• satılmış'ın döndü'ye ettiği zulmü, selin'in berke üstündeki tahakkümünü arttırmak için kullanması sanatıdır.
  • feminizm, kadın ile erkeğin eşit (yani aynı) olduğunu iddia etmez. bahsedilen eşitlik, kanunlar önünde eşitliktir, fırsat eşitliğidir, eğitimde eşitliktir, medeni haklarda eşitliktir, çalışma hayatında, toplumsal haklarda eşitliktir. yani bu kadar basit bir konunun bunca yıldır anlaşılamaması inanılır gibi değil. ayrıca feminizm, üç kişinin biraraya gelip akıl ettiği bir çılgınlık da değildir, bir toplumsal harekettir.

    yakın zamana kadar kadın ile erkek saydığım bakımlardan eşit muamele görmüyordu ve kadın ikinci sınıf insan olarak konumlandırılmıştı. alım-satım yapamıyor, miras üzerinde söz hakkına sahip olamıyor, istediği gibi eğitim alamıyor, istediği işlerde çalışamıyordu. siyasi hakları yoktu, herhangi bir toplumsal konuda söz hakkı da yoktu. bunlar yasaklanmıştı ya da bunlarla ilgili düzenleme yapmak kimsenin aklına gelmiyordu. bugünün penceresinden bakınca bu kadınlar da amma kurtlu diyenler var ama biraz geniş düşünüp birkaç sayfa yazı okusak meseleyi anlayacağız.

    tarihsel şartlar, zamanın ruhu, yaşanan değişimler ve toplumda oluşan talep belli bir noktaya gelince farklı sesler yükselir, yeni tür talepler duyulur, dile getirilir ve irili ufaklı çatışmalar ve tartışmalar başlar. feminizm, benzer yollardan geçerek ortaya çıkmış bir toplumsal hareketin sonradan konmuş adıdır. yani "feminizm diye bir şey düşündüm, çok güzel geldi bana, yarın kadın hakları diye gösteri yapalım. belki mememi bile açarım" diye ortaya çıkan insanlar yok. kafalara yerleşen imgelerle gerçekler arasında uçurum var.

    meselenin özü, sanayi devrimiyle başlayan değişimin kadının toplumdaki yerini değiştirmesiyle ilgilidir. şehirleşme, eğitimin çeşitlenip süresinin uzaması, uzmanlaşma, üretim araçlarıyla birlikte işgücü niteliğinin ve talebinin değişmesi ve nihayetinde şehirlere başlayan göç, hatta fabrikalar etrafında sanayi şehirlerinin kurulması falan derken aslında hayatın akışı toptan değişiyor. saati bilmenin önemi, dakiklik, nakliye ağı, hammadde savaşları, kolonileşme, borçlanma araçlarının icadı, borsa şu bu derken yakalanan zenginleşme ve büyüme trendinin başlattığı rekabetle batı toplumları bir bütün halinde sonu önce birinci dünya savaşı, sonra da ikinci dünya savaşı olan bir yarışa girişti. değişen bunca şey içinde elbette kadının durumu da değişmek zorundaydı. insanların yüzlerce yıl sürdürdükleri yaşamı bir yüzyılda değiştirip tarlalardan, çiftliklerden çıkıp tıka basa dolu şehirlerde, dört duvar arasında başı sonu dakikasına kadar belirlenen mesai yapma sistemine geçiş yapması falan çok normal de kadının konumunun yeniden tanımlanması mı anormal?

    sanayi devrimi ile gelen hızlı şehirleşme ile birklikte toplumsal roller de çeşitlenip farklılaşmaya başlıyor ve kadının bu yeni düzende yeri değişiyor. birkaç bin kişilik dağınık toplulukların kulübelerde ve toprak sahiplerine bağlı yaşadığı hayat geride kalınca değişim kaçınılmaz olarak geliyor. bu değişimi tanımlarken feminizm terimini kullanıp kullanmamamız sonucu değiştirmez. bu, bir değişim talebinin adıdır ve bahsettiğim şartlar oluştuğunda o değişim oluyor, olmaya da devam edecektir. bu koşulların oluşmadığı toplumlarda ise kolay kolay bir halt değişmiyor zaten. ancak ilginçtir en gelenekçi, en taş devri çağı insanı bile bu bir haltın değişmediği ülkelere gitmek istemiyor, hep feminist hareketlerin yaşandığı yerlere gitmek istiyor. bir bakmak lazım yahu, arada bir korelasyon olabilir.

