• hava keskin bir kömür kokusuyla dolar,
    kapanırdı daha gün batmadan kapılar.
    bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden,
    hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen!
    hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
    gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla
    ne güzel komşumuzdun sen, fahriye abla!

    eviniz kutu gibi küçücük bir evdi,
    sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi;
    güneşin batmasına yakın saatlerde
    yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede.
    yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede;
    bahçende akasyalar açardı baharla.
    ne şirin komşumuzdun sen, fahriye abla!

    önce upuzun, sonra kesik saçın vardı;
    tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı.
    içini gıcıklardı bütün erkeklerin
    altın bileziklerle dolu bileklerin.
    açılırdı rüzgârda kısa eteklerin;
    açık saçık şarkılar söylerdin en fazla.
    ne çapkın komşumuzdun sen, fahriye abla!

    gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
    en sonunda varmışsın bir erzincanlıya.
    bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,
    hâlâ dağları karlı erzincan’da mısın?
    bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;
    hâtırada kalan şey değişmez zamanla,
    ne vefalı komşumuzdun sen, fahriye abla!
  • her erkeğin ilk gençliğinde aklını başından alan bir fahriye ablası vardır...
  • hece şiirinin bana göre cumhuriyet dönemindeki üç silahşöründen biri olan ahmet muhip dıranas’ın en tanınmış şiiridir. diğerleri için:

    (bkz: necip fazıl kısakürek)
    (bkz: cahit sıtkı tarancı)

    şiirde ilk başta dikkati çeken nokta her birimin sonundaki tekrar mısralarıdır. bu mısralara dikkat ettiğimiz zaman, mısraların, şiire getirdiği sessel bütünlük ve müzikalite yanında ait olduğu birimle sıkı bir anlam ilişkisi içerisinde olduğu görülecektir. bu noktaya birazdan değineceğimizi belirtip şiire geçelim.

    şiir bir "büyüme şiiri" olarak karşımıza çıkar. dıranas, her birimde adeta çocukluktan ihtiyarlığa giden bir yaşamsal çizginin portresini çizer.

    ilk bölümün koku duyusuyla başlaması tesadüf değildir. çünkü bilimsel araştırmalar da gösterir ki bebeğin koku alma duyusu doğduğundan itibaren gelişkindir. yani bir anlamda insandaki en eski algı koku duyusuna aittir. bu anlamda şair-özne, çocukluğa ait ilk intibaya koku alma duyusuyla giriş yapar.

    “hava keskin bir kömür kokusuyla dolar”

    bu intibaya eşlik eden hayaller yine çocukluğa aittir. ilk bölümde fahriye abla’a ait sıfatların niteliği bölümün sonundaki mısrada ortaya konulur.

    hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
    gözlerin , dişlerin ve akpak gerdanınla
    ne güzel komşumuzdun sen fahriye abla

    buradaki “güzel” sıfatı kendinden önceki mısralarda belirtilen fahriye abla’nın nitelikleriyle anlamlı bir bütünlük kurar. ayrıca fahriye abla’nın bir hülyası olduğunu öğreniriz ki bu da ilk elden spekülatif gibi dursa da sonraki bölümlerden anlaşılacağı üzere her mahalle kızının taşıdığı mutlu bir evlilik hayali olsa gerektir.

    ikinci bölümde fahriye abla’nın yaşam alanının tasvirine ayrılmıştır. bu yaşam alanı yine ikinci bölümün son mısrasındaki “şirin” kelimesinin çağrışımlarıyla dolu bir yerdir.

    eviniz kutu gibi küçücük bir evdi
    sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi
    güneşin batmasına yakın saatlerde
    yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede
    yaz kış yeşil bir saksı ıtır pencerede
    bahçede akasyalar açardı baharla
    ne şirin komşumuzdun fahriye abla

    çocukluktan ilk gençliğe geçiş evresi üçüncü birimde ergenliğe dönüşür. şair artık “çapkın” bir gençtir. bu özellik bu birimin sonunda fahriye abla’ya yakıştırılmıştır çünkü şair-özne fahriye abla’yı artık çocukluğun “saf” (bönlük anlamında değil) duygu dünyasıyla değil ergenliğin libidinal dürtüsüyle görmektedir.

