• ankara dt uzun süreden beri düşmekte olan kalitesini son bir kaç yıldır belirgin şekilde yükseltmiş gözüküyor. son iki sezondur 12 öfkeli, sefiller, hisseli harikalar kumpanyası, dogville, siyahlı kadın, roma hamamı, godot'yu beklerken, devlet ana, dr. jekyll ile bay hyde gibi üst düzey oyunlarla buluşturuyor izleyicisini. dt'nin özel tiyatrolara göre bedava sayılabilecek fiyatlarla tiyatroseverlere böylesi nitelikli oyunlarla nefes aldırmasını takdir etmek gerekiyor. yakın zamana kadar üstünde, tamamen kapatılma veya özelleştirilme, gibi kara bulutların dolaştığı dt, tam da kuruluş misyonuna uygun biçimde nitelikli eserlerle toplumun genel kültürüne ve estetik beğenisine katkı sunuyor. o yüzden bu tip kara bulutların bir daha gündem edilmemek üzere dağılmasını temenni ederek başlamış olayım.

    yukarıdaki oyunların yanı sıra bu sezonun en dikkate değer oyunu olan esaretin bedeli'ni dün akşam izleme imkânı buldum. ankara dt'nin akün ile birlikte en iyi iki sahnesinden biri olan irfan şahinbaş atölye sahnesi'nde temsile çıkan oyun 130 dakikalık oldukça uzun süresine rağmen hiç sıkmadan keyifle izleniyor. yıllardır en beğenilen filmler sıralamasında en üstte yer alan the shawshank redemption'ı tiyatro sahnesine taşımak biraz riskli bir iş olsa da oyunun yönetmeni barış erdenk ve oyuncular bu zorlu işin üstesinden gelmeyi başarmışlar.

    oyunun en dikkat çekici yönü olarak dekoruna değinmek gerekiyor. tasarımını emre satı'nın yaptığı hapishane dekoru bugüne kadar dt'de gördüğü en iyi dekorlardandı. hapishane ortamını koğuşlarından havalandırmasına, ürkütücü hücresinden andy dufresne'nin kaçtığı düzeneğe kadar dört dörtlük yaratmışlar.

    ikinci olarak kostümler dikkat çekiyor. 1940-50'li yıllar hapishane atmosferini hiç yadırgatmadan seyirciye aktarabilen, kimi oyuncuların saç tıraşına kadar bunu verebilen kostüm tasarımcısı özge şenolu ayrıca tebrik ediyorum.

    oyunculara ayrı bir paragraf açmamak haksızlık olacaktır. başta hapishane müdürü stammas'ı canlandıran alper tazebaş olmak üzere (ki aksanlı konuşması hâlâ kulaklarımda) kız kardeşlerden bogs'u canlandıran muzaffer saygı ve tüm oyuncular müthiş bir performans sergilediler. red'in karizması, brooks'un evi olarak gördüğü hapishaneyi sahiplenişi, andy'nin soğukkanlı-bilge karakteri sahneye harika aktarıldı. oyun bir de tek tek oyunculara yoğunlaşarak izlendiğinde az bile övdüğüm görülecektir. dt oyuncuları her zaman oyunları bir üst çıtaya taşıyabilen yüksek performanslar gösteriyorlar. çoğu özel tiyatroda göremediğim bu olgu öteden beri dikkatimi çekmiştir. bu yönüyle de dt'nin hakkını vermiş olayım.

    son olarak irfan şahinbaş sahnesi'nin kış veya bahar fark etmeksizin bunaltıcı sıcaklığına hâlâ bir çözüm üretilememiş olması, bir havalandırma ünitesiyle giderilecek sorunun hiç sorun edilmiyor oluşu ince bir serzeniş olarak şuracıkta dursun.
  • esaret bedeli , 1 temmuz 2010'dan itibaren, 16 yaşından büyükler için brüt 760,50, net 599,12 lira, 16 yaşını doldurmamış işçiler için ise brüt 648, net 518,58 lira olarak belirlendi.

    esaret bedeli tespit komisyonu, bu yıl geçerli olacak asgari esaret bedeli tespit etti.

    buna göre, asgari esaret bedeli, 16 yaşından büyükler için 1 temmuz 2010'dan itibaren brüt 760,50, net 599,12 lira olarak belirlendi.

    asgari esaret bedeli, 16 yaşını doldurmamış işçiler için ise brüt 648, net 518,58 lira olarak tespit edildi.
  • bir çakının kazıdığından çok daha fazlası ; "brooks was here"

    (bkz: the shawshank redemption)
  • filmde gözde kaçan gizli bir yan hikaye var ve filmin sonundan daha etkili bir şey anlatıyor. bence hollywoodvari sonu olmasa bile bu film yine güzel olurdu.

    filmi inceleyelim:
    bir adam haksız yere hapishaneye giriyor ve hiçbir umut yok gibi görünüyor. ölü bir yaşam, tecavüzcüler, hele ki entelektüel bir bireyin yaşama şansının olmadığı bir yer.