    biraz daha geriye gidelim. 14. yüzyılın ilk yarısında yaşanan veba salgını avrupa nüfusunu nerdeyse yarıya indirince bunun sonuçları oldu. feodal beylerin elinde oyuncak olan serflerin, salgın nedeniyle yaşanan işgücü kaybından ötürü pazarlık gücü oluştu. din adamlarının veba karşısında üfürükten teyyare olduğu ortaya çıktı ve dini inançlar zayıfladı, yeni akımların önü açıldı, vatikan'ın etkisi azalmaya başladı. doğudan gelen tehditlere karşı ülkeler daha kırılgan hale geldi. bütün bu olaylar bir gecede değil, yüz yıla yayılacak şekilde farklı ritimlerde oldu. ama sonuç olarak ilerleyen yıllarda başlayan hızlı dönüşümde rol oynadılar. veba doğu roma'yı dağıtmasaydı, (büyük harflerle yazıyorum çünkü tarihte belki olmaz ama etkileşimin gücünü göstermek için iyi bir yöntem) "belki de" osmanlı devleti anadolu'da o kadar rahat at koşturamazdı. ticaret yollarını ele geçirip batıdaki ülkeleri alternatif arama zorunda bırakamazdı. batılı ülkeler okyanusa dayanıklı gemilerle kazara yeni kıtaya yerleşmezdi falan filan: etki-tepki mekanizması. (bu sonuçlar o dönemde kestirilemez tabii, ben olaylar olup bittikten sonra konuşmanın konforu içinde yazıyorum.)

    kadın hareketlerinde de aynı süreçler yaşandığı için bugün buradayız. yani etki-tepki mekanizması. her değişim sonuçlarıyla gelir.

    dünya çapında kadın hakları ile ilgili meselelerin en önemli kırılma noktalarından biri ikinci dünya savaşı oldu. savaşa katılan ülkelerin çoğunda sanayi dahil hemen hemen tüm işkollarında kadın işçiler çalışıyordu ve hükümetler kadınların işçi olarak çalışması için kampanyalar düzenliyordu. ama savaş bitip de savaştan dönen erkekler, işlerinin kadınlar tarafından yapıldığını görünce bundan hoşlanmadılar ve işler karıştı. işlerini geri talep etseler de çoğu kadın bu şekilde çalışmaktan ve para kazanmaktan hoşnut kalınca çalışmaya devam etmek istediler. hükümetler bu sefer de kadının yeri evidir temalı kampanyalar yapmaya başladı falan. ama ok yaydan çıktığı için geri dönülmez bir yola girildi ve belki de yüz yılda alınacak mesafe 4-5 yılda alındı. zaten sonrası 1960'lar ve kültür devrimi.

    türkiye'de haklar cumhuriyetle beraber çoğunlukla tepeden inme verildiği için bu süreçler çok daha hafif atlatıldı. ancak modernizasyon süreci çok sancılı geçen bir ülkeyiz ve evet süreç devam ediyor çünkü ülkenin bir yarısı daha orta çağ'dan çıkmaya çalışıyor. buna rağmen türkiye kadınlara verilen haklarla batı toplumları için bile örnek olmuştu. ama hakların verilmesi yetmiyor, esas önemli olan bunu yerleşik kültürün bir parçası haline getirmek (ki bu da ikinci faz olarak anılacak aşağıda).

    bütün kıyamet de bundan kopuyor. ülkede öyle bir grup var ki bunlar toplumu birkaç yüz yıl geriye çekmeye çalışıyor. eh hal böyleyken feminizm tipi akımlar da radikalleşiyor. bundan doğal bir şey olamaz.

    şunu da belirtmem lazım. bir kişi kendini feminist olarak tanımlıyor diye iyi biri olmuyor. psikolojik sorunları olan bir sürü kadın, bu sorunları erkeklere yansıtacak ortamı feminizmde bulduğu için feminist topluluklara katılarak şahsi meselelerini halletmeye çalışabiliyor. erkeklere karşı nefret uyandırmak, bunu körüklemek, geçmişte olan bitenden bugünün erkeklerini sorumlu tutmak falan gibi sağlıklı bir zihnin ürünü olmayan durumlar yaşanabiliyor. bu tip insanlara bakıp meselenin özünü ıskalamayın. ha aklı başında olmayan insanları örnek gösterip milyarlarca kadının hayatına etki eden tarihsel, toplumsal bir hareketi yok saymak da pek akıllıca değil. cehaletten olursa anlarım da bile bile çarpıtmak bir sorun.

