3 entry daha
  • isminin hikayesini kendisinden dinleyelim, okuyalım bir garip olurdu ama teknik olarak dinlemiyoruz bilemedim. idare edin.

    "22 haziran 1947 cuma günü saat 15.10'da dünyaya gelmişim.
    zeynep kamil hastanesi'nin doğum hemşiresi, kucağındaki kundağın içinde bulunan ben'i kapıda bekleyenlere uzatarak, "müjde, bir kızınız oldu" der. kimsenin ağzını bıçak açmaz. çünkü ailenin kadınları erkek çocuk beklemektedir. hatta ismi bile vardır çocuğun: rızkullah. bu isim iki nedenle seçilmiştir. birinci neden, doğacağı beklenen erkek çocuğun, bir düğünde karşılaşılan rızkullah bey'e benzemesi içindir. uzun boylu, yakışıklı, kültürlü, bilgili, kibar, zarif, nazik bu istanbul beyfendisi, köşkün kadınlarını derinden etkilemiştir. ikinci neden ise kelimenin kökünün rızk sözcüğünden gelmesindendir. çünkü rızkullah bey, bütün bu olumlu özelliklerinin yanı sıra çok da zengindir. aile yaşadıkları maddi sıkıntıların, hayata gözlerini açan ilk erkek torunun adıyla düzeleceğine inanmaktadır.allahın rızkı olarak beklenenin kara kuru, sıska, çirkin, bir de kız çocuğu olması herkesi şaşkına çevirmiştir. hemşire, uzunca bir süre kucağında kundakla kalır. babateyzem, ailenin en atik kadını olarak kundağı alır. eve dönerler.
    annem için hazırlanan loğusa odasındaki süslü yatağa yatırıldığım zaman bile herkes hemşirenin bşr hata yaptığını ümit eder. bu kadar çok kadını olan bu köşkün bir erkeğe ihtiyacı vardır. aileye yeni katılan kız çocuğuna alışmaları biraz zaman alacaktır. "kız mı ağlıyor?", "seninli nerede?", "çocuğun karnı mı aç?", "o uyuyor mu?", "içerdeki ne alemde?" benzeri cümlelerle iki ay kadar isimsiz yaşamıştım. aynı kökten olduğu için, gelecek rızk da aynı olsun diye adımın rızkullah'ı çağrıştıran rızkiye olmasını düşünmüşler. ama fıskiyeyi çağrıştırdığı için bu ismi vermekten caymışlar.

    güneşin istanbul'u sessizce terk etmeye hazırlandığı ılık bir akşamüstü, köşkün üst katındaki balkona çıktım. gurubun rengi bahçedeki çiçeklerin, yaprakların, ağaçların üzerindeydi. o şahane kızıllıktan, havuzdaki kırmızı süs balıkları neredeyse görünmez olmuşlardı. gözlerim dolu doluydu. ağlayabilsem, gözyaşlarımdan bir çok güneş akacacaktı. güneş gitti. ben, kucağımda beyaz kediyle yıldızların çıkmasını bekledim. sen hala ağlıyordun. "isminin olmadığını biliyor biçare, huysuzluğu ondan" diye düşünüyordum. ellerimi çaresizce açarak "rabbim, eserimin eserine isim bulmak için bana bir seda ver" dedim. seda'nın sesi hoşuma gitti. odana geldim, seni kucağıma aldım, bağrıma bastım. "senin adın seda" dedim. sustun.

    (bkz: sana mektuplar)
    (bkz: okuyun okutun)
hesabın var mı? giriş yap