7 entry daha
  • gerilimi sürekli olarak zirvede tutan ve ekrandan gözlerimizi bir saniye bile ayırmadığımız sürükleyicilikte akan bir kurguya sahip 1950 yapımı film.

    yüksek lisans dersi için yazdığım bir senaryo incelemesi;

    --- spoiler ---

    the asphalt jungle birçok farklı dünyadan derin hikâyelere, çatışmalara sahip karakterin bir olay vasıtasıyla yollarının kesişmesine dayalı filmlerden. bu yönüyle filmi izlerken bir alfred hitchcock filmi izlermiş hissine kapılıyorsunuz. aynı hitchcock filmlerinde olduğu gibi karakter tanıtımları çok başarılı ve her bir karakter tanımaya değer özellikleri, dertleri, hırsları olan sivri karakterler. öyle ki bazen bu karakterlerden sadece birinin bile bir filme konu olacak derecede ilginç bir yaşamı olduğunu düşünüyorsunuz. yönetmen john huston’ın bu filminin hitchcock filmlerinden ayrılan yönü ise çok daha karanlık, kasvetli bir havaya sahip olması.

    filmin giriş-serim bölümünde karakterleri tek tek tanırken yönetmenin senaryodaki, özellikle diyalog konusundaki yeteneği sayesinde bir film izliyormuş hissinden sıyrılıp olayların içinde buluyoruz kendimizi. karakterler, özellikle 1950 yılında çekilmiş bir film karakterlerinden beklemeyeceğiniz şekilde doğal ve sade bir oyunculuk, klasik tiyatro oyunculuğundaki büyük jest ve mimiklerden arınmış bir performans sergiliyorlar. örneğin filmin ana karakteri, meteliksiz kabadayı dix handley romantik akımdaki tek yönlü bir kötüden ziyade hayatın zor şartları neticesinde insanlara, erkek kadın ayırt etmeden huysuz davranan birine dönüşmüş tanıdık gelen bir sima. tanıdık geliyor çünkü kendi hayatımızda ailemizde hatta kendimizde bile gördüğümüz huysuz davranışlar bunlar. tam da bu yüzden karakterlerin, hem yazım aşamasında oluşturulurken hem de oyuncular tarafından canlandırılırken “bizden” olmaları filmin gerçekçiliğini tamamlıyor.

