• tod browning'in 1932 yılında çektiği korku filmi. bu filmde gerçekten bir sirkte çalışan ucubeleri oynatmış ve gösterildiği yıllarda seyircilerin dayanamayarak sinemayı terketmesine neden olmuştur. o yıllara göre sinemayı terketmeleri normal diye düşünmeyin, gerçekten bu film hala insanı rahatsız ediyor. toplumdan gariplikleri nedeniyle dışlanan bu insanlar, kendilerine bir dünya yaratmışlar, browning de kamerasını bu tuhaf dünyaya çevirmiş. dört dörtlük.
  • bu yazı tod browning’in 1932 yılında çektiği freaks'in bana düşündürttüğü 3 “kavram” hakkındadır.
    bol miktarda spoiler içerebilir.

    1-insan: freaks kendi içinde bir dünya yaratan filmlerden ve finale kadar o dünyanın dışına çıkmamıza pek izin vermiyor. sirk çadırı içinde, karavanlarda hayatını sürdüren ahali, birbiriyle sürekli bir ilişki içerisinde. üstelik bu ahalinin çoğunluğunu doğuştan engelli ya da sonradan özürlü olmuş insanlar oluşturuyor. milyonda bir görülebilecek bu hastalıklara sahip insanlar, bir sınıf ayrımına maruz kalıyorlar. buna neden olan ise aslında dış görünüşleri değil, dış görünüşlerinin karakterlerinde yarattığı kırılganlık. çünkü genel olarak birer insan değil yaratık olarak görüldüklerini düşünüyorlar ve ancak biraraya geldiklerinde insan muamelesi görüyorlar. cüce hans karakteri, tıpkı normal bir insan gibi çok güzel bir kadına aşık oluyor ve içinde bulunduğu grubu sevse de normal insanlarla da birlikte olabileceğinin hayalini görüyor. bunu yaparken de kendisine kalan bir mirasa güveniyor ama ne yazık ki kullanılıyor. onu kullanan güzeller güzeli cleopatra, zamanla gözümüzde bir ucubeye dönüşürken, hans daha bir karakterli, “insan” gözükmeye başlıyor. zaten finalde cleo’nun bir freak’e dönüşmesi ile bir şekilde bu döngü tamamlanıyor.

    2-yabancılaşma: filmin en büyük kuvvetinin izleyeni yabancılaştırmasındaki başarısı olduğunu düşünüyorum. ilk 20 dakika boyunca karakterleri tanıyoruz ve bu kadar çok şok edici insanı bir arada görmek filmle aramıza mesafe koymamızı sağlıyor. tod browning bu noktada doğru bir seçim yaparak, alışkın olabileceğimiz cüce hans karakterini öne alıyor. (çift cinsiyetli çocukla ya da sakallı kadınla aynı derece empati kurabileceğimizi sanmıyorum.) bu yabancılaşma o kadar vurucu bir şekilde oluyor ki, bu insanların başka bir gezegende yaşadığını düşündürüyor. çünkü onlar anomalilerini kabul edeli yıllar olmuş ve çok doğal bir şekilde yaşamaya, konuşmaya, sevinmeye, üzülmeye devam ediyorlar. filmin lanse edildiği gibi bir korku filmi olmadığı aşikar. daha çok tüylerini diken diken eden bir film, bunu da tamamen bahsettiğim yabancılaştırma tarzı ile yapıyor. hamile bir kadın için kabus haline gelebilirken, gerçekten bu ucubelerin içindeki ruhu görebilen izleyiciler için gülümsenerek izlenebilecek bir film aslında.

    3-öteki: dışlanan ucubelerin dünyası homojen değil elbette; 2’si iyi, 2.’si kötü denebilecek 4 sağlıklı karakterimiz bulunmakta. bunların çok derin karakterler olduğunu söyleyemeyiz, ama bu ucubelere verilebilecek en doğal tepkileri görmemiz adına çok yerinde tespitler yapıyorlar. üstelik “öteki”nin kendisini oluşturuyorlar film boyunca. ucubelerin krallığında, yapacakları hatalar hayatlarına malolabiliyor. normal bir toplumda bir insanı öteki yapabilecek her tür şey (bir kültür, bir hastalık, cinsel yönelim ya da sadece sevilen bir müzik grubu belki de) ortak bir çatı sağlar. genelde öteki'nin çevresinde “garip” olarak görülmesine neden olabilecek bu özellik, bir gün kendisi gibi insanları bulması ile bir güç haline gelebilir. bir bakıma öteki olmak, insanların örgütlenmesini sağlar. bu filmde de ucubelerin, aslında iyi niyetli, sevilebilir insanlar olduklarını, ama hayalkırıklığına uğradıklarında nasıl bir araya gelip terör estirdiklerini adım adım görüyoruz. bir nevi x men hikayesi.

