3 entry daha
  • 19. yüzyıl

    19. yüzyıl başlangıcında toplumun gelişmesi ve sivil kesimin güçlenmesi, müzelerin yaygınlaşmasını sağladı. bu yüzyılda müzelerde kullanılan sergileme metodlarında, eldeki eselerin daha verimli sergilenmesi konusunda gelişmeler yaşandı. yüzyılın başında müzelerin etkilerinin, aydınlatmadan, ziyaretçilerin kültür seviyesine kadar değişen etkenlere bağlı olduğu söylenmektedir. geleneksel olarak müzeler, diğer ulusal toplumsal yapıların tersine insanlara uzak, soğuk, anlaşılması güç, anıtsal yapılar olmuşlardır. bununda anlamı normal hayatın akışından uzakta, anıtsal bir mimariye sahip, insanlara uzak yapılar olmalarıdır. müzeler sadece gün ışığından yararlanabilecekleri zamanlarda açıktılar ve ziyaretçileri çok özel, bilgili kişiler olmadığı sürece sergilenen objelerin çok azından bilgileri olurdu. eğitim seviyesinin yükselmesi, sivil kesimin gelişmesi, müzelerin toplumca daha fazla benimsenmesini sağladıkça, insanların müzeler ve sergilenen eserler hakkında bilgileri arttı. müzeler toplumsal yaşamın parçaları haline gelmeye başladı.

    geçmişteki tapınak, kilise, saray ve villalardan esinlenen, fransız devrimi mimarlarından louis etienne boulle tarafından geliştirilen ve fransız teoristi j.n.l durand’ın bir rotunda çevresinde dört iç avlu ve bunların dışında da koridorları içeren müze mimarisi ile ilgili tasarımlarının 1802’de yayınlanmasıyla yeni bir müze tipolojisi ortaya çıkmıştır. durand’ı takiben leo von klenze’nin 1816’da tasarladığı proje ile müzeler mimarisi yeni bir döneme girdi.

    lütfi parlak’a göre dönemin mimari akımı olan neo-klasik stilinde gerçekleştirilen bu müze yapıları, cephe ve plan yapısı olarak birbirlerine benziyorlardı. cepheler ya klasik tarzda ya da rönesans tarzındaydı. plan olarak, tipik yapı biçimi dikdörtgendi. iki iç avlu bulunuyorsa avlular, bir merkez salon veya büyük bir merdiven ya da rotunda yanlarında yer alırlardı. uzun bir cephenin ortasında yer alan anıtsal girişin her iki yanında kesin bir simetri ile yerleştirilmiş galeriler yapılmıştı. genellikle, yükseklik olarak üst katı yandan ve tepeden aydınlatılan iki ana kat yapılırdı .

    bu müze tasarımları ve neo-klasik mimari, almanya, ingiltere ve amerika’da birçok kamu binalarında olduğu gibi müzecilik alanında da benimsendi. leo von klenze’nin münih’teki glypotek’i(1816), karl friedrich schinkel’in berlin’deki altes museum(1823-30) yunan tapınaklarının kolonlu girişleri ve alınlıkları, daire ”rotunda” biçiminde bir tapınak ve binaların ikinci katına bağlayan “monumental” merdivenleri ile görkemli tapınakları çağrıştıran müze tipolojisine yöneldi. bu bağlamda “tapınak müze” olarak adlandırabileceğimiz müzeler gelişti. amerika, washington d.c. ‘de john russel pope’ın 1941 ‘de tamamlanan national gallery’si bu tipolojinin kareden dikdörtgen alana dönüştürülen en önemli örneklerden birini oluşturdu. doğal ışığın aydınlatmada çok önemsendiği bu dönemlerde pencereler ve tepeden atdınlatma için “tepe ışıklıklı” müze mimarisindeki sütun, pandantifler üzerinde kubbe ve kemerler diğer neo-klasik öğeler yerleşti.

    ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısında ingiltere’de de neo-klasik yapım tarzında ve ulusal müze niteliğinde önemli örnekler gerçekleşmiştir.monague house’da bulunan british museum, sir robert smirke tarafından gerçekleştirilen londra’daki yeni binasına taşınmıştır. british museum, dışarı doğru çıkma yapan kanatları ve merkezdeki üçgen alınlığı ile kolonlu bir ön cepheye sahiptir. ilk yapılan galerilerde kesin bir simetri olmasına rağmen, daha sonra yapılan eklemelerle yapı arkaya ve sol yana doğru asimetrik olarak uzamıştır.

    19. yüzyılın ortalarında müze mimarisine katkıda bulunan bir başka gelişim de, tamamıyla farklı bir sergileme mekanından kaynaklandı. ondokuzuncu yüzyıl ortalarında avrupa’da gümrük duvarlarının inmesi ve ticaretin yaygınlaşması, ülkelerin sanayi üretimlerini birbirlerine daha kısa yoldan gösterme ihtiyaçları gibi etkenler sonucunda gelişen dünya sergileri (expo) fikri ingiltere’de ortaya çıkmıştır. “…dünya sergileri (expo) yapıları, hem binaları ile hem de içerisinde gerçekleştirilen eylemlerin birlikteliği ile yirminci yüzyıl müzelerine, müze tasarımı ve çağdaş müzecilik kavramı’nda fikir babalığı etmiştir.”. ingiltere, londra’da 1850-51’de üretim malları ve makinelerin sergilenmesi için yapılan crystal palace ilk dünya sergisi yapısıdır. 4 temmuz 1850 de hyde park’ta yapılması 119 a karşı 120 oyla kabul edilen bu yapı için 8 nisan 1850 de açılan yarışmaya 233 proje gönderildi, ancak hiçbiri seçilmedi. 11 haziran 1850 de joseph paxton’un 3 günde hazırladığı eskiz, yapım komitesi tarafından beğenilerek kabul edildi. 70.000 m² inşaat, 4 ay gibi kısa bir sürede tamamlandı. 1 mayıs 1851 de açılşı yapılan sergi, 11 ekim 1851 de kapandı. 1852 yılında sydennham’a taşınan yapı 1936 yılında yandı. bu yapıda herşey baştan aşağı endüstriyel olarak üretilmiş ve standartlaşmaya gidilmiştir. 90.000 m² cam, 3800 ton dökme demir, 700 ton işlenmiş demir kullanılmıştır.

    crystal palace gibi şeffaf ve camlı yapılar, daha sonra 20.yüzyılın ortalarında inşa edilen müze binalarında etkilerini gösterdi. makina ve üretim araçlarının sergilenmesi amacı ile yapılmış olsa da, sergileme tekniği açısından ve de yapıt-mekan ve mekan-değişik işlevler ilişkisi açısından birçok yenilikler getirmiştir. bu yeniliklerin içerisinde en önemlisi ise ‘tek mekan içerisinde birçok değişik fonksiyon ve aktivitenin olabileceği’ fikridir. daha önceleri panayır şeklinde, birbirine çok yakın düzenlense de farklı mekanlarda (çadır v.b.) gerçekleştirilen etkinlikler burada daha düzenli, büyük bir mekan içerisinde gerçekleştirimiştir.

    bu tek yapının içerisinde sergileme dışında gerçekleştirilen etkinlikleri sıralarsak;
    insanları bilgilendirmek için toplantı ve konferanslar düzenlemek, sıkılmamaları için küçük konser ve gösteriler, farklı etkinlikler sunmak için geçici sergiler düzenlemek, yeme, içme, dinlenme v.b. ihtiyaçlarını karşılamak üzere düzenlemeler yapmak ve sergilenen ürünlerin satışı yer almaktadır. bu değişik fonksiyonların total bir mekan içinde yer almasından dolayı dünya sergileri yapıları; hem binaları ile hem de içerisinde gerçekleştirilen etkinliklerin birlikteliği ile yirminci yüzyıl müzelerine, müze binası tasarımı ve çağdaş müzecilik kavramında fikir babalığı etmiştir.
hesabın var mı? giriş yap