• fotoğrafçılıktan farklı bir şeydir fotoğraf sanatı. öyle olmasa idi fotomatiğin * çektiği vesikalıkların da birer sanat ürünü olma olasılıkları yüksek olurdu. elbette fotomatiği bir fotoğraf makinesi gibi kullanan sanatçılar da yok değil, onlar ayrı.

    ---

    sanat mı ?

    "beş duyunun mükemmel dalgınlığında yüzdürdüğümüz kaptanı biz kâğıttan gemi"

    ---

    fotoğrafın dili var mıdır? burada sözü edilen "dil" tıp dili, hukuk dili anlamında bir jargon değildir. burdan yakılıyorsa, buyrun sanatın da bir jargonu mevcuttur. "fotoğrafın dili" ise o fotoğrafta anlatılan, gösterilen ya da anlatılmak/gösterilmek istenendir. o fotoğrafın konuştuğunu / söylediğini dinlemek ve duymaktır, okumaktır giderek. bir dili açımlandıran, bir dilin ifade sınırlarını belirleyen tekniği, araç gereçleridir. sanatın alt dilleri birbirleri ile kesişen kümeler yaratırlar. birinin sağladığı özgürlüğü, bir diğeri başka bir olanağı ile sağlar. fotoğrafta bu dil bir fotoğraf makinesi ile yaratılır, saptanır. diyaframın açıklığı, hangi ışıkta hangi filmin seçildiği, seçilen objektif, flaş, üç ayak (tripod) kullanılıp kullanılmadığı işin önemli bir teknik kısmına karşılık gelir. ama her halükârda aslolan, makinenin arkasında o milyarlarca birbirine girmiş görüntüden hangisini seçip hangisini dışında bıraktığınızdır. bir sanatçıyı diğerlerinden ayıran iç zenginliğini ürettiğine katma yeteneği, becerisidir.

    bireyi sanatçı yapan fotoğraf makinesi değildir. çek-at fotoğraf makinesi ya da polaroid ile -teknik açıdan sınırlı dahi olsanız- sanat fotoğrafları üretebilirsiniz.

    fotoğraf makinesi, kamera, kalem, daktilo, bilgisayar, taş, mermer, toprak vb vd birer araçtır. üretimin paylaşım süreci için araç. yani herşey asıl olarak içinizde başlamakta ve bitmektedir. ve bu nedenledir ki "söylemek", sanatçının gözü bağlı trajedisidir.

    ---

    sanatın tüm türlerini birbirine ilmekleyen noktalar vardır. bir fotoğrafın üretimi (çekimi?) ile bir şiirin üretimi (yazımı) arasında temel farklılıklar yoktur. bireyi sanatçı yapan herşeyden önce çizdiği kadraj ve bu kadraja yerleştirdikleridir. bu kadraj, üretmeden önce, üretirken ya da ürettikten sonra çizilebilir. bu nedenledir ki "fotoğraf" henri-cartier bresson'un sandığı bir "elverişlilik" ("disponibilité") durumu değildir yalnızca. yani o görüntünün gerçekleşmesi sırasında uygun alet edevat ile orada olmak tesadüflüğü. "orada olmak" ve "uygun alet edevat"...

    bresson'un soylediği, "o anda ordaydım makinemle, hepsi bu"dur sonuçta. belgesel fotoğrafçı, foto-muhabirdir, bresson kendince. ki ara güler de bresson gibi evlere şenlik abartıp fotoğrafı tamamen bırakarak 'aslolan resim sanatıdır' demese de üç aşağı beş yukarı benzer şeyleri söyler. halbuki, her sanat dalının kendine ait teknik farklılıklarıdır bresson'u ve güler'i yanıltan. edebiyatın malzemesi sözcükler, sayılar ve noktalama işaretleriyse, fotoğrafınki durağan görüntülerdir. sanatçının, kendini söylerken şu ya da bu alet edevattan yararlanması "belirleyen" değildir.