    bu arada dünyada bazı ülkelerde feminist hareket ikiyi geçtim, üçüncü fazda. oralarda temel haklarla ilgili pek bir sorun kalmadığı için daha kimlik ve kültür odaklı hareketler var. üçüncü faz benim için de işin bokunun çıkmaya başladığı noktadır ancak kimseyi de yargılayacak değilim.

    bana kalırsa anayasal güvence işin haklarla ilgili tarafı için yeterlidir. ancak türkiye gibi dengesiz, çok derin bir kültürel savaş içindeki ülkelerde sadece kanunlara, hukuka falan bırakılamaz bu işler. nedeni malum. bizler henüz birinci fazı, yani hukuki altyapıyı oluşturma aşamasını tam olarak geçemedik. ikinci fazda da o kültür savaşı nedeniyle iki ileri bir geri durumu var.

    büyük şehirlerde toplasan birkaç yüz binlik bir grup farklı bir dünyada yaşıyor diye ülke güllük gülistanlık değil. fırsatını bulsa kadını kanunla eve kapatmaya çalışacak insanlarla yan yana yaşıyoruz. bu tip hareketler özellikle bu tip ülkelerde lazım. zaten feminizmin doruk noktası da haklar üzerinden verilen mücadele ve elde edilen hakları hakim kültürün doğal bir parçası haline getirmek için verilen ikinci bir mücadele (ikinci faz) sırasında yaşanmıştır.

    ekleme: saçma sapan ve kaba saba bir mesaj nedeniyle de olsa bir açıklama yapayım. entry'nin ikinci paragrafında "yakın zamana kadar" diyorum. aşina olmayanlar için kafa karıştırıcı olabilir. birkaç yüzyıllık kapsamlı tarihsel süreçlerden bahsederken 100 yıl öncesi bile yakın zaman sayılabilir. ancak buradaki durumda yakın zaman sandığınızdan da yakın. şöyle bir örnek vereyim: ingiltere demokrasinin beşiği falan filan ya. kadınların yükseköğretimde erkeklerle eşit şartlarda eğitim almalarının (ve hayatın diğer alanlarında eşit muamele görmelerinin) yasayla güvence altına alınması 1972'de olmuştur. burada sağa sola salça olan bazı veletlerin ebeveynleri o yıllarda doğmuştur. o kadar yakın yani. yasanın adı, the sex discrimination act of 1972. merak eden varsa, tüm süreci ilgili sitelerden okuyabilir. eskiden sırf kadın olduğu için üniversiteler öğrenci adayını reddedebiliyordu, kadınla aynı işi yapan erkeğe daha yüksek ücret ödemek yasaldı.

    https://www.ool.co.uk/…-in-britain-a-brief-history/
    https://www.oxford-royale.com/…womens-education-uk/
  • eşitlik talebiyle haklı olarak ortaya çıkmış; lakin sonradan en iyi feministlerin bile içinden çıkamayacağı derecede garip yerlere gitmiş akım.

    "kadınların daha az para kazanmasına karşı feminizm gereklidir" ifadesi yanıltıcıdır.

    çünkü 1-kadınlar aynı iş için daha az para almamaktadırlar. eğer aynı işi yaptığı halde daha az paraya çalışacak işçiler var olsa idi tüm şirketler aynı işi yapmasına rağmen daha fazla para isteyen erkekleri işten çıkarıp yerine kadınları alırlardı.

    2-bir çok uluslararası araştırma zaten "pay gap" denen şeyin yanlış yansıtılmış ve gerçekte tüm değişkenleri hesaba kattığınızda ortadan kaybolan bir şey olduğunu uzun süredir zaten söylüyor.

    https://www.forbes.com/…-pay-gap-myth/#3cf968ff2596

    pay gap ismi verilen şeyi yakından incelendiğinizde kadınların erkeklere kıyasla daha az kazanmasının en büyük sebebi "cocuk yapma cezası" adı verilen şey:

    https://www.vox.com/…der-wage-gap-childcare-penalty

    ama bu kriteri dikkate almayan araştırmalar "genel olarak erkeklerin kazandığı para/kadınların kazandığı para" oranlaması yaptığında %20lik farkı buluyorlar.