    gözden kaçan bence filmin ana fikri nedir?
    bu entelektüel birey hapishane şartlarına uymaktansa belli bir çekirdek kadro kurarak, bilgisiyle hapisaneyi kendine uyduruyor ve hayallerini gerçekleştiriyor. o zor koşullarda bile bir çok şeyin yapılabileceğini gösteriyor.

    neler yaptığına bakalım?
    -taş kesici bularak, uygun taşlardan satraç seti oymayı öğreniyor. kendine ve onları parlatarak takım oluşturuyor. (bu yıllar alan bir süreç)
    -kütüphane için az miktar kitap bağışı alıyor fakat yılmayıp haftada 2 defa mektup yazarak 500 dolar bütçe buluyor ve bu bütçeyle büyük bir kütüphane kuruyor. bu kütüphanenin kurulması seneler alıyor yine.
    -bir sahnede hapishanede plak dinledi diye hücre cezası alırken, herkes için plak dinlemeyi getiriyor. (üstte bahsettiğim gibi kendi kurallarını oluşturmuş oluyor)
    -hapishaneye giren genç bir çocuğa okuma yazma öğreterek kendi projesi yapıyor ve onun diploma almasını sağlıyor.
    -bir çok kişiye kendi işiyle alakalı olarak burs aldırtıyor, brokratik işlerini görüyor. tabiiki de müdürün de işlerini hallediyor.

    en umutsuz yerde bile kendinizi gerçekleştirebileceğinizi ve çevredeki insanlara da umut olabileceğini gösteriyor. düşünsenize red ya da diğer karakterler tamamen umutsuzken kitap okuyan, entelektüel bireylere dönüşüyor. boşvermektense atılacak adımlarla her zaman mesafe alabileceğinizi ispatlayan bir yapım.
  • filmle ilgili şöyle bir bilgi mevcut.

    "esaretin bedeli'nde brooks'un kargasını bir kurtçukla beslediği sahneleri hatırlarsınız. bakın bu sahne aslında nasılmış.

    brooks'un kargasını bir kurtçukla beslemesine aspca (filmlerde hayvan haklarının ihlal edilip edilmediğini gözleyen kuruluş) itiraz etmiş.

    aspca gözlemcisi huzurunda doğal yollarla ölmüş bir kurt bulunmuş ancak karga bu kurtu yemeyi reddetmiş. kurt şekli verilmiş bir et parçası ile sorun çözülmüş."
  • amerikanın kölelik kavramını illegal ettiği yildan sonra, kölelere köle kaldıkları zaman için ödenen paraya denmektedir... (bkz: kaynak kıçım)
  • 27 mart dünya tiyatro günü'nde beylikdüzü atatürk kültür ve sanat merkezi'nde çolpan ilhan & sadri alışık tiyatrosu uyarlamasını izlediğim oyun. büyük emekle ortaya çok güzel bir iş koymuşlar. çok beğenip 2 defa izleyen kuzenime hak verdim, oynamaya devam ederlerse seneye bir kez daha izlerim. kerem alışık'ı atv'de bir sürü esmer adamın renkli gözlü kıza aşık olduğu bir dizinin fragmanlarında sürekli berbat aforizmalar kasarken gördüğüm için mesafeliydim ama overactinge düşmedi, 1-2 defa dili sürçtü, hoştu rolünde. ama asıl kaan taşaner muhteşem bir andy dufresne olmuş, rolü üzerine giymiş. çok doğal, iddiasız ve sempatikti. iştar gökseven'den kızkardeşler'i oynayan oyunculara, gardiyanlara, mahkumlara kadar herkes canla başla oynamış. kızkardeşler salondan en büyük alkışı aldı.

    müzik ve ışıklandırma çok iyi, ses biraz başarısızdı. andy'nin cebinden avluya kum boşaltması, kaçmadan önce eski ayakkabılarını müdür norton'a bırakması gibi birkaç detay haricinde filmi bir tiyatro sahnesinde olabileceği kadar sahneye yansıtmışlar. özellikle çatıda bira içme sahnesi <3 fırsat bulursanız keyifle izlemenizi tavsiye ederim.
    selamlamada kerem alışık alkışlar için teşekkür ederken "bu alkışlar annenize, babanıza, dayınıza gitsin" diye bağıran hanımefendi, çok tatlıydınız.

    --- spoiler ---
    benim burada dostum yok ki düşmanım olsun?
    --- spoiler ---
  • yaşamı hayat felsefesi olabilecek andy dufresne isimli karakteri barındıran film.
  • "ölmek mi istiyorsun? git o zaman at kendini denize. 5 saniye sonra hayatta kalmak için çırpındığını fark edeceksin. sen kendini öldürmek istemiyorsun! sen içindeki bir şeyleri öldürmek istiyorsun."
  • müdürün rüşvet parasının hepsini almıyor, sadece içerde geçen yıllarının tazminatını hesaplayıp 370 bin alıyor. ince bir ayrıntı. adam her şeyiyle iyi ve donanımlı bir insan.
hesabın var mı? giriş yap