    ernst hans gombrich, fotoğraf sanatından söz ettiği paragrafında bresson'a ve bir bresson yapımı (1952) "aquila degli abruzzi"ye ilişkin :

    www.peterfetterman.com/artists/cb/pic08.html

    "milyonlarca turist pitoresk italyan köylerini fotoğraflamıştır ama hangisinin çektiği böylesine ikna edicidir." der.

    gombrich ve bresson'un tam da söylemek istedikleri belki de şudur: eğer herhangi bir fotoğraf makinesiyle herhangi birisi o görüntünün bulunduğu yerde benzeri bir görüntüyü yakalayacak ise çekenin ve çekilenin fazla bir önemi yoktur.

    bresson'un kendinden kattığını düşünmediği ama gombrich'in aynı görüşte olmadığı o "elverişlilik"te ayrı bir şeyi daha yakalarız:

    sanatçı ile sanat değerlendiricisi arasındaki farkı...

    ayrica bkz.

    "sanat değerlendirmelerinde 3b sorunu", iç. imece, ocak-şubat 2001/sayı: 22

    groups.yahoo.com/group/siirpostasi/message/4490 (/e şikki)

    gene aynı yerden bir başka değerlendirmeye de kapımızı ardına değin açarız:

    basın fotoğrafçılığının (foto muhabirliğinin) sanat fotoğrafçılığı ile yanyana durduğu o hiza. çünkü çoğu basın fotoğrafı, bresson'un dediğine, o "elverişlilik"e ulaştırır bizi... basın fotoğrafçılığının fotoğraf sanatındaki yeri ayrı düşünce silsilelerine hodri meydandır.

    ---

    "modern kamu -okur/seyirci- ve fotoğraf" ("le public moderne et la photographie"), charles baudelaire'in 1859 sanat fuar'ından ("salon") hemen sonra yazdığı ve revue française'de yayımlanmak üzere derginin genel yayın yönetmeni jean morel'e gönderdiği makaleler bütününün bir parçasıdır. yazma nedenlerinden birisi fotoğraf makinesinin icadı ile ressamların kendilerini tehdit edilmiş hissetmelerine okkalı bir cevap vermektir. ki okkalı cevabını verir de. baudelaire'in bu cevabı üstlenmesi şair kimliğinden öte sanat değerlendiricisi kimliğinden ötürüdür. resim sanatını ve çağının resmini yakından izleyen baudelaire, fotoğrafçının değil de ressamın yanında durur. taraf olur. fotoğraf bir "sanat" mı yoksa "teknik" midir sorusunun cevabını ikincisinin lehinde verir. baudelaire'e göre fotoğraf bir endüstridir ve "başarısız, yeteneksiz ya da calışmalarını tamamlayamayacak denli teneke ressamların sığınagı"dır. "körlüğün ve salaklığın daniskası olduğu denli intikamın rengi"dir de.

    sanat "güzel"in mükemmel arayışı ise, aha "fotoğraf" bunu en güzel ve şaşırtıcı bir şekilde vermektedir. intikamcı bir tanrı sanatı yalnızca doğanın bir "röprodüksiyon"u kabul edenlerin dileklerini yerine getirmiş, daguerre'i de isa'ları yapmıştır. fotoğraf makinesi icad oldu resim bozuldu'dur.

    baudelaire kor, fotoğraf oturur :

    "demek ki fotoğraf asil görevine dönmeli, sanatın ve bilimlerin bir hizmetkârı, ama alçakgönüllü bir hizmetkârı olmalıdır. nasıl edebiyatı yaratan daktilo ya da matbaa değilse..."

