrana kilitlenir, çocuk oyuncu ece alton'a hayran hayran bakar, kemal sunal'a büyük bir saygı duyarım. bugün yine televizyonda gördüm ve bir kez daha sonuna kadar izledim. şahsen bir çocuk oyuncunun bu kadar katkı yaptığı başka bir film hatırlamıyorum. ece alton filmde o kadar şirin ve muziptir ki bu filmi izleyip de keşke böyle bir kız çocuğum olsa demeyen erkek çok azdır. kemal sunal'a da ayrı bir parantez açmak gerekir bu filmde. güldürme ustası, mahkeme sahnesinde yeri geldiğinde hüngür hüngür ağlatabileceğini de göstermiştir. 80 sonrası yozlaşan, benim memurum işini bilir zihniyetine bürünen insanlara karşı onurlu bir duruştur kemal sunal'ın bu yıllarda çekilen filmlerde oynadığı karakterler. ufak tefek haylazlıkları, yanlışları olsa da özünde temiz adamdır bu karakterler. canı kadar sevdiği, uğruna büyük sıkıntılar çektiği kızının kazandığı milyonların 5 kuruşuna bile dokunmayacak kadar temizdir.
  • *

    garip
    adına, tadına, tuzuna, tozuna bakmayız,
    acısını duyalım yeter.
    her nemiz var ise verip verip,
    kalp, gönül, damar, ses, nefes,
    hayal, hülya, rüya, şarkı, şiir, miir...

    ne bulursak girip girip.
    garip garip severiz biz,
    garip garip...

    gel demiş sultanımız
    duyduk, uyandık, gelmez miyiz?
    geldik.

    ...

    kızkardeşim boşandı, epeyce zor ve çirkin bir süreç sonucu, nihayet, boşandı. şimdi iki minik çocuğuyla ayakta kalmaya çalışıyor. 8 aylık hamile iken çocuklarının babası onu oğullarının okulunun müdiresiyle aldattı ve sonrasında kızkardeşimi kötülemek için ne varsa saydı döktü. kendi vicdanını temize çıkarmak için, kendini kendi gözünde haklı görmek için bunu yaptı. en küçüğümüz olan kardeşim, zaten oldukça kırılgan ve sert görünse de naif bir kadın. bu süreçte çok kırıldı, çok yıprandı, yıkılacak gibi oldu da bırakmadık. belki de bırakmalıydık, bilmiyorum. belki insanların yıkılmaya da hakları var, yıkılmalılar ki daha güçlenerek ayağa kalkabilsinler ya da yıkılmalılar ki hayatlarının başka bir seviyesinde yaşama devam etsinler. bilmiyorum. bilmiyorum altının üstünden kötü olduğunu, ne bilirim ki ben?

    kısaca, bırakmadık ki kızı yıkılsın, acısını yaşasın ve tüketsin de sonrasında arınarak ayağa kalksın. bırakmadık diye de şu son üç senedir işte, ancak toparlanıyor. geçen komşuları hediye almışlar; bir yediveren limon. üzerinde iki meyvesi var. verirken de demişler ki, "biri oğlun biri kızın. sen de bu ağaçsın. sen muhkem dur ki limonlar da iyi büyüsün, serpilsinler."

    ben biraz huysuzum, biliyorum huysuzum. aksiyim, asabiyim, kuralcıyım. ne kadar açık fikirli görünsem ve olmaya çalışsam da bazı konularda at gözlüklünün tekiyim. son senelerde bunu aşmaya çalışıyorum. hani var ya, hamdım, piştim, oldum diye, işte ben, ham bile değilim. ruhum (eğer varsa) eğri büğrü, şekilsiz, yönsüz, sevgisiz bir yığın halinde takılmış peşime, beraber sürükleniyor benimle. en ufak sevgi uğruna, sevgi yoluna, sevgi ihtimaline bile atlayışım bundan. illa bunu sevgililik olarak da görme sayın okur, değil. öyle değil. sadece o değil. sevilmemeyi o kadar kabullenmiş ve sahiplenmişim ki, birinin beni sevmesi ihtimali dahi şaşırtıyor beni. al misal, işyerindeki arkadaşım, resmen emek harcadı kız bana. o huysuz, şekilsiz ve dümensiz beni gördü, arkadaşı olarak seçti ve anladı. bakıyorum bazen, söylediğim bir şeyi bir o anlıyor, cidden anlıyor. aklımdaki ile ağzımdan çıkan arasında hız farkı olmasından mütevellit, fark olduğunu biliyor, severken kendimi kaybedip ayının yavrusunu sevdiği gibi taşkınlaştığımı biliyor ve sırf bu yüzden severken kendimi tuttuğumu da biliyor.

    evet, severken kendimi tutmaya çalışırım ki zarar vermeyeyim, ürkütmeyeyim. birini severken susarım ben. biliyorum aptalca, ama böyle. bazen de utanırım sevdiğimden. sanki sevmek zayıflığımı ortaya çıkarmak gibi, saklamak gerekli gibi gelir.

    neyse, uzattım lafı. özetle diyorum ki, seveni olmak bir insan için büyük nimet. sevenin çok olması ise rabbimin lütuflarından. ve bu huysuz mjorate'nin şöyle bir ciğerden seveni pek yoktur. yazıktır, ama böyledir bu. ektiğimi biçiyorum, kimseyi suçlamıyorum, hakkım da yok suçlamaya zaten. yangında ilk bırakılacaklardan, yükselirken ilk atılacaklardan biriyim insanlar arasında. aldım, kabul ettim. benim de bir yediveren limonum var. kendim aldım, dibinde karınca vardı, onlardan temizledim, toprağını eledim, güneşe serdim, havalandırdım, o ay param yoktu gittim en iyi topraktan ona aldım, bambu destek aldım, desteğe bağlamak için de minik domates kilitlerinden aldım. evimde diğer çiçeklerimin arasında yer seçtim, oraya koydum. gittim, geldim konuştum, hiç olmadı illa bir laf attım olduğu odaya her girdiğimde. 7 tane meyve verdi; lakin o sıra balkondaydı, kargalar dökülmesine sebep oldular, sadece iki meyvesi kaldı. bir limon ve iki meyvesi. kendi emeğim.

    anlatmak çalıştığım bu; işte bendeki öyle bir yalnızlık. ne yaptıysam, ne meyve verdiysem yahut vermediysem, ağladıysam, güldüysem, sinir yapıp, "aman boş ver mjorate affet, insanız hepimiz, sen asıl kendine bak" deyip affettiysem, unuttuysam... hep kendim yaptım. kimseyi de suçlamadım, suçlularken bile suçlamadım. hatta özrü ben diledim, varsın egoları bilensin, kendi gözümde ben yapmam gerekeni yapayım, kalp kırmayayım dedim. insanız, ben neler yapmışımdır kim bilir, hepimiz aynıyız, sonunda hepimiz doğaya karışacağız diye düşündüm.

    işte bendeki öyle bir yalnızlık. herkesin bir eşi/yoldaşı var. ona iki meyveli limon ağacı hediye edeni var, ona güzel sözler söyleyeni, düşer gibi olsa uzanıp tutanı var. benimse limonumu kendi alasım, kimseye yük olmayasım, bulaşmayasım, karışmayasım/katışmayasım var.

    üstteki efsunlu müziği dinlediğimde, tuttu yakamdan ve dünyayla arama ördüğüm duvara yapıştırdı beni. uzun zamandır, çok uzun zamandır yönümü kaybetmiş, bata çıka ilerlemeye çalışan çer çöp gibiydim, gariptim. kimsem yoktu. öyle sanıyordum. oysa yaradan var, ben o'ndan başka yöne baksam da benden yüz çevirmeyen rabbim var.

    din ile ilgili aklımı karıştıran, kurcalayan, beni boşluklara savuran bir sürü sorum, anlamadığım, mana veremediğim bir sürü bilgim var. emin olduğum tek şey, ben kendimi ateist diye tanımlarken bile, içeride, çok derinlerde emin olduğum, iman ettiğim tek şey; yaradan vardır, tektir. o’ndan başka ilah yoktur. ben de yaratılmışların en miniği, en hiçiyim. nasıl olur da büyüklenip, kibre kapılıp başka yaratılanlara zarar verebilirim? bu hakkı kendimde nasıl görebilirim?

    unuttum, unuttuk. unutana ne yazık.
  • bir sunay akın şiiri.

    şiirden kovduğu uyağın
    dönüp dolaşıp
    sonunda mezar taşına
    konması ne
    garip:

    orhan veli
    1914 - 1950.
hesabın var mı? giriş yap