    ancak bu araştırmalarda erkeklerin daha uzun saatler boyunca, eve daha uzak yerlerde, daha uzun yıllar boyunca, daha az çalışmaya ara vererek, daha çok para kazandıran mesleklere dair okullara giderek neticede daha çok para kazandıklarını dikkate aldığınız takdirde ücret farklılığı ortadan kayboluyor. kaynak

    kadınlar cocuk yapmaya aile kurmaya karar verdikleri 30lu yaşlarına kadar erkeklerle aynı iş için aynı parayı kazandıkları - hatta 20lerinde erkeklerden fazla kazandıklarına dair veriler var:

    https://www.theguardian.com/…n-same-age-study-finds

    bir diğer ilginç nokta da şu - kadın erkek eşitliğinin arzulanan seviyelere yakın olduğu iskandinav ve avrupa ülkelerinde , kadınların yüksek ücretle ilişkilendirilen (uzun süren eğitim, yüksek uzmanlaşma, yolculuk zorunluluğu, rekabetçilik, görece zor çalışma koşulları) işlere girme oranları, kadın erkek eşitliğinin düşük olduğu türkiye gibi ülkelere kıyasla daha zayıf.

    daha basit yazayım - kadın erkek eşitliği sağlandıkça kadınlar daha çok para kazandıran mühendislik, bilim, matematik ve bilgisayar ya da tıp'ta yüksek uzmanlaşma gerektiren alanlara ait eğitim alanlarını tercih etmiyor, daha rahat çalışabilecekleri işlere yöneliyorlar.
    kadın erkek eşitliği kadınlar aleyhine kötü olan ülkelerde (türkiye, arap ülkeleri vs) gibi kadınların s.t.e.m. alanlarında eğitim görme oranları artıyor.

    yani türk kızları, isveç kızlarına kıyasla daha çok mühendis, doktor, bililişmci vs oluyor.

    https://www.theatlantic.com/…-women-in-stem/553592/

    yani verilere objektif bakabildiğimiz noktada feminizmin gelir eşitsizliği noktasında savunduğu varsayımların çok da sağlam olmadığı görülebilir.

    feminizmin "eşit fırsat" (equal opportunity) yerine "eşit netice"ye (equity) olan eğilimi sebebiyle ortaya çıkan "kadın işçi kotası" ya da "kadın yönetici - bürokrat kotası" gibi zorlama pratikler, varsayılan eşitsizlik göstergelerini sonradan eşitlemek adına erkeklerin maliyetini sırtlandığı bir "düzeltme"ler silsilesini yaratmamıza sebep oluyor.

    öte yandan herhangi bir işe giren kadınların "kotadan girmiştir" yaftasına maruz kalması da ayrı bir problem.

    bir sonraki noktada "erkek ve kadın" ayrımı yaptık ve kadınlara ayrıcalık ve öncelik tanıdık diyelim.

    peki kadınlar homojen bir grup mu? bunun ırkı var, güzeli var tipsizi var, sevimlisi var gıcığı var, ailesi okumasını desteklemişi var, kösteklemişi var, sarışını var esmeri var, var oğlu var. ailesi hayatı boyunca okumasını, beceriler ve deneyimler kazanmasını desteklemiş selin ile, babası ölmüş, annesi okul meselesini bir angarya olarak görmüş fatma arasındaki önceliklendirmeyi nasıl yapacaksınız?

    cevabı basit - bireysel bazda yapacaksınız.

    peki sizce hayatı boyunca destek görmüş selin ile hayatı boyunca köstek görmüş mustafa aynı işe başvurduğu zaman, hayatı easy mode yaşamış selin'in işe alınması ile mustafa'ya "hadi kardeşim" diyerek reddedilmesi adil ve eşitlikçi mi?

    bu sebeple feminizmin arzuladığı ve desteklediği pozitif ayrımcılığı, bunu dayandırdığı eşit olmayan ücret iddiasının temelinin zayıflığından bağımsız olarak savunmak imkansızdır.

    moresk

    --- spoiler ---

    jordan peterson abinin bununla ilgili güzel bir konuşması var. işte burada

    edit: imla.
  • "her türlü varoluşun öylesine ihtimal dışı bir yanı vardır ki insan aslında onun gerçekliği konusunda sürekli kendisini sorgulamaktadır." diye yazar lacan. (alıntılayan: zizek, "yamuk bakmak")

    ilişkilendirirsek, bütün feminizm tarihi de bir tür sorgulamalar zincirinden doğmuştur denebilir. ama feminizmlerin özel tarihi burada kalmamıştır. lacan'ın imlediği benlik ve varoluş sorgulamalarının ötesine geçerek eril iktidarların gerçekliğini, kadınlara dayatılan rollerin hakikiliğini de sorgulayarak, tam da deleuze'ün işaret ettiği gibi kadın-oluş'a giden yolu açmışlardır. nitekim kristeva'nın "kadın henüz yoktur, ama oluşum içinde olduğu söylenebilir" derken kastettiği de budur.

