5 entry daha
  • jan svankmajer in 2000 yapımı, bir çocuk ve bir yaratığın tuhaf arkadaşlığını işlediği uzun filmi. o küçük kız biraz daha özenle seçilseydi keşke dedim ilk gördüğümde, alice te ne şirindi mesela, ayrıca pedofili dedenin filmdeki yerini ve alakasını çözebilmiş değilim, baya bi gereksiz olmuş aslında. her yerde bebek gören baba imajı (jan harti), bebek delisi manyak kadın (veronika zilkova) filmin iki karakteri. bu ikisi çek tvlerinde yer alan iki yıldızmış. ama özellikle veronika nın performansı çok iyi, sinirlendiriyor insanı. ilk emzirme sahnesinde svankmajerin yarattığı meryem imajı da çok hoş. bu durumda bu filme isa nın hikayesi olarak da bakılabilir az zorlasak. her yerde bebek görme sahneleri izleyende ani dudak kasılmalarına yol açmakta, pek komik hakkaten ama önceki filmleriyle kıyaslanması mümkün değil. svankmajer orjinalitesini yer yer hissedebiliyoruz sadece.

    peter hames in yaptığı, otesanek in dvd sinde bulunan röportajı da nacizane çevirmeye çalıştım . bazen dağıldım tabi maruz görün. buyrun;

    peter hames- little otik*, genelde k.j erben versiyonunun bilindiği bir masal.konu da sizi cezbeden şey neydi tam olarak ?

    jan svankmajer-70 lerin başında eva (jan ın kendi gibi sürrealist olan ressam karısı) bi animasyon yapmak için şiddet dolu, sert bir masal arıyordu. en sonunda little otikte karar kılmıştı; öncesinde bi çocuk kitabı için masalın illütrasyonunu yapmıştı kendisi. benden senaryo için yardım etmemi istedi, üzerine çalışırken ne kadar harika bi konu olduğunun farkına vardım. faust mitinin yöresel, farklı bir versiyonuydu bu: doğaya karşı bir başkaldırı ve bu isyanın trajik yönü. kısaca bu fikri eva dan "çaldım" (ve senaryomun sonu aslında onun fikridir)

    p- diyosunuz ki otesanek farkı dillere çevrilemeyen bir isimdir, ama diyolaglarda ve karekterin kendisinde öyle gözükmüyor , istesek otik de diyebiliriz. bunun zorunluluğu var mıdır ?

    j: şimdi otesanek ismi "otesavat-yani baltayla kesmek" ve küçültme son eki olan -anek in birleşiminden meydana geliyor. çek kültüründe mecazi olarak her şeyi yiyip bitiren, akabinde sindiren gözü doymaz karakterler için kullanılır, sadece yemek olması da gerekmiyor tabi bunun.

    p-çoğu filminizde gercek oyuncularla, kuklalar birbirine giriyor, bazen özellikleri değişiyor, kukla insana dönüşüyor mesela. fakat bu filmde öyle bişey yok , hiç kimse kuklaya dönüşmüyor, bu bir değişim* mi sizin için ?

    j-little otik, geleneksel bir hikaye anlatımıyla, normal diyaloglarla aktardığım, bir masalın görsel versiyonudur en nihayetinde. alice te ya da faust da bilhassa conspirators of pleasure da böyle bi durum yoktu. aslında konu olarak faust,önüne gecilemez arzuyu göstermesi ile conspirators of pleasure a yakın. bu sadece beni düşündüren konular üzerine farklı bir açıdan eğilişim, yoksa işlerimden farklı bir yöne gitmem sözkonusu değil. ( yani diyor ki gene önceki filmlerime benzer şeyler yapıcam, bu bi istisna )

    p-genelde, masal kahramanları bir canavar ya da vahşi hayvan tarafından korkutulur, kovalanır. ama burda tam tersine çocuk bi canavara dönüşüyor. burdaki tersine dönüşümün ardındaki hedef nedir?

    j-bi kere ben hedeflerle çalışmam .hedefi takip etmek böyle filmlere önayak oluyor. burda hayal gücünün özgürlüğünü gerektirecek hiç bişey yok. genelde bilinir, zihnimizin bilinçaltı bileşenleri aslında algılayabildiğimz her şey kadar anlamlıdır. benim tercihim , bi hedef doğrultusunda ilerlemek değil , gerceği yorumlamaktır. little otik te çocuk ailesini yiyor ama otik onların arzusunun bir ürünü, onlarrın doğaya karşı bir isyanı. bu kelime anlamı itibariyle çocuk sadece, aslında ordaki yaratık arzunun, isyanın somutlaşmış halidir*. bu kaderin trajik bir yönüdür- kadere karşı gelmeden yaşamak mümkün değildir. bu özgürlüğün özüdür, esansıdır.

    marquis de sade ilk yazılarında doğaya karşı yakarmış, ondan medet ummuştu ama sonra başkaldırdı, onu orospu yahut katil* diyerek aşağıladı. ama de sade ve günümüz arasında toplumda, uygarlıkta gerçekten şaşırtıcı gelişmeler yaşandı.bu güçlü tezat** olmadan biz hiç bi şeyle karşılaşma yeteneğine sahip değiliz, özellikle doğayla. işte bu yüzden isyanlarımızı diz çökerek sonlandırıyoruz.

    p- little otik diğer filmlerinizden daha uzun ve anlatımı daha ortodoks. bu hikayeye sadık kalmak istemenizden mi kaynaklandı ?

    j-hikaye anlatımının, hangi hikaye olursa olsun , kendine has kuralları var. bu hikaye alice teki gibi bir rüya aktarımından farklı. benzer biçimde, eğer conventional diyalog kullanmaya başlarsanız, fillminizin uzun olacağını bilmelisiniz. diyalogla ilerleyen film (narrator olmadan) her zaman dolaylı yoldan ilerler ve zamana ihtiyaç duyar; görsel anlatım -sembollerin ve resimlerin dili- her zaman daha kısa ve doğrudandır. little otik uzun çünkü dolaylı yolun ne kadar uzayabileceği konusunda yanlış tahminde bulundum. diğer deyişle, bu anlatım uzun zamandır yaptığımdan çok daha farklı bi çalışma yapmamı gerektirdi.

    p-film içinde k.j.erben'in orjinal hikayesi iki boyutlu şekilde aktarılmış. filmdeki işlevi nedir bunun ?

    j-albretzka nın okuduğu erben in hikayesi film içinde önemli bir rolü olan bağımsız bir kısa animasyon aslında. orda seyirciye günümüz toplumunun deformasyonlarından arındırılmış, katışıksız, açık biçimde hikayeyi veriyoruz. alzbetka nın "karşı müdahalesini " ve "bilgisini " de mantıklı kılan, ona kaynak oluşturan da o kısa film. bu animasyon yalnız başına bir animasyon filmi olarak düşünülebilir (küçük değişikliklerle). film içinde film farz edebilirsiniz.

    p-katılımcısı olduğunuz sürrealist grup komünizmin çöküşünden beri prag da sık sık sergilerde başgöstermekte. bu tanınma durumu grup için bir tehlike, tehdit taşıyor mu?

    j-89 kasımından beri grubumuz bir çok toplumsal olayda faaliyet göstermekte , analogon dergisini yayınlaması da dahil olmak üzere, ve daha geniş kitlelerce tanınmaya çalışıyor ama bu demek değildir ki grub çek kültürüne tamamen entegre olmuş , kaynaşmış. sürrealizm her zaman ufak çaplı bir girişim oldu 1930 lu yıllarda dahil olmak üzre. günümüze kadar , sürrealizm çek kültüründe bi çıban gibi görüldü. bugün , azgın kudurmuş faşist hükümet saldırıları ve stalinist uşakların yerini ilgisizlik ve vurdumduymazlık almış durumda. sanat tarihçileri sürrealizmi uzun zamandır ölü olarak kabul ediyolar, bu yüzden de günümüz gelişmelerini hiçe sayıp hala tarihteki sürrealizmi inceliyorlar. ben bir "kabul edilme/tanınma"` :recognition` tehdidi* altında olduğumuzu düşünmüyorum.

    p-bi keresinde walt disney i avrupa kültürünü yıkan, zarar verenlerin önde gelenlerin biri olarak tanımlamıştınız. ne yıkılıyor, ve buna karşı nasıl direnilebilir ?

    j-disney , "çocuklar için sanat" kavramının en büyük yapımcılarından. ben her zaman çocuklar için belirli bir sanat olmadığını savundum, buna kim kalkışırsa ya terbiye etmek ya da kârı için uğraşır. "çocuk için sanat" tehlikelidir çünkü bu ya çocuğu uysallaştırmaya yönelik olur ya da mass culture için yeni "tüketen" bireyler yetiştirmek için. bence, günümüz disney yapımlarıyla yetişen bir çocuk daha sofistike sanat türlerine alışmakta zorlanıyor ve aptal televizyon serilerini izleyenler arasına katılıyor. fakat bu tüketim toplumu içerisinde de bazen yaratıcılık değeri taşıyan eserler çıkmayacağı anlamına gelmesin -mesela king kong- fakat bunların sayısı gittkçe azalıyor.
7 entry daha
hesabın var mı? giriş yap