    1846 sanat fuarı makalelerinde "heykel neden sıkıcıdır"ı ("pourquoi la sculpture est ennuyeuse") anlatan da baudelaire'dir. ki bugün sinema fanatiklerinin "fotoğraf neden sıkıcıdır" soru değerlendirmesini de koşutunda düşünmek gerekir.

    baudelaire'in edebiliği mükemmel bu metni ilerigörüşlülüğü açısından bakıldığında kendisi için pek de hayırlı degerlendirmeler sunmaz bize:

    baudelaire, "fotoğraf sanatı"nı ıskalamıştır.

    bresson ve güler ise fotoğraf sanatına ihanet etmişler, fotoğraf sanatını satmışlardır. bresson, güler'den de ileride "resim sanatı"nın işbirlikçisidir. "resim sanatı" - bir olasılık- vasat bir ressam kazanmıştır ama, kesin olan, fotoğraf sanatının bir teorisyenini kaybettiğidir. bresson, fotoğrafın sanatını agrandizöründe aşağılaya aşağılaya küçültmüştür.

    ---

    fotoğrafın "sanat" olup olmadigi tartışması özellikle "şipşak"çılığı ve kolayca çoğaltılabilir olmasında yatar. halbuki gombrich, bresson'un, o vizör'ün ardında kadrajın içerisini özenle doldurduğunu ve "geometri tutkusu"nu itiraf ettiğini aktarır bize. görecelidir yani "şipşak"çılık da...

    bireyi sanatçı yapan o seçim iradesi fotoğrafta özellikle iki noktada görünür. çekerken ve çektikten sonra. bu, diğer sanat ürünlerine çok da yabancı değildir. ürünün ilk üretiminin yanısıra üretiminin ardından üzerinde çalışılması yani ardcı işçiliği buna isabet eder. fotoğrafta bu işçilik ya o film içerisinden fotoğrafların seçilmesi ya tab aşamasında ilk anda yapılmış o kadrajın değiştirilmesi ya da seçilmiş fotoğrafların farklı bütünlüklere yeniden oturtulmasıdır. başkasının çöpe atacağı fotoğrafı "gören", "anlamlandıran"dır fotoğraf sanatçısı kimi zaman da. kimi zaman da o fotoğraf sanatçısının dadacı örnekleri...

    // gerçeköteciliği dadacılıktan ayıran önemli bir nokta da yönteminde ortaya çıkar. her ikisinde de hakim olan kendiliğindenlik (otomatizm) birbirinden farklıdır. dadacılıkta bu kendiliğindenlik "tesadüfi" iken, gerçekötecilikte "psişik"tir. meşhur dadacı hans arp'ın 1916 yılında, yaptığı ve kendisini tatmin etmeyen tablosunu yırtıp attıktan sonra, aynı düzende tekrar yapıştırması ve sonucun kendisini tatmin etmesi sanat tarihinin ilginç anekdotlarındandır. //

    bkz. "gerçek'ten 'öte'sine 'beri'sine notlar", iç. imece, haziran 1999/sayi: 12

    web.archive.org/web/20010822205633/imece.org/arsiv/gercekten.html

    ---

    bir başka açıdan söz konusu olan, böyle bir genelleme değil de parça başı değerlendirmede yattığıdır. yani fotoğraf'ın alan olarak sanatlaştığı yerler olduğu kadar, daha çok günlük tüketime veri taşıdığı yerlerin varlığıdır sorun çıkartan. bu, açık/derhal işlevsel boyutlu tüm sanat dallarının da bir sorunudur. fotoğrafın "tek"lik yani "kolayca çoğaltılabilir" sorununa ve sanat pazarindaki yeri bambaşka bir konu...

    * *

    ---------
    ---------

    ayrıca,

    (bkz: henri-cartier bresson/#5276192)

    (bkz: ara güler/#5276637)
  • "kaliteli fotoğraf çekmek için kaliteli makina gerekmez" deyip kaliteli makina kullanan sanatçıları barındıran sanat dalı
  • fotoğraf sanatının en büyük çıkmazı, fotoğrafın haddinden fazla tekrarlanabilir bir yönteme sahip olmasıdır. sözgelimi, resim sanatının sanat seyircisi gözündeki değerinin büyük kısmını, resmin oluşmasında rol oynamış emekler dizisi oluşturur. bir resme bakan izleyici, orada sadece renkleri ve objeleri görmez. aynı zamanda, resim üzerindeki fırça izleri, renkler arasında -detaylı bir uğraşla- oluşturulmuş skalalar da kişinin ilgisini çeker. özetle, resmin kendinden ziyade resmin materyal öyküsüne imreniriz. ve sık dile getirdiğimiz "ne güzel bir resim!" ifadesi değil, "ne güzel çizilmiş!" ifadesidir.

