• rakıya ilk başladığım zamanlarda, izmir'de pasaport'taki gemideki balık restoranlarına gitmiştik.. ferdi abi bizden çok önce gelmişti mekana, ve etrafindakileri eğlendiriyordu.. biz daha 20li yaşların başında tıfıl gençler olarak "aa ferdi özbegen mi bu" "yok o degildir" "yoo" derken, "evet yakışıklılar ferdi abinizim ben" diye muhabbetim ortasına dalmıştı ferdi abi.

    biz o zamanlar rakıyı eğlencesine içerdik.. içine su katar, buza yer ayirirdik 2 parmak.

    ama şimdi büyüdükçe, rakıyı beraber içtiğimiz insanlar bir bir gidince, neşet ertaş bırakınca en başta, rakı bardağı içinde görünmez bir kederle geliyor.. arkada biriktirdiğimiz seneler artınca, buz için ayrilan iki parmak yer, özlemle doluyor.. ferdi özbegen, neşet ertaş, karşı komşu orhan amca, anneannem, mehmet amca derken, gidim gidim suya ve buza yer azaliyor sirf özlemle beyazlaşıyor rakı..

    ve radyoda ince bir saz çalmaya başlıyor.. efkarim birikti sığmaz içime, bir sitem etsem de azdir kadere..
  • gerçek bir sanatçı ve müthiş iyi bir insandı rahmetli.
    bir de anım var kendisiyle.
    fi tarihinde iyi markalardan bi araba bayiinde yedek parça sorumlusu olarak çalışıyordum. ferdi özbeğen’ in de aracı servise gelmiş almanya’ dan yedek parça bekliyor. normalde 1 haftada gelmesi gereken parça 3 hafta olmasına rağmen gelmedi.
    tabi bu süre zarfında ferdi bey sürekli bayiyi arayıp aracın durumunu soruyormuş. bir gün öğle arasında benim telefonum çaldı, açtım “ben ferdi özbeğen, aracım 3 hafta olmasına rağmen hala servisten çıkamadı parça bekleniyor dediler 10 dakikadır beni ondan ona aktarıyorlar cevap alamadm” dedi.
    ben de ilk defa ünlü biriyle konuşmanın heyecanıyla sesim titreyerek ben hemen sizinle ilgileneyim efendim diyebildim.
    normalde başka birisi olsa telefonda bağırır dururdu aracını alamadığı için. ama ferdi bey öyle tatlı dille şikayet etti ki bana terapi gibi geldi.
    sistem üzerinden sorgulama yapıp parçanın tam geliş tarihini söyleyip beklettiğimiz için özür diledim. “sorunun bizde mi almanya’ da mı olduğunu şuan çözemedim ama öğrenir öğrenmez onu da ileteceğim şikayet hakkınız var” dedim.
    o da “ gerek yok şikayete canım hatta sana teşekkür ederim o kadar aradım böyle net cevap alamamıştım” dedi kapattık telefonu.
    işte sonra müdür de haftalık toplantıda herkesin içinde beni tebrik etti ve sonra teşekkür etti. ferdi özbeğen gelememiş ama ilgilendiğim için müdürle bana özel teşekkür göndermiş.
    metal müzik dinlememe rağmen o günden sonra kendisinin şarkılarını da açıp dinliyorum.
  • kendisini tanımayan nesil olduğunu görünce şaşırdım. zira sanki herkesin yolu kendisinin neşeli bir ifadeyle söylediği, sözleriyle buruk bir his bırakan şarkılarından geçer sanıyordum.
    çok severek dinlediğim, çok başka bir değer.

    ayrıca, berkun oya'nın dizisi ile insanların söz etmeye başladığı insanın içini bir anda cız ettiren kırılmış bir hikayesi vardır.

    ferdi özbeğen, hayat arkadaşı hilmi mutlu'yu yasal varisi olarak ailesine dahil edebilmek için evlat edinmiştir. ülkemizde yasalar eşçinsel evliliğe izin vermiyor, kaldı ki kendisinin bu sürece girdiği 1999 yılında dünyada da eşcinsel evlilik yaygın şekilde yasal değildi.

    ferdi özbeğen'in gazetelerde de yer alan açıklaması da şöyle idi:

    "günümüzde gereken şartlara uyan herkes evlat edinebilir. evlatlık edinmek için evli olma şartı 18 yaşına kadar olan çocuklar için sözkonusu. benim evlat edindiğim kişi 31 yaşında olduğu için böyle bir şart aranmadı. bu arkadaşımız 13,5 yıldır annem ve bana hizmet verdi. annemin ölümünden önce bu bana vasiyeti idi. annem vefat etmeden bir gün önce, ‘ferdi, bu çocuğu sakın bırakma. bu evlat bize çok yakınlık gösterdi. ölürsem yalnız kalırsın. bu benim sana vasiyetim' dedi. annem öleli 4.5 yıl oldu. ben vasiyeti yerine getirdim."