    öyleyse, kadınlık oluşum halindedir; kadın yoktur, kadın-oluş vardır. genellersek: edebiyatta, sinemada, sosyal yaşamda ve hemen her yerde bu böyledir kuşkusuz. kendine ait bir oda ise gelecekte bir yerlerdedir.

    edit: imla
  • akımın ortaya çıktığı zamanlarda feminist bir kadına "feminizmden ne anladığını" sormuşlar, şöyle cevap vermiş;

    - ben hiçbir zaman feminizmin tam olarak ne olduğunu öğrenebilmiş sayılmam. bildiğim, ne zaman kendimi bir paspastan farklı hissettiğimi açığa vursam, insanların bana feminist dedikleridir.
  • bu ulkede okumus yazmis tayfa tarafindan bile tamamen atgozluguyle bakilarak algilanan dusunce akimi. soyle ki: "feminist olmasi gereken yani ezilen kadinlarin degil de, ezilmeyen (!?) kadinlarin ortalikta kiclarini yirtmasi tamamen tatminsizlikten kaynaklanir" ya da "ezilen kadin yoktur, ezilmek isteyen kadin vardir" ve dahi "lezbiyen, gudubet ve kompleksli kadinlarin isi" (bu nafile zihniyet bi kere algilandi mi ornekler cogaltilabilir) gibi tumuyle sig ve meselenin ozunden uzak yorumlar ve uretilmis dusunceler fenimizmi son derece sevimsiz gostermek icin uydurlumus sozcuk obekleri olmaktan oteye gidemiyor. her kim olursa olsun (entelektuel, kara cahil, konken partilerinde kic gezdiren kokos, evkadini vs) hayatinin en azindan bir bolumunde sirf kadin oldugu icin haksizliga ya da baskilanmaya ugramistir. elbette, hayatini koca yumrugu altinda idame ettirmeye calisan kadinlarin ya da kisilik haklarini arama yollarini bile bilmeyen kadinlarin kalkip sagda solda "feminizm evet bik bik bik" diye nutuk yumurtlamasi beklenemez. sesini cikarinca karsiliginda dayak yemeyecek, bes parasiz babasinin evine gonderilemeyecek kadinlarin genelde tum kadinlarin, ozelde de daha uc kesimi olsuturan kadinlarin temsilcisi olmasi kadar dogal bir sey olamaz. hem ayrica yalnizca guneydogudaki ya da dogudaki kadinlarin degil, bircok kadinin hakki kimi zaman hic farkinda olmadan gasp ediliyor. ornegin, dunyanin en gelismis ulkelerinin bircogunda esit ise esit ucret yasasi ya yeni yeni kabul edildi ya da edilmedi henuz (kabul eden de ne kadar uyguluyor o da ayri bi sorun tabii).

    temel insan haklarinin elbette oncelikle dusunulmesi gerekiyor diyen abilere ve ablalara "sen de haklisin" dedikten sonra bu durumun bir adim otesine bakmalari gerektigini de hatirlatarak en azindan sosyalist bir ulke olmasi gerceginden yola cikarak dunyanin insan ve calisan * haklari acisindan en adil ulkelerinden bir olan kubadan bir ornekle entrymi taclandirmakta fayda gormekteyim. soyle ki, kubali kadinlarin en buyuk derdi is hayatinda tumuyle erkeklerle esit muamele gorurken, evlerinin kapisini kapattiklari anda kocalarinin, babalarinin, erkek kardeslerinin (kimse artik o kisi) esitlik kavramini kapinin disinda birakmalari ve kendilerine baski uygulamalariymis. yani insan haklari tamamsa bu is de tamamdir demek de meseleyi cozmuyor.
    bir de meseleye "ama ama kadinlarin bir kismi bu muameleden memnun. bakiniz, anneler kizlarina babalardan daha fazla baski uyguluyor ve erkegin egemenligi altina girmesi icin telkinde bulunuyor. kendisi bunlardan sikayetci olsa hic kizina ayni seyleri salik verir miiee?" seklinde dahiyane acilimlar getiren kadinlar (ozellikle) vardir ki, bunlara yanitimiz "hay boynu altinda kalasica, bi dusun bakalim kadin kizina neden bunlari ogutluyor? senin aklin kesmiyo mu, o kadinin bu erkek egemen yasam bicimini aslinda bilinc altina ittigi ve temelinde kaba kuvvet yatan birtakim korkular yuzunden benimsemek zorunda kaldigini; kendisi gibi davranmazsa kizinin kesinlikle mutsuz olacagini dusundugunu" olacaktir.

    burada feminizmin "ben yatayim kocam calissin bana baksin ben boylece ondan daha esit olayim. erkeklerden nefret edeyim. kendimi diyardan diyara atayim ozgur olayim" demek olmadigini, altinda cok daha temel seyler yattigini soyleme geregi yazar tarafindan gorulmemekte ancak, su sorgulanmaktadir: "ulan bu kadar mi korkulacak bi sey bu kadinlara insan muamelesi yapilmasi dusuncesi de, erkek milleti sanki padisahlik payelerini kaybedeceklermis gibi korku ve nefretle doluyorlar feminizm lafi gecince?" daha da acisi bu erkek egemen toplum yalagi kadinlara nooluyor? "salak kadin, erkeklere yalaklanirsam belki sirtimi pispislarlar, sacimi oksarlar gibi kucuk hesaplar pesinde kosmak sana belki uc bes bi sey kazandirir ama, bu isin bi de yarini var!" demek gerekir. yine de son so olarak "once insaniz sonra kadin!" demek isterim.
  • yaptıkları bi manipülasyon var, pek farkedilmiyor. başat örnekleri hep kırsal şiddet kavramı üzerinden. eğitimsiz, kriminal tiplerin şiddet/vahşet eylemlerini öne çıkarıyorlar, ve bunu yapanlar şehirli orta sınıf feministler. propagandayı da bunlar, gene şehirli orta sınıf erkeklere karşı yapıyor. plaza kezbanlarına straw man'lar yaratıyor ve bu çöp adamları lanetliyorlar, bu çöp adamlar ise sosyal çevrelerindeki orta sınıf erkekler.yani özgecan'ı öldüren suphi değil hiçbiri. suphi formatı bu kadınlara ne kadar uzaksa, ellerinde tahtalarla saldırdıkları meteler, berkeler o kadar uzak.

    erkek tarafında ise benzeri bir propaganda yok,algılar da farklı. mesela uzun zamandır ilişkide olduğu evli sevgilisinin kafasını keserek köy meydanına atan kadını, plazadaki merve ile bağdaştırmıyorlar. burada bir anlamda bahse konu kadın kurbanlar, şehirli kadın öfkesinin meşruiyet bahanesi haline gelmiş oluyor. oysa ne maktulun, ne de failin karşılığı bu karakterler.

    3. nesil feminizm bir öfke patlamasıdır, yönlendirilmiş bir nefrettir.
  • nilüfer gole vakti zamaninda soyle bir anektod anlatmisti. bir gun bir milletvekiliyle konsurken soze "ben bir kadin olarak..." diye girince milletvekilimiz "estafurullah" diye cevap vermis. feminizm bu adamin antitezidir.
  • genelde her akımda olduğu gibi içine doğan bireyler tarafından saptırılan akım.asıl amacı erkeklere üstünlük sağlamak değil,erkeklerle eşit haklara sahip olmaktır.ilk olarak 11940'larda amerika'da gndeme gelmiş,1970'lerde ingiltere'de geliştirilmiştir.liberal ve radikal feminizm olarak ikiye ayrılabilir.liberal feminizm daha hümanistiktir.kadınlar için eğitim,sosyal hayat,evlilik kurumu,hukuk alanlarında erkekler için eşit haklar talep eder.radikal femiznizm ise kökten değişimler peşindedir.tarihi yeniden yazmak,dili yeniden yapılandırmak gibi.çünkü bunların erkek egemenliği ve üstünlüğü gzetilerek ortaya çıkarıldığına inanılır('his'story-'her'story)(adam olmak,erkek gibi kadın gibi ve hayat adamı-pozitif anlam içerirken,hayat kadını-negatiftir mesela)
  • "feminizmin, önüne gelenle daha rahat yatabilmek için erkekler tarafından icat edildiği gibi korkunç, paranoyak bir görüşüm var."
    (bkz: richard linklater)
    (bkz: before sunrise)

    edit: güncelleme
hesabın var mı? giriş yap