3 entry daha
  • tüm zamanların en keskin öykülerinden birinde tanıdığım kişi. yolda'daki adıyla dean moriarty. kayıp babasının üzerinde bir sarkaç gibi sallanan hayaletiyle -aslında bunu biraz da bahane ederek- yol'da daha çok "kendisini" aramaya adamış bir gezgin. gülen, bağıran, içen, dövüşen, 'kadınlarının sayısı yıldızlardan çok' bir adam... ama korkunç bir yalnızlık içinde sonunun nereye gittiği belirsiz tren raylarında, hiç görmediği babasıyla buluşmaya giderken silinen bir kaybeden.

    aslolan yolun kendisidir! yolun kendisi, sonunda ulaşacağımız yerin bir parçasıdır! veya john lennon'ın dediği gibi, "hayat biz yarın için endişelenirken, bugün başımızdan geçenlerdir." dean bunları biliyordu ama huzursuzdu. tüm devrimleri yapan, tüm binaları yıkan, tüm evreni her an yeniden doğuran bu huzursuzluk değil midir? dean, bizim hayatla yüzleşmekten korkmayan, sonunda çaresizlik ve tükenmişlik olacağını bilen, ama bir kenara çekilip durmaktansa yol'da yürürken gebermeyi seçen tarafımız. o tarafımız çoktan öldü bizim, ama dean; karların arasında, tren yolunda, başparmağı donmuş, elinde şarap şişesi, babasına doğru yürüyor hala. ulaşamayacak besbelli, ama zaten onun babası yol değil mi?!
50 entry daha
hesabın var mı? giriş yap