    bunu anımsayınca yeniden üzüldüm. evlilik kurumunun temel fonksiyonları hayatı kolaylaştırmak olmalı. örneğin mal sahibi olma ve bölüşme hakları, sigorta hakları, tarafların avantajlı yasal durumlarını birbirine aktarabilmesi olmalı. esasında keşke isteyen herkes istediğiyle evlense ve bu kimseyi hiç ilgilendirmese.
  • yeni keşfetmedim çünkü benim de babam bir piyanist şantör'dü. öğretmenliğe ek olarak geceleri sahneye çıktığından bu piyanistleri ve külliyatlarını sıradan bir çocuğa göre çok daha iyi bilirdim. öte yandan bir başkadır sayesinde ilk kez canlı denk geldim. uçuyor gündüzüm seninle'yi icra ederken. babamdan bana bulaşan ama kısa bir süre uğraştığım amatör müzik hayatıma dayanarak söyleyebilirim ki o an yerinde olmayı çok isterdim. aldığı zevk orgazmdan daha zevkli anlar'da zirveye oynar, müzisyenler bilir. şarkıyı yaşıyor. günümüz şarkıcılarına sahne 101 olarak okutulacak bir performans. saygılar.
    ha bir de eski türkiye diyenler olmuş, evet. böyle yemekli içkili bol bol bir araya gelinir, gece adı altında (hiçbir özel gün değil, bir sebep yok) piyanist şantör'ler eşliğinde eğlenilirdi. babam gecenin ilerleyen saatlerinde garsonlara ışıkları kıstırır, udunu eline alırdı.
    o günler, o mutluluklar nereye gitti bilmem.
  • kıyıda köşede kalmış unutulmuş şarkıları mükemmele yakın bir biçimde yorumlamış, türk müzik tarihinin bir dönemine damgasını vurmuş insan.
    sanıldığı gibi sadece fantezi müzik değil; türk batı müziği, türk halk müziği ve türk sanat müziği alanlarında da başarılı yorumlar yapmıştır.
    güçlü bir sese sahip olmasının yanında, türkçeyi kusursuz kullanması ve bunu şarkılarına yansıtmasıyla da dikkat çeker.
    albümlerinde şarkı seçimi konusunda çok titiz davranmıştır, bu nedenle albümleri sıkılmadan tekrar tekrar dinlenebilir özelliktedir.
    ferdi özbeğen, beğenilerin yozlaştığı, piyasadaki şarkıların birbirinin aynı perküsyon, aynı tempo ve neredeyse aynı arranjmanlardan oluştuğu günümüzden geriye bakıldığında, türk müziğinin bir zamanlar ulaşmış olduğu tepe noktasında bayrağı olan nadir isimlerden biridir.
  • severek dinlediğim ustalardan.

    z kuşağının dizi sebebiyle tanıması güzel. popüler kültürün geçmişle böyle köprüler kurması işe yarar noktalarından birisi sayılır.
    ayrıca yeni neslin kendisini tanımaması normal bir şey. garipsememek lazım. 2000 yılından sonra doğmuş gençlerin ferdi özbeğen'i tanımasını beklemek ve tanımadıkları için onları suçlamak olsa olsa y kuşağının bir sike yaramayan gereksiz kibrinden başka bir şey değildir.
    artık şu huyunuzdan vazgeçin.
    y kuşağı gerçekten bokunu çıkartıyor bazı şeylerin. neredeyse soba üstünde kestane pişirip yemeyip doğalgazlı evlerde doğan nesli vatan haini ilan edecekler.
    salak mısınız lan siz?
    diziden görmeden, sizden duymadan vs nasıl tanıyacaklar olm çocuklar ferdi özbeğen'i falan? vahiy gelecek değil ya dingiller.
    siz ferdi özbeğen'i nasıl tanımazsınız gibisinden laf sokup alay etmek yerine dizinin yaptığını yapıp z kuşağına henüz tanımadıkları sanatçılarımızdan birkaçının ismini, şarkılarını vs yazın onlar da tanısınlar.
    bayatlamış tel kadayıfa dönen götünüzün kılları eksilmez.
  • 21 ocak 2008 tarihinde, soğuk bir eskişehir gecesinde hem saba tümer'e hem de öğrenci evimize konuk olmuştu.