    sonuçta ilginç olan biz insanların ötekine bu denli yabancılaşmış olmamız herhalde. halbuki o kadar da fantastik karakterler değil bunlar, özellikle türkiye’de çok sık bir şekilde görülen genetik bozukluklar. maymun gibi bir bebek doğurduğu için, boğmaya çalışan annelerin çocukları. insanı, insan yapan nedir sorusuna pek yaratıcı cevaplar vermiyor film. ama ötekiye karşı hoşgörüyü öğütlerken, aksi durumda olabileceklerin ufak bir şemasını çiziyor. sürekli azınlık sorunlarının yaşandığı günümüzde herkesin bir göz atması gerektiği kesin.

    (filmin kesilmiş pek çok sahnesi olduğu her yerden belli [60 dakika bile sürmüyor], keşke o karakterleri daha doya doya, derinlemesine görebilseydik. örneğin çift cinsiyetli çocuğun hercules’e aşık olması, onu gözetlemesi, ortalarda ondan yumruğu yemesi gibi ufak bir yan hikaye var ama bir yere bağlanmıyor. bağlanıyorsa da filmden çıkartılmış. sonunun filmden kopuk çekildiğini belirtmek gerek. dvddeki ekstralarda alternatif sonlardan bahsediyor. filmin birkaç 10 yıl boyunca yasaklanmış olması ve aslında bir hollywood stüdyosunda çekilmiş olması da garip ayrıntılar. tod browning’in özürlü amatör oyunculardan bu denli iyi bir performans alabilmiş olması da inanılmaz.)

    (edit: ayrıca filmin orijinal sonundan çıkartılmış bir sahneden bahsetmeden edemeyeceğim. bu sonda hercules bir şov için incelmiş sesi ile şarkı söylemektedir. ucubelere tarafından hadım edilmiştir. filmdeki karakterinden tahmin ettiğimiz üzere, belki de kendisi için en değerli olan parçasını kaybetmiştir. diğer yandan cleopatra da belinden aşağısı kaybettiği için benzer bir şey düşünebiliriz.)
  • tod browning'in kariyerinin de sonu olmuştur bu film. 1932 yapımı freaks'i çektikten sonra hiçbir stüdyo bir daha onunla çalışmak istememiş 1939'a kadar dört film daha çekmiş ama baskılara dayanamayarak emekli olmuştur. 1962'deki ölümüne değin yirmi üç sene yönetmenlik yapmamıştır.
  • holywood 1932 de boyle bir film cekerken biz 1932 lerde napiyorduk kimbilir diye dusunduren mutesem bir filmdir. filmdeki atmosfer cok etkileyicidir. "we accept you one of us" kelimesindeki nuansi daha sonra dreamers filminde bernardo bertolucci de kullanmistir.
  • --- spoiler ---
    bir korku değil, türünü tam anlamıyla bir dram olarak belirleyebileceğimiz bir film. hatta yer yer, özellikle de yapışık ikizler ve flörtlerinin sahnelerinde komediye bile kayıyor sahneleri.
    ama final bölümü, olaya biraz korku boyutu katmıyor değil. hatta ortaya çıkan alaycı ve çıkarcı kumpas nedeniyle ucubelerin takındığı intikamcı tavırlar, isteklerini yapmalarını sizin de onaylamınıza neden oluyor.
    aslinda filmin özü şu cümlesinde:
    "kuralları adanmışlıktır. birini incitmek hepsini... incitmektir; birini memnun etmek, hepsini memnun etmektir."
    --- spoiler ---
  • tod browning'in 1932 yapimi, degeri 30 yil sonra anlasilmis kult filmi. film normal ve anormal kavramlarini toplumsal bakis acisiyla sorgular. filmin prolog bolumunde fiziksel ozurlu karakterlerin tarih icinde toplum tarafindan ugursuz ve kotu olarak anildiklarindan bahsedilir. ancak film ilerledikce anlariz ki aslinda kotu olanlar 'freaks' degil, toplum tarafindan 'normal' olarak nitelendirilen insanlar ve onlarin iki yuzlu cikar hesaplaridir. filmin son sahnesi, cuce hans'in, kendisini arkadaslarinin onunde asagilayan ve onunla dalga gecen guzeller guzeli trapez artisti cleopatra'dan arkadaslariyla beraber aldigi intikami gorulmeye deger. 'offend one and offend them all'
  • film baştan sona büyük bir hollywood normu olan "güzelliği" yıkıp atmıştır. ve yıl 1932, gerçekten inanılır gibi değil. alenen gelmiş geçmiş en başarılı filmlerden biri. sinemada ayakta alkışladım o derece.
  • izledikten sonra, aklıma filmde oynayan insanların film çekildikten sonraki hayatları düştü. ilgi çekici bir film olmasının yanında, gerçekten öyle insanların filmde oynatılması beni biraz rahatsız etti. hayır, onlara karşı olduğumdan değil, o insanlara sonra ne oldu? ben bunu merak ettim. sonuçta çekildiği dönem bakımından oldukça cesaret isteyen bir şey ted browning'in yaptığı. filmde, belki de bunların oyun olduğunu bilmeyen insanlar bile yer almış olmalı. bu çok tuhaf. empati yapmaya çalışsam olmuyor, dışardan baksam.. yine olmuyor ama her şeye rağmen o dönemde sergilenen cesareti takdir edilesi.
  • bugün elimizdeki kesilip biçilmiş haliyle, ismiyle müsemma, ucube bir film. yönetmen tod browning, freak show diye bildiğimiz "farklı" insanlar üzerinden sömürü ile para kazanma olayını, sirk platformundan alıp beyaz perdeye taşımaktan başka ne yapmıştır? film, bazı özel tip engelli insanları aykırı bir komun gibi gösterip, insana yabancılaştırmaktan başka ne gibi bir işe yarar?