    önce upuzun sonra kesik saçın vardı
    tenin buğdaysı , boyun bir başak kadardı
    içini gıcıklardı bütün erkeklerin
    altın bileziklerle dolu bileklerin
    açılırdı rüzgarda kısa eteklerin
    açık saçık şarkılar söylerdin en fazla
    ne çapkın komşumuzdun sen fahriye abla

    fahriye abla’nın saçlarını kestirme nedeni bir sonraki birimde karşımıza çıkar. fahriye abla'nın saçını kestirme nedeni "gönül verdiği delikanlı" ya kavuşamamış olmasıdır.

    “gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
    en sonunda varmışsın bir erzincanlıya”

    son birimde artık aradan yıllar geçmiş, şairimiz “hikayenin” anlatıldığı zamana gelmiştir. geçmiş günleri özlemle anan şair-özne sırasıyla çocukluk ve ergenliğe ait hatıraları artık olgun ya da yaşlı bir insan olarak özlemle anan bir kişidir. hatıraların onda uyandırdığı etki “vefa” duygusuyla özetlenir. çünkü hatıralar asla ihanet etmezler. kişi onları nasıl hatırlamak isterse o kılığa girebilirler. bu oldukça bireysel tecrübe şiirin son mısrasında birinci tekil şahısla ifadesini bulur.

    ne vefalı komşumdun sen fahriye abla

    fahriye abla şiirinin dolaşımda olduğu birçok internet sitesindeki metinlerde aynı hataya düşülmüş olduğu görülüyor. şiirin son mısrasındaki tekrar bölümü önceki mısralardan farklı olarak birinci tekildir. yani “komşumuzdun” ifadesi burada tamamen bireysel bir sahiplenme olan “komşumdun”a döner. çünkü ilk üç bölümde herkese ait olabilecek tecrübeler ve görsel deneyimler bu bölümde ancak öznel olabilecek anılar bütününe dönüyor. şairin hayalindeki ve hatıralarındaki fahriye abla sadece ona özeldir çünkü.

    fahriye abla türk şiirindeki “anlatımcı şiir”in en başarılı örneklerinden biridir hiç kuşkusuz. fakat kanımca dıranas’ın en başarılı şiirlerinden olsa da en iyi şiiri değildir. bu anlamda dıranas’ın olvido, kar, ağrı dağı gibi diğer öne çıkan şiirlerinden de apayrı duran bir şiiriyle sözlerimi noktalamak istiyor ve bu şiiri dıranas’ın o eşsiz ve derinlikli ruhuna dua niyetine yazıyorum.

    bitmez tükenmez can sıkıntısı

    bir bıçak saplı durur göğsünde,
    hangi su tasına uzansan boş ;
    hangi pencereye koşarsan koş
    aynı siyah güneş gökyüzünde.

    aynı siyah güneş, aynı siyah,
    aynı susayış, aynı koşuş, aynı ...
    of ... hep aynı şey, aynı şey, aynı şey,
    aynı, aynı, aynı, aynı, aynı ...
  • türkân şoray'ın bir kuşağın fahriye abla olma hayali ahmet muhip dıranas'ın ölçüsüzlüğüyle engellenir. o kuşak, dıranas'a hâlâ kırgındır. fahriye abla'yı filme aktarma hakkını o zamanki eşi rüçhan adlı alır. senaryoyu selim ileri yazacak, yönetmenliği de lütfi ö. akad yapacaktır.