    70'lik istanblue 19.90.

    her öğrenci evinde olduğu gibi, bizde de biri odasını küçük bulup bir zaman sonra salona yerleşmişti. odanın orta yerine sıçıyorduk desem yeridir. sıçamadığımız tek noktada da bilgisayar mühendisliği okuyan ahmet'in bilgisayarı vardı.

    "bu akşamki konuğumuz ferdi özbeğen."

    sahnenin ortasındaki piyanoyu görür görmez evin en küçüğü olan ama okulu herkesten önce bitiren semih'i kısa süren bir dart yarışı sonrası bakkala yolladık terliklerle. aylardan ocak! yer eskişehir!

    bize "alayınızın amına koyayım" dediği tek gündü o. genelde amımıza tek tek koyduğu için değil, naif ve bir o kadar da zeki olduğu içindi bu.

    o dışarıdayken, salon bilgisayarında msn'i açtım. eskişehir grubuna üşenmeden tek tek "bize gelin ferdi özbeğen varmış tv'de" yazdığımı hatırlıyorum. evet tek tek copy paste yapmıştım çünkü yonja ve siberalem'den sorumlu başbakanımız burnunu çeke çeke 19.90'a istanblue almaya gitmişti.

    20 dakikaya evde 25 kişi kadar olmuştuk. ferdi özbeğen'in ne söylediğini bilmeyen, ismini daha önce duymayan insanlar bile gelmişti bağlardaki minik evimize. herkesin elinde 19.90'a alınan istanblue vardı ve her giren "sarıyer'e gidicez mi ben açım???" diyordu. sarıyer, haller gençlik merkezi'nin karşısında, 2 metreye 180 kiloluk bir adamın işlettiği bir börekçiydi. adamın yüzünde sadece bir mimik vardı ve bu adam hayatı boyunca hiç gülmemişti. bizse sırf böyle biri olduğu için adama aşıktık. dost meclisinde birine bir şeyler girmesi gerekiyorsa, bu, o abimizin yıllardır börek doğramaktan kalınlaşmış sağ kolu oluyordu mesela ve kimse itiraz etmiyordu bu duruma. emek vardı neticede.

    ilk hatırladıklarım kapının yanındaki 40 çift ayakkabı ve girişteki rengi bir zamanlar beyaz olan paspasın üzerindeki 30 civarı kaban ile bir adet mont. mont benimdi tabii ki. bugün bile haz etmem sıcaktan, soğuğu ise olabildiğince içime çekmek isterim.

    sırasını hatırlamam mümkün değil ama;

    "söz yok anlatmaya seni" çaldığında herkes telefonlarına sarılıp birilerine mesaj atmaya başladı. bunu çok iyi hatırlıyorum.

    "sevmek için yaratılmış kalpler hep bomboş. niye?" diye sorduğunda ise birbirimize bakıyorduk öyle boş boş. 25 kişilik bir grup düşünün, kimseden ses çıkmıyor! bir kişi dahi yorum yapmıyor ve kimse bir offf bile çekmiyor.

    ferdi abimiz "dur bakalım çıkacak mı bu şarkı" deyip deyip tüm gece söyledi.

    anlamazdın şarkısını öyle bir söyledi ki... yani nasıl tarif edeyim? müzik kulağı olan bir insan için belki hiçbir şey ifade etmezdi bu farklı icra ama bize "bizden" gelmişti o an. grubun gözleri dolmaya, 19.90'lık istanblue şişelerimiz de aynı oranda boşalmaya başlamıştı çoktan.

    https://www.youtube.com/watch?v=wuz9lars5is

    gece bittiğinde hepimiz sarhoştuk. hepimiz ağlamıştık. kimseden hala çıt çıkmıyordu. kaban dağlarını çözdük toplu bir şekilde ve sarıyer'e doğru yola çıktık gecenin bir yarısı. içeri girdiğimizde bir kişi bile "hayırlı işler" demedi mimiksiz abimize. onun da canına minnetti ya zaten. bir geceliğine biz de mimiksiz abi olmaya karar vermiştik.

    sabah kalktığımızda bir ömür boyu mimiksiz abi gibi yaşamanın ne kadar zor olduğuna kanaat getiren birçoğumuz telefonlarına sarılıp sağı solu aramıştı. bense annemi aramıştım "izledin mi?" diye. onunla o sabah yaptığım izmir fuarı hatıralarından oluşan konuşmayı bugün bile hatırlıyorum. hatta abartmadığımı düşüneceğinizi bilsem, kadınlar matinesine soktukları ev yapımı kuru köftenin ve karışık kızartmanın kokusunun şu an bile burnuma geldiğini söyleyebilirim.