    fakat bu 'emek ile yoğurulmuş sanat' tanımını fotoğrafa uygulamak zor. walter benjamin'in de işaret ettiği gibi, resim üst sınıfın statü göstergesiydi, üst sınıfa mensup kişiler duvarlarını devirlerinin en ünlü tablolarıyla süsleme telaşındaydı. fakat fotoğrafın ve çoğaltım teknolojilerinin yaygınlaşması bu durumu tam olarak tersine çeviremediyse de resmi bir statü nişanı olarak gören kesimin kapsamını büyük ölçüde daralttı. artık orta gelirli bir aile bile, evinin duvarını, çoğaltılmış van gogh tablolarıyla renklendirebiliyor. ve fotoğraf, her şeyden önce, hayatın sosyalist yanına önemli bir simgesel katkı sağlıyor.

    gelgelelim, çoğaltım teknolojisinin sağladığı bu katkı, başlı başına bir sanat olan fotoğraf için de bir tehdit oluşturuyor. pahalı makinelere sahip onlarca kişi, fotoğraf etkinlikleri adı altında bir araya gelip, lenslerini aynı gün batımına doğrultup buradan sanatsal materyaller çıkmasını bekleyebiliyor. halbuki, sanat bir yıkım ve yaratım uğraşı olduğundan, yapılan hiçbir şeyi yıkmadığı gibi herhangi bir şeyi de yaratmıyor. ve etkinlik katılımcıları çektikleri fotoğraflarla, hali hazırda binlerce kopyası olan sahneye yenilerini eklemekten öteye geçemiyorlar.

    söz konusu sanat dalının bir diğer çıkmazı da, sanata giden yolda sanatın neredeyse hiç göz önünde bulundurulmuyor oluşu. fotoğraf sanatı derslerinde izletilen kareleri bir gözümüzün önüne getirelim; büyük bir çoğunluğu, esasında bir habere görsel materyal sağlamak için çekilmiş karelerdir bunlar. fakat fotoğrafın bağlamı, öylesine geniştir ki, insan bir noktada, sözkonusu haberin dışına taşıp, salt fotoğrafı kaynak almaya başlayabilir. zira, gerçek anın ürküsü, şaşırtıcılığı, hüznü, mutluluğu, vesairesi bir resmin sağlayabileceğinden çok daha vurucu bir etkiye sahiptir. bunu şöyle örnekleyelim: insan bedeninin parçalanışına bir sinema yapıtı içerisinde pekçoklarımız aşırı tepki vermeyiz, lakin sözkonusu olan süregiden hayatın içerisinde gerçekleşiyorsa ve karşımızdaki -mesela- bir gizli kamera görüntüsüyse, pek azımız tepkisiz kalabiliriz.

    ~~

    kendi kendime "fotoğraf sanatı nasıl olmalıdır?" şeklinde sorduğum soruya zaman içinde verebildiğim türlü cevaplardan en tutarlı ve en geniş çapta uygulanabilir olanı da şu oldu: fotoğraf sanatı, 'süregiden hayat içerisinde, tekrarlanamaz birer duygu bütünlüğü içinde, anlık birer mesajı olan sahnelerin kayıt altına alınmasıdır'. bunu, kendi toplumcu sanat görüşümle destekleyebilirim fakat bir genelgeçerliliği olmaz. onun yerine, birkaç örneğe bakalım;

    chris jordan

    kirlilik dolayısıyla canlarından olan balıkçıl kuşların hazin öyküsünü anlatan bir haber için kusursuz bir fotoğraf olabilecek olan bu fotoğraf, aslında hiçbir haber metnine gereklilik bırakmamasıyla sanatsal bir çalışma değeri kazanıyor. alıcısına doğrudan ulaşan bu çalışma, mesajını da dikkat çekici bir yalınlıkla veriyor.

    elliott erwitt

    bu fotoğrafta ise evrensel geçerliliğe ve sonsuz bir mesaja sahip olan anlık bir görüntünün kayıt altına alınması ve yukarıda olduğu gibi hiçbir metne gereklilik bırakılmaması söz konusu. ırkçılık karşısında elimizde böyle bir fotoğraf varken, hangi kitaba, hangi broşüre, hangi haber metnine ihtiyaç duyarız ki?

    randy rasmussen

    silahlı polis gücü hakkında yazılabilecek çok fazla kitap var. ki, yazılabilecek olası haber sayısını dile getirmeye gerek bile yok; her geçen gün güçlerini suistimal edişlerine yeni örnekler ekliyorlar. ne var ki, bu fotoğraf, sadece tek bir tekrarlanamaz ince anı dondurup, aslında polis gücünün ve eylemci gücünün karşı karşıya gelişinin yol açmış ve açabileceği her şeye tek karelik bir örnek teşkil edebiliyor. polisin elindeki donanımsal gücü karşısındaki silahsız topluluğu susturmak için kullanışı daha iyi nasıl resmedilebilirdi?

    ~~

    tanımların ve örneklerin ışığında şu rahatlıkla söylenebilir ki, fotoğraf artık kabul görmesi gereken fakat öncelikle kapsamı aydınlatılması icap eden bir sanattır. gönül istiyor ki, fotoğrafçılıkla uğraşan bu sayıda insanın yanında, fotoğraf kuramına da ciddi vakitler ayıran kitleler var olsun.
  • "insanlık, ilk kez fotoğraf sanatıyla beraber, kendisi hakkında ve şifresi olmayan bir haberleşme yolu buldu."*
  • özenti tiplerce tahrip edilen bir sanat dalıdır. şöyle ki; herhangi bir şekilde statü sahibi olan veya olmak isteyen kişi, kendini birilerine överkenki cv'sini sanat yönünde de kabartabilmek için ilk bu sanata el atar. çünkü fotoğraf sanatçısı olmak, birkaç bin liralık bir makine satın almak ve facebook'ta profil fotoğrafını boynunda fotoğraf makineli haldeyken çekilmiş bir resimle değiştirmektir o kişiye göre. sonra bir kaç tur düzenlenir ve ot çöp çekilir. bir de "x photography" adıyla yeni bir facebook profili oluşturulur. hatta belki de bir internet sitesi...
    fotoğraf sanatıyla ve sanatçısıyla hiçbir alıp veremediğim yok. açıkçası bir ara düşündüm "fotoğraf sanat mıdır aceba?" diye. şimdiki düşüncem, "evet fotoğrafa bir bakış açısı katabiliyorsan, bakan kişi bir duygu hissediyorsa, bunu yapabiliyorsan fotoğrafçılık bir sanattır." ama zannediyorum çok zor bir sanattır. ya da bu işle sanatçı olmayan çok fazla kişi uğraşıyor ki sanatsal bir fotoğraf bulunamayacak kadar azınlıkta o fotoğraf yığınlarının içinde...
    bu iş biraz kabak tadı verdi sanki. arada kaynadı gitti bu işle samimi uğraşanlar da... hani gitarı eline alanın akdeniz akşamları'nı çalması gibi bir durum çıktı ortaya. tamam kimsenin işine de karışmıyoruz, herkes istediğini yapar veya "insanlar fotoğraf çekmesin mi...fotoğraf makinesi alıp bu işe soyunmasın mı... fotoğraf çekmeye çalışmasın mı...illaki çekilen fotoğraf sanatsal mı olmalı" sorularına da eyvallah ama sizce de çok sırıtmıyor mu böyle tipler ve çekilen ortak temalı resimler? çok samimiyetsiz değil mi?
    not: fotoğraf sanatçısı değilim, fotoğrafı seven ama kaliteli fotoğrafa çok az rastlayan biriyim. zamanında ilgi duymuştum ama digital makinelerin gelişmeye ve bu işin söylediğim şekilde patlak vermeye başladığı bir dönemdi. böyle bir dönemde boynuma makine takmak rahatsız etti. hiç başlamadan bitti...
  • "iyi fotoğrafçı olmak çok fazla hayal gücü gerektirir. ressam olmak için daha azıyla yetinebilirsiniz, çünkü şeyleri yaratırsınız. ama fotoğrafçılıkta her şey çok sıradandır, sıradan görebilmek için çok fazla bakmak lazım." (david bailey)
  • ne yermek için ne de başka bir amaçla yazılmıstır .
    çok ciddiyim ;uzun zamandır, bir fotoğrafa böyle uzun, böyle detaylı, binbir mimik değiştererek, binbir düşünce ve duygu değişikliğiyle bakmadım !

