• zamanında yaptığımdır.

    onu yaklaşık bir aydır görüyordum. açıkçası ilk gördüğümde o kadar dikkatimi çekmemişti. sokakta sıkça rastlayabileceğiniz sıradan bir kızdı. esmer, beyaz tenli, uzun boylu, güzel bir kızdı ama dediğim gibi sıradan biriydi. gördüğünüzde dönüp bir daha bakacağınız türden biri değildi.

    ilk görüşümden sonra her gün görmeye başladım. ben servis beklerken o da bekliyordu. belki birini, belki servisini ya da belediye otobüsünü... ayrıntısını bilmiyorum. bulunduğum yere yeni taşınmış olabileceğini düşündüm veya yeni bir işe girmiş olabileceğini. hep aynı saatte gördüğüm için ya okula ya da işe gidiyordur diye tahmin yürüttüm. bu süreçte ister istemez onu gözlemleme fırsatım oldu. o benim farkımda değildi, farkındaysa bile ben hissetmedim. bense günden güne kendimi ona hayran hayran bakarken buluyordum. bir arkadaşıyla konuşurken, tek başına öylece beklerken, telefonunu kurcalarken, herhangi bir şey yaparken onu izliyordum. güler yüzlü, hanım hanımcık -ki bunu asla sadece uzaktan bakarak anlayamayız- ve sıcak kanlı biri olduğunu düşünüyordum. ve tabi ki tatlı...

    kulağa platonik aşk gibi geliyor ama değildi. hoşlantı gibi de düşünebilirsiniz ama öyle bir şey de değildi. birinden hoşlandıysanız gün boyu aklınızdan çıkmaz. sürekli onu düşünür, tekrar görebilmeyi umar, içten içe daralırsınız. geceleri kolay kolay uyuyamazsınız. fakat bende öyle bir etkisi yoktu. gördüğüm sürece hipnotize olmuş gibi gözlerimi ondan alamıyordum. gün içinde ise hiç aklıma gelmiyordu. geceleri de iki bira içmiş gibi mışıl mışıl uyuyordum. anlayacağınız, benim gözümde tatlı bir kızdı sadece o kadar.

    tatlı. evet tatlıydı. onu gördüğümde aklımda doğrudan bu kelime beliriyordu. bu sıfatı tam anlamıyla taşıdığını düşünüyordum. onun da bunu bilmeye hakkı vardı. hiç tanımadığı birinden bunu duyduğunda yanlış anlayacaktı muhtemelen. önce hoşuna gidecek, egosu okşanacak fakat çok kısa bir süre sonra kendini koruma içgüdüsüyle soğuk hatta belki de ters bir tepki verecekti. sonuçta zihni yıllardır "kadın dediğin kendini ağırdan satar" anlayışıyla yoğrulmuştu. atalarından ona miras kalan bu bilinçaltı yüzünden onu suçlamayacaktım. zaten herhangi bir beklentim de yoktu. sadece bilmesini istiyordum. bilmeliydi de...

    yaklaşık bir aylık gözlem aşamasından sonra bir sabah yanına gitmeye karar verdim. biraz tereddütlerim vardı ama onu görünce son buldu. soğuktan korunmak için montunu sıkıca kapamış, boynuna da bir atkı sarmıştı. kafasında yün şapka vardı ve şapkanın altından çıkan saçları rüzgarda savruluyordu. tatlılığını koruyordu. yanına gittim ve gülümseyerek "günaydın" dedim.
    "günaydın" dedi gülümseyerek. adeta gözlerinin içi gülüyordu. bu zaten gözlemlediğim bir özelliğiydi, güler yüzlü biriydi. söyleyeceğimi doğrudan söyleyip oradan ayrılacaktım. planım buydu ve uymaya kararlıydım.
    "biliyor musun, çok tatlısın." dedim gülümsememi hiç bozmadan. samimiyetime inanmasını istiyordum. lafımı bitirdikten sonra gülümsemesi bir anlığına şaşkınlıkla soldu, sonra yüzünde hafif bir tebessüm belirdi ve hemen ardından soğuk bir ifadeye büründü. beklediğime yakın tepkiler vermişti. soğuk ifadesini koruyarak başını hafifçe havaya kaldırdı "teşekkür ederim." dedi.

    iltifat olarak almıştı ama ben yalnızca bir iltifat olmadığını, gerçekten böyle düşündüğümü bilmesini istiyordum.
    "beni yanlış anlama, amacım sana yaranmak falan değil. gerçekten tatlı biri olduğunu düşündüğüm için söylemek istedim sadece." dedim. "hatta daha fazla rahatsızlık vermeden de gidiyorum." diye de ekledim. cümlemi bitirdiğimde yüzündeki soğuk ifade biraz kırılmış, yerini şaşkınlığa bırakmıştı. herhangi bir yanıt vermesini beklemeden servis beklediğim durağa doğru ilerledim.