    bir akşam, film için toplanırlar. türkân şoray, filmin öyküsü konusunda dıranas'ın açıklamalarını dinler. heyecanlıdır ve sesi titrer. dıranas, sürekli freud'dan söz eder; 'irigöğüslü, dolgun kalçalı bir komşu kadın' derken sürekli şoray'a bakar. tuhaf bir sessizlikte, donmuşlukta konuştuğunun ayrımında değildir. kızaran yalnızca önüne bakan şoray, huzursuzluğunu titreyen alt dudağıyla ele verir. hareli siyah gözlerindeki utangaç ifadeyi dıranas fark edemez. bu ifade 'hayır' demektir. edebiyatımızda ilk kez bir kadın, kafiye yüzünden bir erzincanlıyla evlenmek zorunda kalırken yeşilçam'da bir rol de bir incelik (!) sebebiyle bir başka oyuncunun, müjde ar'ın olur.
    ot dergisi - şubat 2014
  • sırf bir kafiye yüzünden ankara'dan erzincan'a göçmek zorunda kalmış, güzel ve bir o kadar da talihsiz bir ablamızdır. ee, hayat böyle acımasızdır işte... (bkz: hayat sanatı taklit eder)
  • fahriye abla filmi insanin içini burkan bir çok sahneye sahiptir. adeta oturdugunuz yerden sizi isyan ettirir. ama bunlardan açik ara önde olani yillarca ulasmak için onca eziyet ve hakerete katlandigi, ama hep bir karsilik alamadigi mustafa nin kizginlikla resmini yakmaya karar verdigi andir.
    hapisten sonra fahriye kendine yeni bir hayat kurmustur. hatta hoslandigi biri bile vardir (usta basi). ama mahalleden pesi sira gelen ufak oglan usta basi fahriye yakinlasmasini hazmedemez ve mustafa abiye bunu nasi yaparsin gibi laf eder. bugüne kadar mustafa için bunca eziyet ve hakarete katlanan ama hiç bir karsilik alamayan fahriye artik çildirma noktasina gelir ve hirsla bu güne kadar hep koynunda sakladigi mustafa in resmini çikartir. "bak simdi mustafa abine neler oluyor" diye alip çocugun gözü önünde resmi kibritle tutusturup yanmasi için kül tablasina birakir. teres oglu teres mustafa nin resmi yanarken biz seyircilerin de yüregimizin yaglari erir. çocuk sahneye dayanamaz ve kaçar uzaklasir. fahriye usul usul yanan resme bakar... ardindan hirsla elini yanan resmin üstüne kapatir sönsün diye... oturdugumuz yerden bizim elimiz acir o sahnede...
    her izledigimde sorarim içimden fahriye ye "- deger mi be fahriye o teres mustafa için?... birak yanan tenini... tirnaginin ucu eder mi o dingil" diye... ah be fahriye..
  • izledigim en feminist türk filmidir. hele ki turk sinemasinda; bir kadinin ne istedigini bu kadar iyi bilip onun ugruna bu denli seyi feda ettigi ve hatalarinin bedelini gururla odeyip cesurca kendi ayaklarinin uzerinde durdugu baska bi senaryo daha duymadim gormedim bilmiyorum.
    ne feminist komsumuzdun sen fahriye abla.
  • yüz aki bir türk filmi. ama özellikle müjde ar çok basarilidir. hani deseler al sana bin tane aktris... seç içlerinden birini, o dedigin kisi fahriye abla rolunde oynayacak. mutlaka mujde ar i seçerdim. pek bir yakismistir müjde ar bu role. tam anlamiyla fahriye abla olmustur. ayni siirde geçtigi gibi insanin "içini giciklayan" güzelligi ile arzi endam etmektedir film boyunca.
  • rol yapan tarık tarcana rağmen güzel filmdir. yalnız tarık tarcan insanı deli edecek mahalle çapkını olarak hiç çekilmez. neyse beterin beteri vardır.
    (bkz: dağınık yatak) ve (bkz: ümit belen)
    hatta ve hatta
    (bkz: teyzem) ve (bkz: yaşar alptekin)
  • işbu entrynin girdiği zamanlarda, bir aria reklamında karşımıza bizi gülümseterek çıkan abladır kendileri...sanırsam her mahallede bir fahriye abla vardı, ismi önemli değildi, hatta italyancası "malena" idi...
hesabın var mı? giriş yap