    açı inanılmaz ! sanat bir acaip!
    hatta öyle derin bir sanat ki mesajlar alınıyor- veriliyor .anlamaya çalışıyorum ama zor . hayır, uzanan kişi ünlü biri olamasa bile aynı şeyleri yazacağıma eminim .

    http://twitter.com/…atus/136823436327653377/photo/1
  • fotoğrafın sanatı.
  • turgut uyar'ı seviyorum. turgut uyar'ı, yalnızca, yazdığı tüm o harikulade şiirleri nedeniyle değil, aynı zamanda gerçeklerimi değiştirirken bana arka çıkıyormuş gibi hissettiğim için de seviyorum. ne vakit bir aşktan gönlüm geçse, ne vakit bir gerçek yalanlanıp gözümde yeni bir gerçeğe bıraksa yerini, onun "tel cambazının tel üstündeki durumu" nam eserinden bir dize düşüverir aklıma ve bütün bir ferahlık dolar içime ve genzimi bir yudum suyla temizleyerek, sandalyedeki oturuşumu dikleştirerek, en şairane çehreme bürünerek, ne dediğini bilen insanlara yaraşır gür bir sesle şöyle derim:

    ~~
    «aşkım da değişebilir, gerçeklerim de!»
    ~~

    evet, gerçeklerim sıklıkla değişiyor sahiden de. ama bu hemen hemen hiçbir zaman kontrolsüz bir değişim olmuyor. pipal tree'nin altına oturuyorum; algı kitabımı açıyorum; geçmişteki nedenleri bugünün koşullarında süzüp kendime yeni sonuçlara gebe taptaze bir gelecek çizmeye koyuluyorum ve işte! bir gerçeğim daha gözlerimin berisinde değişiveriyor!

    fotoğraf sanatına dair eski gerçeklerim, bugünkü gerçeklerimden çok daha farklıydı. takvimlerin 12.12.12'yi göstermeye başladığı gece yarısında, yani bugünden handiyse iki yıl evvel bu başlığa uğramış ve bir fotoğrafı "sanat eseri" yapanın ne olduğuna dair eski gerçeklerimi şu sözlerle dışavurmuşum:

    ~~
    «fotoğraf sanatı, süregiden hayat içerisinde, tekrarlanamaz birer duygu bütünlüğü içinde, anlık birer mesajı olan sahnelerin kayıt altına alınmasıdır.»
    ~~

    bunun hemen akabinde chris jordan, elliott erwitt, randy rasmussen gibi fotoğrafçılardan birer fotoğraf örneği vermişim.

    süregiden hayatın içinden alınmış kesitlere hala büyük bir hayranlıkla bakıyor olmakla birlikte, artık eskisi kadar "toplumcu gerçekçi" değilim ve o zamanlarda bana "en kapsamlı" yaklaşım olarak gelen bu bakışın yerine, çok daha kapsamlı olduğunu düşündüğüm (ve hatta bundan emin olduğum) yeni bir gerçeğe sahibim bir süredir. bu taze gerçeğin ışığında ve şimdiki aklımla iki sene öncesinde birer "sanat eseri" olarak gördüğüm tüm bu fotoğraflara tekrar tekrar bakıyor ve şöyle diyorum:

    ~~
    «hayır, bunlar birer sanat eseri değil.»
    ~~

    şimdi önce, bir sanat eserini bir "sanat eseri" yapanın ne olduğunu anlatır birkaç cümle kuralım ve ilerleyelim. sanat eseri, her şeyden —ama her şeyden— önce bir yorumlamadır. doğada kendi halinde bulunmayan, ancak dönüştürülerek ve yeniden üretim yollarıyla mevcut hale getirilebilen olandır sanat eseri. pablo picasso'nun "guernica"sını, john milton'ın "paradise lost"unu, johann sebastian bach'ın "brandenburg konçertoları"nı, michelangelo'nun "david"ini, mimar sinan'ın "süleymaniye camii"sini, andrey tarkovski'nin "stalker"ını yüksek birer sanat eseri yapan, tüm bu eserlerin uyandırdığı soyut güzellik hissinden ziyade, somutlamaya dayalı yorum fikridir. yani bir "şey"i sanat eseri yapan, onun kendiliğinden değilliği ve alımlanışı akabinde yorumlanarak yeniden meydana getirilmesidir. işte tam da bu sebeple çorak topraklara yapılan bir ziyarette karşılaştığımız bir taş parçası bizde «işte bu bir sanat eseridir» diyebilecek bir algı yaratmazken, "david" heykeli bizi stendhal sendromu'na dek varan duygulanımlara sürüklüyor.

    sonra mesela ara güler var. ara güler asla yaptığı işe "sanat", çektiği bir fotoğrafa "sanat eseri" ve kendisine "sanatçı" niteliği yüklemez. her ne kadar kuramsal boyutta bir yorum getirmiyor olsa da, yaptığı işin sanatçılık değil, habercilik, belgecilik, tarihçilik olduğu fikri üzerinde yoğunlaşır. çünkü bilir ki, hiçbir yorum katmadan tek hamlede donduruverdiği "an", bu ham halinde bir "sanat nesnesi" niteliği değil, —haber niteliği üzerinden— bir "tarih nesnesi" niteliği taşıyor. ve haber fotoğrafçılığı filtresiz, photoshop'suz, yorumsuz fotoğraflar gerektirdiği için, yüksek sesle diyebiliriz ki,

    ~~
    «kendiliğinden tanımlı bir sahneyi olduğu gibi kayıt altına alan, yani gerçek olanı hiçbir yorum katmaksızın yansıtan bir fotoğraf, "sanat eseri" olarak nitelendirilemez.»
    ~~

    peki ya bu, «fotoğraf sanatı diye bir şey yoktur» demek anlamına mı geliyor? elbette hayır. fotoğraf sanatı, bir gerçeğin yorumlanarak yansıtılmaya başladığı noktada filizleniyor. sanat kaygısıyla yeniden düzenlenmiş bir sahneyi çerçeveleyen her bir fotoğraf, başka hiçbir ek özelliğe ihtiyaç duymaksızın sanat eseri niteliği kazanıveriyor. misal, fotoğrafının çekildiğinden habersiz bir kimsenin fotoğrafını çekersem, bu ne o fotoğrafa sanat eseri, ne de bana sanatçı niteliği kazandırmaz. ama eğer karşımdaki insanın oturuşunu, duruşunu, mimiklerini, bakışlarını estetik kaygılarla yeniden düzenlersem, bir önceki örneğin bilisizliği eksiksiz bir sanatsal farkındalıkla bütünlenecek ve çektiğim fotoğraf bir "sanat eseri" halini alacak.

    tabii, "sanatlık" meselesinin ötesinde, "sanatsallık" meselesi var bir de. burada söz konusu olan, fotoğraf değil de, söz gelimi resim olsaydı, izlenimci bir tablonun sanatlık derecesinin hiperrealist bir tablodan çok daha fazla olduğunu zihin rahatlığı içinde söyleyebilirdim. eğer söz konusu ettiğimiz sanat dalı şiir olsaydı, ikinci yeni'nin sanatlığının garip'ten fazla olduğunu söylemekten çekinmezdim. ve derdim ki, «çünkü sanatta yorumun gücü ve yoğunluğu arttıkça eserin sanat değeri de onunla doğru orantılı olarak artış gösterir.» ama burada konumuz resim ya da şiir değil ve fotoğraf sanatında durum, en azından benim kişisel sanat beğenime göre, diğer sanat dallarında söz konusu olanlara kıyasla çok daha ters orantılı işliyor. yani bir fotoğrafın sanatlık değeri arttıkça, sanatsallık değeri çoğunlukla giderek azalıyor. birkaç örneğe bakalım:

    henüz 22 yaşındaki kyle thompson, "fotoğraf sanatçısı" denince aklıma gelen ilk isimlerden biri. neden? çünkü adam "sanat" yapıyor. sığ ya da derin, güzel ya da çirkin, iyi ya da kötü; adam çevresini yeniden yorumluyor, kadrajına sıkıştıracağı bağlamı bizzat tasarlıyor ve deklanşöre dahi basmadan evvel, sanatın gerektirdiği hemen her şeyi kurduğu mizansende çoktan yapmış oluyor. ardından çeşitli manipülasyon hileleriyle elindeki görseli bir kez daha yorum filtresinden geçirerek fotoğrafının sanatlığını sürreel boyutlara taşıyor. misal 1; misal 2; misal 3.

    62 yaşındaki alex webb ise kariyerinin bir bölümünde türkiye'de de çalışmış, magnum photos'a bağlı bol ödüllü bir "fotoğrafçı". kyle thompson'ın aksine o, hedefindeki sahneyi mümkün mertebe dokunulmadan yakalamaya çalışan ve sanatlık değeri bulunmayan eserlerine konuk olan imgeleri, yüzleri, renkleri ayırt edici bir ton algısıyla kayıt altına alarak hayranlık uyandırıcı bir sanatsallığa ulaşmasını bilen biri. misal 1; misal 2; misal 3.

    siz bu iki fotoğraf makinesi kullanıcısı elinden çıkma bu altı fotoğrafa baktığınızda neler düşündünüz, neler hissettiniz ve neler söylemek istediniz bilemiyorum ama, sanırım bunlar tek başlarına yetiyor manipülasyona uğratılmış ve "sanat eseri materyali" haline getirilmiş bir sahnenin, kendiliğinden ve sanatçı eli değmemiş bir sahne karşısındaki "sanatsal" acizliğini görmeye ve göstermeye. kyle thompson'ın çektiği bir fotoğraf, ilk görüşte elbette derin duygulara yönlendirebilir izleyiciyi ama oradaki gayritabiliğin getirdiği güçlü bir samimiyetsizlik hissi var ve bu bir noktada insanı bu karelerden uzaklaştırmaya başlıyor. fakat alex webb'in fotoğraflarında durum tam tersi: fotoğrafçının "misal 1"deki kız kulesi odaklı fotoğrafını ne vakit görsem, kafe tezgahı ile uzaktaki kız kulesi arasındaki "kendiliğinden" geometri başımı o denli döndürüyor ki, kendimi saniyeler içinde üsküdar sahilinde buluyorum. "misal 2"deki mustafa kemal atatürk portresi odaklı fotoğraf ile ne vakit karşılaşsam, mekanın sarı-soluk aydınlığında vurgulanan simetri fikri ile kendimi marmara denizi'nin enginliğine komşu hissediyorum.

    ve bu netlik ile karmaşa arasında gidip gelen taze gerçeklerimi hızlıca bir gözden geçirince «umarım uzun bir süre boyunca gerçeklerim değişmez» demekten kendimi alamıyorum. ateşi gül, taşı heykel gösteren bu duygular başa bela.
  • sizin ne gördüğünüz değildir, başkalarının görmesini sağladığınız şeydir.
hesabın var mı? giriş yap