    uzun bir süre konuşmadık. sadece günaydınlaşıyorduk o kadar. o günden sonra arada bir bana baktığını fark etmiştim ve beni yanlış anlamasın diye ona bakmamak için kendimi zorluyordum. biri tarafından gözetlendiğini sanmak rahatsız edici olsa gerek. sanırım konuşmamızdan on gün kadar sonraydı, yanıma geldi ve doğrudan konuya girdi.
    "geçen söylediklerin çok tuhaftı."
    "neden tuhaf olsun ki?"
    "kimse bana tatlısın dememişti. yani arkadaşlarımdan diyenler oldu tabi ama böyle tanımadığım biri gelip pat diye söylememişti."
    "ben ilk oldum o halde." diyerek konuyu geçiştirmeye çalıştım.
    "benim sevgilim var." dedi pür dikkat bana bakarak.
    "ne güzel!" dedim. söylerken de içten gülümsememi takındım. çünkü ona tatlı olduğunu söylememin altında kur yapma amacı olmadığını anlamasını istiyordum. sevgilisi olduğunu söylediğine göre belli ki beni yanlış anlamıştı. bir sessizlik oldu. o anda köşeyi dönen servisimi gördüm. sessizliği bozup konuyu kapatmak için "servisim de geldi." dedim ve yanından ayrılarak servis otobüsünün yanaşacağı yere yöneldim. otobüse binmeden önce dönüp ona baktım. arkamdan bomboş bir ifadeyle bakıyordu. sanırım kafası karışmıştı.

    ardımdan bakışındaki boşluğu gördüğümde ilerleyen günlerde olacakları tahmin etmeliydim aslında. onun gözünde gizemli bir adam, çözülmeyi bekleyen bir sır olmuştum. halbuki her şeyi açık açık söylemiştim. altında hiçbir anlam aramaması gerektiğini belirtmiştim. neden anlamıyordu? neden anlamak istemiyordu? kadınları hiçbir zaman anlayamayacağımı zaten biliyordum. böylece bu bilgimi kanıtlamış, teoriden bilimsel kanuna dönüştürmüş oldum.

    ertesi gün yine yanıma geldi. her zamanki enerjikliği ve tatlılığıyla havadan sudan konuşuyordu, araya benimle ilgili sorular sıkıştırıyordu. gidişat pek hayırlı gözükmediğinden konuyu değiştirmeye çalıştım.
    "her zamanki yerinde beklemiyorsun? otobüsünü kaçırma sonra."
    "çok düşüncelisin ama merak etme, seninki daha önce geliyor zaten. ayrıca otobüs değil ben de servis bekliyorum."
    başımdan savmaya çalışırken düşünceli oluvermiştim. işler iyice sarpa sarıyor derken peşinden daha beteri geldi.
    "servise yetişmemi bu kadar önemsiyorsan belki yardımcı olmak istersin. numaramı kaydet. olur da sabah beni göremezsen arayıp haber verirsin."
    "sabahları uyandırayım istersen." dedim şakayla karışık. bir yandan numarasını kaydedip çaldırdım.
    "iyi olur." dedi, gözleri ışıldıyordu. flört döneminde sabah beni uyandırır mısın eşiğine ne ara gelmiştik?
    "sevgilin uyandırmıyor mu seni?"
    "hayır, aslında sana yalan söyledim. sevgilim yok." dedi. savunma mekanizması olarak sevgilisi olduğunu söylemiş olmalı diye düşündüm. o ara servisim geldi. "görüşürüz" dedim ve yanından ayrıldım.

    durum tam anlamıyla kontrolden çıkmıştı. sevgilim var yalanını söylüyor ama daha sonra bunun yalan olduğunu da bilmemi istiyordu. belki gerçekten de bir sevgilisi vardı ama benim günler önceki tavrım aklını karıştırmış, sevgilisiyle arasını açmıştı. bu tabi ki de istemediğim bir sonuçtu. çiftleri ayıran bir pislik olmak istemiyordum. çok iyi benimsediğim kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma felsefesine karşı gelemezdim. son söylediğinin doğru olmasını umuyordum.

    numara alışverişinden sonra whatsapp yazışmaları, gece telefon konuşmalarımız başladı. ben ne kadar kaçınmaya çalışsam da kız içime işliyordu. bir anda tüm iletişimi kesmeyi düşündüm ama çok kaba ve kırıcı olacaktı. kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma felsefesi beni dürtükledi ve böyle bir şey yapmadım. muhabbetimiz daha da ilerledi. akşamları dışarıda bir şeyler yiyor, içiyorduk. sabahları daha erken çıkıp kahvaltı yapıyorduk. bir bahaneyle sürekli bir araya gelmeye çalışıyorduk. hani neredeyse bakkala bile birlikte gider olmuştuk. o kadar güzel bir enerjisi vardı ki... o kadar güzeldi ki... ve tatlı...

    ondan iyiden iyiye etkilenmeye başlamıştım. derinlerde bastırdığım duygular ortaya çıkmıştı. hani demiştim ya onu görmediğim zaman aklıma bile gelmiyor diye, artık aklımdan çıkmaz olmuştu. geceleri uyuyamaz olmuştum. küçücük masum bir cümle beni bu noktaya kadar getirmişti. karşılığını alacağımı beklemediğim bir cümle, çok tatlısın...

    bir gün artık daha fazla dayanamayacağımı fark ettim. içimi dökmeliydim. kızı yürüyüşe çağırdım. bir süre yürüyerek lafladık. sonra bir banka oturduk. keyiflerimiz gayet yerindeydi. açılmanın tamam zamanı olduğuna karar verdim.
    "sana bir şey söylemem gerekiyor."
    "dinliyorum."
    "kendimi dizginlemeye, duygularımı bastırmaya çalıştım ama yaşadıklarımızdan sonra bunun mümkün olmadığının farkına vardım. neden kendimi tuttuğumu da bilmiyorum ama artık söyleyeceğim. ben... seni seviyorum."
    gözlerini kaçırdı, bir süre sessizce durdu.
    "hmm, anladım."
    yine kısa bir sessizlik...
    "hava kararmak üzere, gitsem iyi olacak. hoşça kal."

    bir anda çekip gitmişti. hem de seni seviyorum'a verilebilecek en acı cevaplardan birini vererek gitmişti. o an bilmiyordum ama geri dönmemek üzere gitmişti. bir daha hiç görüşmedik. telefonlarıma yanıt vermedi. mesajlarıma cevap yazmadı. anlaşılan mavi tiki bana layık görüyordu, çünkü ne engelliyor ne de cevap yazıyordu. sosyal medyadan da çıkarmadı. tamamen bir hayaletmişim gibi davranıyordu. tüm bu tatsızlıklara rağmen gururumu hiçe sayıp defalarca yazdım, belki tek cümle bile olsa bir şey söyler diye. söylemedi...

    birkaç ay sonra, evinin önünde başka biriyle gördüm. sevgilisi olduğu anlaşılıyordu. üstelik hiç sevmediğini söylediği özellikleri taşıyan biriyle beraberdi. bu kız ki, sigara dumanından rahatsız olduğu için mekâna oturmak istemez, zırt pırt bana sakalımı kesmemi söylerdi. şimdi yanındaki adam ise fırça gibi sakallı ve elinde sigarasıyla duruyor, sigarasından bir fırt çekip onu öpüyordu. hiç rahatsız olmuş bir hâli yoktu. bense bir bankta oturup onları izliyor ve her öpücükte bir parçamı kaybediyordum. onlar farkında değildi tabi. anlaşılan gerçekten bir sevgilisi varmış ve geçici bir ayrılık yaşamışlar. o boşluğu dolduran meriç de ben olmuşum. komiktir ki kendi prensibimle vurulmuştum, bana yapılmasını istemediğim şeyi başkasına yapmıyordum ama yine de bundan kurtulamamıştım.

    kız eve girene kadar bekledim, sonra ben de biralarımı alıp evime gittim. dayanamayıp yine mesaj attım. onu gördüğümü bilmesini istedim. meriçlikte zirve yapıyordum. egosunu okşamaya devam ediyordum ama sanırım meriçlik böyle bir şey. adeta bir bataklık gibi... zaten battığınızı düşünerek bir hamle daha yapmamda sakınca yok diye düşünüyorsunuz. oysa her hamle daha hızlı batmanıza neden oluyor. o anki psikoloji ile bu çok umrunuzda olmuyor ama kızın egosunu logaritmik olarak uçuruyorsunuz. o yüzden tavsiyem: yapmayın.

    "işte bu, annenizle tanışma hikâyem" diye anlatmış olmayı isterdim ama alternatif bir son oldu:

    işte bu, sigaraya nasıl başladığımın hikâyesi...
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap