7 entry daha
  • bilgesu erenus’un aynı adlı tiyatro oyunundan yazarın kendisi tarafından senaryolaştırılan, zeliha berksoy ve tarık akan’ın başrollerde oynadığı irfan tözüm filmi olan ‘ikili oyunlar’, 1989 yapımı kayda değer bir filmdir. filmde nur ve erol’un çıkmaza giren evlilikleri, 68 kuşağının coşkusuzlaşan yaşamıyla karşımıza çıkar. filmin başında mutsuz baba ve koca figürü erol, mutfakta yaşamının anlamsızlığını sorgulayan ve yedinci sigarasını içerken kocasıyla iletişimi anlamsız bulan yorgun ‘kadın’ ve ‘anne’ figürü ‘nur’ olarak çıkar. 68’den 78’e sokağın hareketliliği ve siyasal eylemler değişkenlik kazanmamış olsa da görevler, ödevler ve aile kavramı karı-koca için başlı başına bir boşluk halini almıştır. bankacı nur, iş yaşamının ödevleri ve evdeki ‘kadın’lık hallerine dair büyük bir bunalmışlık içindedir. erol, kendince ödün vermediği siyasal tutumuna karşın edilgenleşmenin ve örgütsüzleşmenin açmazları içindeki akademisyen olarak izleyiciye aktarılır. film boyunca iç konuşmalar iki tarafın (karı-kocanın) sevgilerini taşıyamaz hale geldiklerini de ortaya koyar. ilişkileri türkiye’nin 78’li yıllardaki politik açmazları ve çelişkilerinin yansımasıdır bir açıdan. erol’un tüm çaresizce ilişkilerini kurtarma çabası giderek anlamsız bir monologa dönüşür aralarında.

    yola çıkış, tatilde evliliklerini değerlendirme çabasına karşın nur’un otobüsü aniden durdurarak tarihsel kalıntılar ortasında anlamsızca yürümesi, kocasının onun çaresizliğini kavrama çabası filmin siyasal atmosferiyle birlikte aktarılır. kentten uzak kalıntıların yanı başında kamp kurarlar, annelerinin çantalarına yerleştirdiği, yerleşik ve kurumsal ilişkilerini yansıtan tüm ev eşyaları öfkeyle çıkarılır, sistemin yarattığı tüm bağımlılıklarla öfkeli bir hesaplaşma başlamıştır bu andan itibaren. dağılmış hayatlarını toplamak mümkün değildir geldikleri bu kamp yerinde. kadının filmde sıklıkla kurduğu şu cümle bir özet gibidir bu iletişimsizliği özetleyen: ‘o ve ben 68 kuşağının cesetleriyiz.’ televizyonun etki alanından dört yıl uzak kalmak isterken eve giren televizyon, kuklalaştıklarının itirafı, ideallerin ve ütopyanın yitimi kamptaki bu iletişim kurma mücadelesi ve tatmin etmeyen cinsellik girişimiyle beraber oğulları ozan’ın kuklası ‘ibiş’in diliyle aktarılır ikisi tarafından. ayrılmaları gerekmektedir, tüm sevgilerine rağmen tükenmişi sürdürmenin anlamı yoktur. bir didişmeye, anlaşamama haline dönen kampta ibiş’in ağzından 68’den 78’e türkiye coğrafyasının siyasal vicdanı yeniden canlanır. nur ve erol’un anımsadıkları her olay, geçmişin politik dayanışmasının izlerini taşır. grevler, eylemler, umut, toplumsal gelecek düşü.

    tatile çıkışlarının ardından sorgulama ve hesaplaşmanın keskinleştiğini, nur’un hem kendi içindeki yabancılaşmaya hem de süre giden aydın yozlaşması veya kirlenmesine öfkesine tanık olur izleyici. tatile çıkmadan birkaç gün önce elindeki çöplerle çöp tenekesinin yanına oturan ve ülkedeki leş ve çöp yığınlarının bir parçası olduğunu düşünür nur. otobüsten inip öfkeyle tapınağın yanından ilerlerken erol’a söylediği şu sözler de çarpıcıdır:
    ‘sabah gazeteleri okumazsam kimse öldürülmeyecek. akşam kahvesi, haberler, yapışkan suretler ekranda, hangisi üzerimizde kalacak belli değil.’