    bu soruların basit cevabı, sirk şovlarında belli bir geçmişi ve çevresi olan yönetmenimizin, yine kendine ait dracula'nın yanı sıra frankenstein ve benzeri korku filmleri ile patlayan ve devam eden bir furyadan parsayı toplama arzusudur. sinema tarihinin en unutulmaz intikam sahnesini içerdiğinden dolayı da bugün kült statüsü kazanmıştır.

    sonunun daha ilk sahneden tahmin edilmesi hiç de zor olmayan bu filmin, gün ışığına çıkmayan bölümlerine bakacak olursak,

    --- spoiler ---

    filmin sonunda cleopatra nasıl tavuk-kadın olur? izleyici rahatsız eden ve bir kadının düşük yaptığı efsanesini doğuran ilk versiyon gösteriminde, ucubeler tarafından kovalanan kadının belden aşağısı, yıldırım düşmesi sonucu yıkılan bir ağacın altında kalır. ardından ucubeler kadının üstüne yumulur, dal parçaları ve çamur atarlar. filmin başındaki sahneye döneriz. hercules karakteri hadım edilmiştir ve aynı gösteride, en ince kadın sesiyle* şarkı söylemektedir.

    --- spoiler ---
  • cüretkar mı cüretkar bir film bu. derdi ne kurgu ne de görsellik, daha çok anlatmak istediği şey üzerine kafa yormuş tod browning. bunu da öyle rahatsız edici bir şekilde yapmış ki kariyerinin sonu olmuş. aslında kullandığı karakterler yetmiş "güzellik aşkı" derinlerine işlemiş normal insanı rahatsız etmek için. daha en başından su gibi berrak bir şekilde anlaşılan senaryo ara sıra sıkıcı bir hal almakta ama yine de "the wedding feast" ile beraber işler değişiyor ve güzel kötü kadın* avcıyken ava, çirkin iyi sirk halkı ise avcıya dönüşüyor, "they will make you one of them, my peacock!"* repliği ise ta en başından sezildiği gibi gerçek oluyor, güzel kötü kadın hakettiğini alıyor. tüyler ürpertici belki de ama daha en başında izleyiciyi uyarıyor tod browning ve dışlanmışların o büyük kuralını seyircinin aklına kazıyor: "the hurt of one is the hurt of all, the joy of one is the joy of all."
hesabın var mı? giriş yap