5 entry daha
  • günümüz müziğinin en önemli gruplarından wu-tang clan'in rap dünyasındaki saltanatı -bir grup olarak- sona ermek üzere, ancak grup üyeleri yaptıkları solo albümlerle wu-tang ruhunu yaşatmaya devam ediyorlar. 1993'den bu yana gerek bir grup olarak yaptıkları albümlerle (enter the wu-tang 36 chambers, wu-tang forever, the w, iron flag, vs...), gerekse de dokuz adamının solo projeleriyle birlikte (en bilineni ol' dirty bastard'ın nigga please'i) yaşayan bir efsane konumuna yükselen wu-tang'in artık bir grup olarak fazla ömrü kalmadı. geçtiğimiz sene içinde grubun beyni rza, wu-tang'in bir albüm daha yaptıktan sonra dağılacağını söylemişti, ancak o albüm asla yayımlanmayabilir. grubun en nev-i şahsına münhasır kişiliği ol' dirty bastard'ın geçtiğimiz günlerdeki şok ölümünün ardından (komplo teorisyenleri bu işin arkasında fbi'ın olduğundan eminler), wu-tang üyelerinin artık tamamıyla solo işlere yöneleceğini tahmin edebiliriz, çünkü wu-tang clan'in shao lin felsefesi bunun aksine izin vermiyor. aslına bakarsanız grubun felsefesi bundan çok daha uzun bir yazının konusu olmalı, ancak kısaca bahsetmek gerekirse wu-tang clan, insan kalbinin 36 parçadan oluştuğuna ve bunların da kendi aralarında dörderden dokuz bölüme ayrıldığına inanılan shao lin öğretisinden yola çıkıyor. grubun dokuz üyesi işbu bölümleri temsil ediyor, bu yüzden bunlardan birinin ölümü teoride grubun sonu anlamına geliyor.

    daha çok konsept işlerle uğraşan ve pek çok film müziğine imza atan (örnek: kill bill) veya yeni rapper'ların albümlerine prodüksiyon işleri yapan rza'ın yanı sıra, wu-tang üyelerinden özellikle raekwon, genius ve ol' dirty bastard'ın geçtiğimiz yıllarda yaptıkları solo albümler eleştirmenlerce çok beğenilmişti. grubun bir diğer üyesi ghostface killah da (asıl adı dennis coles'dur), 2001 tarihli ilk solo albümü the supreme clientele ile büyük bir çıkış yakalamıştı. lakabının sonundaki "killah" ibaresinden sıkılan ve kendisini artık sadece "ghostface" olarak tanımlayan sanatçının ikinci albümü the pretty toney album de ilkini aratmıyor açıkçası. "the pretty toney album" aynı adı gibi hoş tonlarla yüklü bir albüm. bir rapseverin bu albümden hoşlanmaması neredeyse mümkün değil, keza rap sevmeyenlerin de aynı şiddet ile bu albümden nefret edeceklerini söyleyebiliriz. ghostface son yıllarda pop ile iyice iç içe geçen ve eski işlevselliğini yitirmeye başlayan rap müziğini adeta yeniden hortlatıyor. ghostface hem sert hem iyi niyetli, hem mutlu hem de karamsar bir tablo çiziyor burada. bir wu-tang üyesi olmaktan hala gurur duyuyor, ancak solo bir sanatçı olarak kendi kişiliğini de müziğine yansıtmayı başarıyor. ağzı ol' dirty bastard kadar bozuk değil ghostface'in; yatakta kızlara yaptığı acayip şeylerden veya polislerin annelerinin mesleğinden 'o kadar da sık' bahsetmiyor, ancak yine de küfürü kaldıramayanlara göre bir müzik değil yaptığı. diğer tüm wu-tang üyeleri gibi o da tanrıya inanıyor, daha da önemlisi tanrıyı seviyor. "intro"da kendisine sorulan "neden diğer şarkıcılar gibi sen de yanında bodyguard'larla gezmiyorsun?" sorusuna verdiği "çünkü o orospu çocuklarına ihtiyacım yok. benim koruyucum tanrıdır dostum" cevabı gerçekten samimi. hey, bu sivri dilli adama dikkat edin, sayısız kez hapse girip çıkmış biri olarak kızdırmaya gelecek biri değil. ancak aslında iyi bir insan ghostface; bunu, müziğini dinlediğinizde hissedebiliyorsunuz. öfkeli olmasına rağmen, içindeki bu nefret sadece ve sadece yanlış gittiğine inandığı şeylere karşı ve bu yüzden onu suçlayamazsınız.

    "the pretty toney album" bir rap klasiği olmaya aday, hatta şimdiden bir klasik olduğu bile söylenebilir. ghostface gerçekten yaratıcı bir adam; daha önce binlerce kez işlenmiş konulara hep farklı bir açıdan yaklaşmayı becerebiliyor. nedir bu konular? bildiğimiz şeyler canım; aşk, seks, öfke, vs... ama burada önemli olan nokta ghostface'in üslubu. aşkı lanetlerken veya öfkeyi yüceltirken ona kızmak mümkün değil, çünkü ara yollara sapmıyor, söylemek istediği şeyi söylüyor ve sonra da çekip gidiyor. adam işini iyi yapıyor. tooken back'te "eğer sana bir kez daha vurursam, işte o zaman bana lanet olsun; çeker giderim, çünkü seni haketmediğimi göstermiş olurum" derken bunu içinden gelerek söylediğine inanıyorsunuz adamın. biscuits'de bas gitar, saksofon ve piyanonun kullanımı o kadar başarılı ki, ghostface'in hiç susmayan vokali olmasa, bunu bir steely dan şarkısı sanabilirsiniz. evet, işte adamın farkı bu: o bir rapper, ancak rock ruhuna sahip, diğer tüm wu-tang üyeleri gibi. belki bunun farkında bile değil, ama bunun pek de bir önemi yok, ulaştığı müzikal yetkinlik bunu göz ardı edebilmemize izin veriyor. ghostface'in müziği uzun yıllardır başladıkları noktadan bir adım öteye geçemeyen sözde rock gruplarından çok daha rock'vari, çünkü o hep aynı şeyleri söylemesine rağmen bunu her seferinde farklı bir şekilde yapmayı başarıyor ve işte bu noktada yıllardır aynı albümü kaydedip duran aerosmith veya bon jovi gibi gruplardan ayrılıyor. ghostface henüz ikinci albümü ile, adı geçen sanatçıların tüm kariyerleri boyunca ulaşamadığı müzikal çeşitliliğe ulaşmayı başarıyor. çoğu rock sanatçısının yapmaya cesaret edemediği şeyi yapıyor: düzen içindeki düzeni sorguluyor, çünkü bu, onu rahatsız ediyor. işte bu yüzden asla mtv'de bir numara olamayacak ghostface. ancak işte tam da bu yüzden kalbimizde hep özel bir yere sahip olacak. sizce hangisi daha önemli?
6 entry daha
hesabın var mı? giriş yap