    kampa getirilen nesneler de dikkat çekicidir. çantadan saatli maarif takvimi, limon sıkacağı, çalar saat, faraş, şamdan çıkar. önce şaşkınlık ve öfkeyle reddedilen nesneler ardından çadırın kurulmasıyla evdeki düzenin burada da oluşturulmasıyla yerini alır masada, ağaçta ve çadırda. yerleşiklik halinden kurtulamaz ikisi de, küçük burjuva aydının hesaplaşması o değerleri terk etmek anlamına gelemez bir türlü. nur’un kadınlık kimliğini sorguladığı diyaloglar bir pazarlık üzerine şekillenmiş evliliğin itiraflarını da beraberinden getirir. nur, ‘ev sahibinin banka hesabını çoğaltmak için mi geldim dünyaya’’ sorusunu sorar erol’a. erol’un ‘ev çöker senin getirdiğin olmasa.’ sözü aslında çoktan kurumsallaşmış birlikteliğin bir şirkete dönüştüğünü de göstermektedir. nur’un ifadesiyle ‘sahte değerler ülkesinde’ evlilik de aynı yapaylaşmanın ürünüdür. kadının çalışmasının kapitalist üretim sürecinde ucuz, uysal işgücü yaratmak adına ikinci savaştan bu yana var olan bir numara olduğunu da söyler nur bu öfkeli seslenişi sürecinde.

    yıllar sonra komer’in arabası adlı barda (68 kuşağı için önemli bir politik simgeyken bir bardaki ‘imaj’ a döner.) karşılarına çıkan adamın tekrar eden repliği tüm bu yozlaşan aydını vicdanına çağırma çabası gibidir. 88’li yıllarda ideallerini yitirmiş 68’li kuşağın uğrak yeri olan barda adam nur’a şu soruyu sorar: yüzünüz sizin mi’’ yitirilen yüzler, geçmişe yapılan bir dizi güzelleme ve anımsamanın ötesine gitmeyen ütopyasızlaşmış bir ‘68’lilik olarak yansır izleyiciye. oğulları ozan, yeni kuşağın tüm bağsızlıklarıyla karşımıza çıkarken ‘68’lilik üzerine söylenenler ötesinde her biri sisteme uyum sağlamış, ‘aslında biz de pavlov’un köpeği değiliz’ ezberinden öteye gitmeyen kuklalaşmanın içindedir. 70’lerde silahlı eylemi tek çözüm olarak öngören taner, sanayicidir 80’lerin sonunda. doğu bloku’nun dağılmasına dair saptaması ‘aslında en iyi sistem kapitalizm.’ savunmasıyla yozlaşmışlığı somutlar. unutma isteği, belleksizleşme ‘komer’in arabası’ (barın içindeki kamyon simgesi) önündeki geçmişi parça parça anımsama girişimine rağmen egemendir her biri için. taner’in isteğiyle erol bir vakıf üniversitesinde çalışmaya başlamıştır. bankada çalışan reyzan ve şükran’ın derneklerde toplumsal duyarlılık adına çalışma isteğini nur’a belirtmesi bardaki günah çıkarma ayinlerinin bir parçası gibidir. cezaevindeki tuğrul anımsanır ara sıra, hatta filmin sonlarına doğru herbiri lüks bir lokantada cezaevindeki arkadaşlarına göndermek üzere peçeteye aklından geçenleri yazarlar. kadeh kaldırarak ‘aslında pavlov’un köpeği değiliz.’ diyerek ayağa kalkarlar tüm bu yozlaşmış aydın tipinin ironik halleriyle. erol’un peçeteye yazdığı cümle de önemlidir elbette: ‘özür dilerim.’

    nur’un kamptaki hesaplaşması sırasında söylediği bir iki söz yitik ve değersizleşmiş bir kuşağın üyelerine dair önemli bir eleştiri de sayılabilir:

    ‘sürüngenler ülkesinde yaşadığımızı nasıl unutabilirsin?’
    ‘düzenin sorumlusu değiliz biz, elimizde tef, ağzımızda düdük kışkırtıp duruyoruz kuklaları. belki de çoktan kuklalaştık biz.’ikili oyunlar hakkında bir inceleme
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap