4 entry daha
  • o'nu en iyi anlatan necip fazıldır. o ve ben adlı eserinde şöyle anlatır:
    "1281-1860 yılında, vanda dünyaya gelmişler... van, başkale kazası arvas köyü... van'ın cenup şarkında; iran sınırına yakın, 2400 metre yüksekliğinde gayet sarp ve engelli bir saha...
    arvas, şeyhleri ve mürşitleri seyyid fehim hazretlerinin de köyü...
    pederi; seyyid mustafa... nesepleri, madde yolundan da kainatın efendisine bağlı: es'seyyid abdülhakim arvasi...
    manevi veraset yoluna gelince:
    zaten hep onun üzerinde gittiğimiz bu davayı, özlü bir takdim cümlesine nasıl sığdırabiliriz?
    tecrübe edelim:
    peygamberlerden sonra insanoğlunun en büyüğü hazreti ebubekir'e sevr mağarasında teslim edilen has oda sırrını, otuz üçüncü el olarak devr ve teslim alıp onu yirminci asırda; makine, türlü keşif, ruhi buhran, içtimai muvazenesizlik, sar'a ve cinnet, hasret ve gurbet asrında, bu asrın ortasına kadar, zerresini feda etmeksizin, en kemalli veraset halinde temsil etmeye memur, eşsiz veli...
    ...
    hissettirebildim mi makamının hususiliğini ve ululuğunu?..
    insanoğluna, kendi öz eserinin tahakküme başladığı, madde keşiflerinin insanları burunlarından halkaladığı ve bütün ruh müeyyidelerinin bangır bangır iflasa sürüklendiği manevi panik devrinde kutup; böyle bir devirde her ölçüyü müdafaa ve muhafazaya memur kutup ne demekse, es'seyyid abdülhakim arvasi, o... 14. hicri asrın yenileyicisi...
    devrinin, içli ve dışlı küfür deccallerine ve bunların üflediği felaket cereyanlarına dikkat ederseniz, onun; kimlere ve nelere, insanları çekip kurtaracağı hangi bataklık şartlarına karşı gönderildiğini sezer ve bütün bunlardan bir mikyas çıkarabilirsiniz.
    bu terkibi hükmün, bundan evvel olduğu gibi, bundan sonra da nokta nokta tahlil unsurlarına geçerken, es'seyyid abdülhakim arvasiyi, 2400 metre yükseklikteki sarp yayladan istanbul üzerine inmiş, hakikatte, ışığı milyarlarca senede gelen yıldızların tepesinde, bir feza ve mana kartalı diye takdim edersem sanmayın ki, bir şey söyleyebilmiş olurum."

    necip fazıl böyle ifade ediyor o ve ben'de...
    yine kitabında necip fazıl, abdülhakim arvasinin kendisini şirazeye sokmak için sıkça başvurduğu ayarlardan bahsediyor. paylamalarına aşıktım diyor.

    "arada bir beni paylar gibi konuşmaları, iltifatlarından daha çok hoşuma gidiyordu. tekdir, yakınlığın, sahabetin delili...
    yine bir andı. günahlarımdan bahsediyor, kendimi hudutsuz günaha batmış görüyor, kimseye eş olmayacak bir günahkarlık çapında bulunuyordum. bu şikayetten de bir teferrüd, gizli bir benlik ve gurur kokusu almış olacaklar ki, şu müthiş cevabı verdiler:
    -daha ne günahkarlar gelip geçti bu yoldan... seninki de ne?...
    çarpılıp kaldım. yani;
    -sen onda da bir şey değilsin; merak etme!..
    demek istiyorlardı.
    nefs hilesine ne harikulade karşılık..."
    yıllar evvel okuduğumda beni çok etkileyen diyaloglardan biriydi. sonra dikkat ettim; kendimizi yerdiğimizde yahut yücelttiğimizde aynı nefsi okşuyorduk. öyle ya da böyle "ben"imizi şişiriyor, besliyorduk. imtina ediyorum artık bu durumdan, en azından çabalıyorum lakin emmarenefsim yine baskın geliyor...
23 entry daha
hesabın var mı? giriş yap