    filmin çatışma-düğüm bölümünde bahsettiğimiz her bir derin aynı zamanda tutarlı karakterin yine olağan hayatın içinde olabilecek şekilde bir araya gelmesine şahit oluyoruz. hatta buna “sürüklenmek” bile diyebiliriz. çünkü hiçbir karakter asıl düğüm olan soygun olayına girerken etraflıca düşünüp karar verip keyfi bir tercih yaparak girmiyor. her birinin kendine göre bu olaya girmeye mecburiyetleri var. finansör olan alonzo d. emmerich dışarıdan varlıklı, olaya tamamen yatırım açısından bakması beklenen biri görünse de aslında borç batağına saplanmış tamamen içinden çıkılamaz bir maddi sıkıntının pençesine düşmüş biri. ve soygunu bu keşmekeşin içinden kendisini tamamen kurtaracak olan bir çıkış bileti olarak görüyor. kasa açma uzmanı louis ciavelli ise yeni doğan yavrularına bakarak iç çektiği telefon konuşmasından da anladığımız üzere çalışarak geçinmenin imkansız olacağının farkında ya da bu sadece kendine ve bize söylediği avuntu. aslında gerçek hayatta da var olan kolay yoldan para kazanmayı isteyen birçok insandan biri. soygun işini diğer karakterlerin dünyasına sokan uzman suçlu doc erwin riedenschneider ise bu soygunu ustalık eseri olarak görüyor. hiç göstermekten çekinmediği yönü kadınlara düşkünlüğü ise ganimetle ne gibi planlar yapacağına dair bize net fikirler veriyor. ancak yine de onun da kendine göre bir mecburiyeti var. kendini bir kez daha kanıtlamak, hem de şimdiye kadar o bölgede yapılmamış derecede büyük bir soygun ile. zira filmin başında bir diğer karakter cobby uzman suçlumuzu tanımıyor. riedenschneider herkesin kulağında yer eden hikâyelerin baş kahramanı da olsa yüzünün de ünlü olmasını isteyecek kadar mükemmeliyetçi. dix handley ise aslında olaya katılan üyeler arasında en az paraya ihtiyacın olan kişi. çünkü onun diğerleri gibi büyük planları, varlıklı bir yaşam hayali yok. dix sadece bu kasvetli, kokuşmuş şehirden ayrılıp memleketinin yeşil topraklarına çocukluğundan kalan hatıraların kahramanı atlara kavuşmak istiyor. belli ki babasıyla, atlarla geçirdiği mükemmel çocukluk hayatının son mutlu zamanlarıydı. peki biz karakterlerle ilgili bu kadar şeyi nasıl biliyoruz ya da düşünüyoruz diyelim? sonuç olarak hiçbir karakterin hayatlarının bahsettiğimiz kısımlarına şahit olmadık.
    tabi ki karakterlerin bize diyaloglar sayesinde verdiği ipuçlarıyla… peki bu ipuçları cem yılmaz’ın gora filmindeki göndermesi “komutan logar neden dünyalılardan bu kadar nefret ediyorsunuz?” sorusu gibi gözüme sokularak mı, eğreti durarak mı veriliyor? hayır, hem de hiçbir saniyesinde böyle olmuyor. işte tam da bu gerçek filmin senaryosunun, özellikle de diyalogların ne kadar iyi yazıldığının tek başına göstergesi. örneği dix her atlardan bahsettiğinde biz diyalogda hiçbir tutarsızlık ya da eğretilik görmüyoruz. bunu bazen şu anki hayatıyla karşılaştırarak yapıyor bazen de ondan hoşlanan ama karşılık bulamayan doll karakteriyle laflarken. başta yaptığımız hitchcock benzetmesini destekler bir şekilde mükemmel planlanmış soygun olayı tesadüfi bir aksilik ile (hiç kimsenin olmaması planlanan yerde çıkagelen bekçi) tamamen sarpa sarıyor.

    filmin çözüm kısmında ise artık tüm karakterler birer birer kaderlerine razı oluyorlar. bazıları şanslı ki yaşama devam ediyor bazıları ise hayattan kopuyor. aslında bu süreçte daha önce de bahsettiğimiz gibi film, romantik akımdan, 1950’li yılların genel hikâyelerindeki klişelerden oldukça uzaklaşıyor. filmde hiçbir karakterin işi şansla veya alakasız birinin yardımıyla yoluna girmiyor. aynı gerçek hayatta bu tarz bir olaya karışanların çoğunun başına geleceği gibi işler git gide kötüleşiyor. örneğin filmin başından beri en soğukkanlı olan ve bu yönüyle borç batağında olmasına rağmen dışarıya hala varlıklı görünebilen emmerich karakteri yenilgiyi kabul edip kendi yaşamına son veriyor. filmin bu son kısımlarındaki “kıyım” diye adlandırabileceğimiz yakalanmalar silsilesi tam da olması gereken hızda oluyor. ne anlamsız boşluklarla fazla uzatılmış ne de alelacele bir şekilde kolaya kaçılmış. filmin sonlarında gerilim iyice tırmanmışken yönetmen bu “kıyım” sürecini bize gerilimi hiç düşürmeden iletiyor. hatta filmin son saniyesine kadar “acaba?” diyoruz. acaba aralarında göre en masum olan dix kurtulabilecek mi? evet kurtulamıyor belki. ama belki de mutsuz olduğu bu şehirde yaşamaktansa o hayalini kurduğu yeşil çimenlerin üzerinde, tutkuyla özlediği atların yanı başında ölmeyi tercih ederdi. senaryonun başından itibaren acısını izlediğimiz dix karakterinden yola çıkarak, ölmesine rağmen belki en az hazin bulduğumuz son onunki oluyor.
    --- spoiler
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap