7 entry daha
  • cetvelle çizilmemiş bir dökdörtgen kutucuğun ortasına oturtulan çaprazdır zarf. yazmak için masaya oturur insan. ama kafasında ne bir konu ne de belirgin bir şekil vardır. "düşler kurmayalı , iç sesimi sokaklarıma salmayalı , zırvalamayalı ne çok zaman oldu..." diye düşünürsün önce. yitirdiğin onca zamanı uzun zamandır sorgulamıyor, uzun zamandır saymıyor olduğunu fark edersin sonra. böyle kaç gün ya da kaç ay geçmiştir, bilmemektesindir. derken tüm müsvettelerini oluşturduğun, bakkalın rafından rastgele çıkartıp sana verdiği kareli defterinde belirlenmiş sınırlar üzerinden kalemle giderek kare bir kutucuk çizersin mesela. sonra çizdiğin kutucuğu bir çaprazla bölümleyip içi boş bir kare zarf yapar ve kendine doğru atarsın. bir süre boş boş bakarsın gelen zarfa. sonra kalemi yeniden oynatmaya başlar ve çizdiğin kare kutucuğun enini küçülterek bu kez dikdörtgen yaparsın bir tane. sonra yan yana ve sayısı bol dikdörtgenler çizer ve ortalarına çaprazlar koyarak dikdörtgen zarflar yaparsın defterinin üzerinde. defterinde çizili içleri bomboş yüzlerce zarfı bir sonraki dakikaya, bir sonraki dakikayı bir sonraki saate atarsın; zarfları odaya yayarsın bir güzel.
    gidişler ve gelişlerle dolu yüzün, sana boş ve üzerine tek satır yazılmamış mektup zarfları yollamaya başlar. içinde sarıp sarmaladığın, saymadığın zamanlar dolusu üzerini örttüğün, varlığını bilip bir yerlere iteklediğin bir şeylerin hüznünü duymaya başlarsın sonra yavaş yavaş. kafanda bir düzine boyunda -ve ne dev, ne cüce yapabildiğin- devcikler dolaşır bir yandan. ertesi gün yapman gerekenler ve bir sonraki gün yapman gerekenler ve bir sonraki gündekiler ve gelecek kaygıları ve günlük sorumlulukların. kutsamış olduğun bu "işlevli" ve işlevli olduğu için "anlamlı", "gerekli" kaygılarınla, itip kaktığın düşlerin, sayıklamaların, zırvalamaların, şımarmaların birbirlerine doğru yelken açarlar hızla. "ye, iç, çalış, kazan, yat, kalk, seviş, üret, ileri git, geri git, tüp ısmarla, para depola"larla dolu "yuvarlanıp gidiyoruz işte" diye özetleyiverdiğin hayatın, iteklediklerinin hüznüyle cengaverce kapışmaya başlar karasularında. kendinle başbaşa kalıverip de deftere karaladığın minicik, içi mektupsuz zarfların sana getiriverdiği bu gizli ve hüzünlü yüz, kendi denizinde sana açamadığın ufacık bir alanı yakalayıverir ve hızla yayılır. çevresindeki tüm günlük kaygı ve "yuvarlanıp gitmeye yarar" replikleri elinin tersiyle savurup, sana ve önünde bomboş duran kağıda senden yakınmaya başlar. "bu aralar hiç bir düşüm yok, saçmalaya-mıyor , zırvalaya-mıyor, şımara-mıyor ve şımarta-mıyorum... -mıyor, -mıyor,-mıyorum !" der. işte bu, boş zarfı dolduracak bir itiraftır ve sen onu yokuş aşağı sallayıverirsin. ipini koparıncaya kadar sürecek nasıl olsa yolculuğu. sonra "-mıyor" olduklarına dair ipin kopacağı yere endeksli yolculuğunu eline alırsın. kareli defter üzerinde çizili kare ve dikdörtgen kutucukları birer harf, harfleri birer sözcük, sözcükleri birer cümle yapıp; boş gelen zarfları, yazılmış mektubunla donatır ve sana geri postalarsın. masanın başına oturduğun vakit konusu belirsiz, şekli olmayan oturuş nedenini, çizdiğin bir boş zarfı ödül alarak kendime doğru sararsın. tüm "-mıyor" olduklarını kendi kendine sıralayıp , onları çizdiğin boş zarfın "artık yazılmış" mektubu kılarsın. her mektup bir keşif olur.
    derken birileri aklına gelir. hani şu her hikayeden bir sonuç çıkartmak isteyenler... bir "kıssadan hisse" hikayesi dinlemek isteyenlere , "hisse" olabilecek bir kıssa yoktur bu satırlarda. zira sen , "hisseden kıssa"lar yaratmak niyetinde değilsindir aslında. özet serüvenlerimizle dolu ayrıntılandırılmaya aç hayatlarımızda bir kalem ve kağıt yoktur genellikle, öyle değil mi? sınırları "üretenlerce" belirlenmiş bir kareli kağıdımız olsa mesela ve biz kareli kağıt üreticilerinin belirlemiş olduğu hazır ve belli belirsiz karelerin sınırlarını kalemimizle çerçevelesek önce... sonra bir çapraz çizsek ortasına kendimiz, iki kesişme çizgisini koyuversek ortasına kare çerçevemizin. bir zarf çizmiş olsak ve kalemi alıp yazmaktan korkan parmaklarımızla oluşturduğumuz bomboş zarfın kenarında köşesinde dolansa kalemimiz. sonra sayıklasak sadece beş dakika olsun, zırvalasak, kendi kapılarımızı kendimize açıp, içinde ne var ne yok ortaya çıkartsak! bağırsak çağırsak ya da saçmalasak mesela. bir düşümüz yoksa, yokluğunun varlığını keşfetsek ve düşlensek. düşlemeyi düşlesek. düşlerimizi çayırlarımızaa salıversek. yokuş aşağı bırakıversek kalemimizi, kendi kendimize bir tane olsun mektup yazıversek. istemimiz dışında ve motomod ve günlük telaşlarla parsellenmiş tüm zamanlarımızın, kendimize açacağımız bir zarflık yerle nelerden ve ne güzel hınc alabileceğini bir keşfetsek biz... bir deftere zarfı çizip, zarfa mektubu, mektuba kendimizi koyuversek! zarfın da mektubun da gideceği adres çok önceden var zaten!
34 entry daha
hesabın var mı? giriş yap