    ferdi özbeğen... sadece anı değildir ve "nostalji" kavramı kendisine epey dar gelir. ferdi özbeğen vefadır. dosttur. şefkattir. aşktır.
  • bir döneme damgasını vurmuş insan. diğer tavernacılara göre daha fazla müzikal derinliğe sahiptir. bu nedenle dönemini aşan bazı parçalara da imza atması tesadüf değildir. tavernacı diye bir kalemde dalga geçilip geçilecek bir adam değildir yani.

    zamanının ruhunu çok iyi yansıtır. 80'lerin tahta sandalyeli çay bahçelerini, annemin permalı saçlarını, babamın pikabını, rahmetli amcamın komiser colombo paltosunu daha pek çok şeyi hatırlatır. bunları hatırlatırken müzikal olarak rahatsız etmez. o zamanlar küçüktüm; sevmezdim, şimdi buradan bakınca seviyorum ferdi özbeğen'i. şişe uludağ gazozu içerken bilmemkaç mumluk renkli yazlık gazino ampüllerine bakar gibi... gecenin başında uyuyup babanın kucağında eve döner gibi bir yerlere götürüyor. hiç de fena olmuyor.
  • daha once duymadim diyenler 5 yasinda falanlar galiba. tamam dinlememis olabilirsin de magarada mi yasiyorsunuz, hic duymamak ne demek lan.
  • günümüzde artık yok olmuş piyanist şantör zanaatinin ağa babalarından. bu ülkenin bir değeri. yani şimdi rahmetli ferdi özbeğen öyle büyük bir ekol, öyle bir marka ki. öyle büyük bir şarkı yorumcusu ki, yorumladığı şarkıları en çok bildiğiniz en büyük isimlerden daha iyi bir müzikalite ile seslendiriyor. kendisi hakkında üzüldüğüm bir husus, 80'li yıllardaki ününün 90'lı yıllara tam olarak taşınamamış olması . yani 90'lardan sonra ferdi özbeğen ismi uzunca süre radyolara televizyonlara diğer yorumculara kıyasla sanki çok çıkarılmadı, çok söylenmedi, en azından hak ettiğinin altında bir ölçüde kaldı (underrated); daha ziyade umumca, halkça bilinegeldi. ayrıca belirtelim, esasen 60'larda müzik hayatına orkestrası ile başlamış ve 70'lerde de bilinen bir isimdi..pek çok yabancı şarkının türkçe'ye aranjmanını yapmışlığı da vardır. ülkü aker ile verimli bir işbirliği olmuştur.

    şarkıları öyle çok kişi tarafından yorumlandı ki, eserin ilk icracısının ferdi özbeğen olduğu bile yer yer bilinmedi.

    ama velhasıl, eserleri dilden dile söylenegelen, ülkemizde herkesin birden çok şarkısını, hiç değilse kenardan köşeden duyup bildiği bir isimdir, zanaatkardır.

    en meşhur eser listesi şu şekilde sayılsa olur herhalde:

    (bkz: sevda) - en bilinen şaheseri desek abartmış olmayız herhalde
    (bkz: bir gülü sevdim) - yani, hisli, evet..çok kişi icra etti bu eseri ama sanırım ilk icra eden ferdi özbeğen olsa gerek.
    (bkz: büklüm büklüm) -- bu da kendi bestesi değil, ilk icracısı kendi de değil, ama en iyi yorumu yine ona ait.
    (bkz: bir sevgi istiyorum) - yine kendi bestesi değil, ama o yorum ki nedir yani..
    (bkz: gündüzüm seninle) - siz "aşkını bir sır gibi senelerdir sakladım" olarak biliyor olabilirsiniz.
    (bkz: yok yok yalan deme) -- siz "gülmek için yaratılmış" diye de biliyor olabilirsiniz.
    (bkz: ağla halime) -- değişik
    (bkz: o günler) -- melankolik/nostaljik bir eser, bir günlük mutluluğa bir ömür alıp giden o günler.
    (bkz: dönsen bile) -- şu şarkıyı ilk ceren cerengil'den duymuş olduğuma yer yer üzülürüm.
    (bkz: dilek taşı) -- orijinal beste gülden karaböcek'in olsa da herhalde en iyi yorumu ferdi özbeğen'e aittir.
    (bkz: zingarella) -- yorumladığı bir batı esintisidir adeta..
    (bkz: gurbette sevgilim) - yoğun istek üzerine kırmadık ekledik..
hesabın var mı? giriş yap