8 entry daha
  • öncelikle şunu belirtmek isterim: keşke bu fenomen, hakkındaki araştırmalara öncülük etmiş, bu kavramı bilim dünyasına kazandırmış dalgın bir psikoloji veya sosyoloji profesörünün ya da ne bileyim neşeli bir anekdota konu ölmüş eski bir amerikan başkanının ismiyle anılsaydı da (bkz: coolidge etkisi), ben de eloğlunun "above average effect" adını verdiği bu kavramı ortalamanın üstü etkisi şeklinde tercüme ederek güzel türkçemizi katletmek zorunda kalmasaydım akşam akşam. ama keşkeyle keşkülle olmuyor bu işler, o yüzden ben uzatmadan tanımıma geçmek istiyorum.

    aslında tanımımı yapmadan önce entrye kısa bir ara verip sizden kendinizi bir sözlük yazarı olarak değerlendirmenizi rica edeceğim: (sözlük okuru olanlar “bir sözlük yazarı olarak” yerine “eğer sözlük yazarı olsaydım....” varsayımından hareketle katılabilirler bu düşünce deneyine.)

    "nereden çıktı ki şimdi?" demeyin, sokrates’in meşhur “sorgulanmayan bir hayat yaşanmaya değer değildir” vecizesini hatırlayarak kendi sözlük hayatınız üzerinde bir nefes düşünün lütfen. istediğim, entrylerinizin sözlüğün konsept limitlerine uygunlukları, hatalı entry olmaktan ne derece uzak oldukları, yazdıklarınızın niteliği*, verdiğiniz bilgilerin ilginçliği, esprilerinizin komikliği, açtığınız başlıkların başlik açılırken dikkat edilecek hususlara ne derece uygun olduğu, imla ve gramer kurallarına ne derece riayet ettiğiniz, hayvan ara fasiletisini kullanmaktaki ustalığınız, çöp kutunuzu* boşaltmak konusundaki hassasiyetiniz, mesaj cevaplamadaki hızınız ve kibarlığınız, ve aklınıza gelebilecek diğer her türlü öznel “kaliteli ve başarılı sözlük yazarlığı” kriterine göre kendinizi değerlendirmeniz, ve karma puanınızdan bağımsız olarak sözlükteki diğer yazarlarla mukayese etmenizdir. değerlendirmenin beş üzerinden olduğunu farzedelim, kullandığınız ölçek de şu şekilde olsun:

    1 - ortalamanın çok altında bir sözlük yazarıyım.
    2 - ortalamanın altında bir sözlük yazarıyım.
    3 - orta kalite bir sözlük yazarıyım.
    4 - ortalamanın üstünde bir sözlük yazarıyım.
    5 - ortalamanın çok üstünde bir sözlük yazarıyım.

    siz iyice düşünün, taşının, ve kendinize beş üstünden bir not verin, ben bekliyorum.....süre tamam, bırakın kalemleri! (evet, ben “esprilerin komikliği” kriterine göre kendime 1 verdim mesela.)

    her sözlük yazarının bireysel olarak sözlük kariyerlerini nasıl değerlendirdiklerini bilemiyorum tabii, fakat ortalamanın üstü etkisi denilen olgu üzerine yapılmış deneylerin ve araştırnaların sonuçlarına dayanarak şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim: büyük çoğunluğunuz kendinize 4 verdiniz, yani inancım odur ki, tüm cevapları görebilseydik mod 4 olacaktı, ve ayrıca medyan da 4 olacaktı. cevapların aritmetik ortalamasını* (bkz: mean) ise 4 ila 4.5 arasında bir yerlerde çıkması kuvvetle muhtemeldir. eğer bu bir düşünce deneyinden ziyade gerçek bir bilimsel araştırma olsaydı, gözlemleyeceğimiz sonuçlar arasında başlığımız açısından en can alıcı olanı ise şu olurdu (isveçli bilimadamı şivesi ile okuyunuz):

    “sözlüğümüzdeki* sevgili yazarların yaklaşık dörtte üçü kendilerini 3 veya 3’ün üstünde bir nota layık gördüler, yanı sözlükteki izdüşümlerine eleştirel bir gözle baktıklarında ortalamanın üstünde bir sözlükçü olduklarına kanaat getirdiler.”

    takdir edersiniz ki ortalamanın* tanım itibarıyla 3 kabul edildiği bir skalada deneklerin %80 gibi büyük bir çoğunluğunun “ortalamanın üstünde” olması istatiksel olarak – imkansız değilse bile - neredeyse imkansızdır. (“neden “imkansız” değil de “neredeyse imkansız” dedin ki? kıllandım şimdi ben...” diye düşünüyorsanız mesaj fasilitesiyle sorun, elimden geldiğince açıklayayım.) peki, sözlük yazarları salak mıdırlar? haşa. kendini bilmez ibişlerden mi ibaret ekşi sözlük? sümme haşa. kendine 1-2 verenler hariç hepimiz dürüst özeleştiri yapmaktan aciz megalomanlar mıyız? çifte sümme haşa. nedir o zaman?

    ortalamanın üstü etkisidir! (bu kadar laf ebeliğinden sonra biraz zayıf kaldı bu geciş, farkındayım.)

    öyleyse şu tanımı yapalım artık, vaktidir: ortalamanın üstü etkisi, insanoğlunun fiziksel çekicilik, sağduyu, espri yeteneği, sosyal ortamlarda canayakınlık, insan sarraflığı, hatta araba kullanma becerisi gibi, kitleler tarafından yüksek olması tercih edilen, yüksek oldukları derecede bireysel haz ve toplumsal itibar getiren – ve de öznel* değerlendirmelere elverişli - nitelikler sözkonusu olduğunda, kendisini her zaman ortalamanın üzerinde görmeye meyilli olmasına sosyal psikoloji terminolojisinde verilen isimdir.

    sizin de tahmin ettiğiniz üzere, mevzuubahis olgunun temeli insanoğlunun kendini olduğundan daha iyi sanma, sahip olduğu yetenekleri ve kişilik özelliklerini yüceltme eğilimine - hadi daha merhametli olalım – ihtiyacına dayanıyor. çeşitli toplumlarda yapılan araştırmalar göstermiştir ki, bu yatkınlık hepimizin içinde az ya da çok mevcuttur*, bu zaaf evrenseldir. ne hazindir ki, iş kendimizi akranlarımızla mukayese etmeye, eğrimizi doğrumuzu tartmaya, ve nihayetinde kendimiz hakkında bir hükme varmaya gelince, gerçekçiliğimizden ödün veriyoruz, konuya tarafsız bakabilme yetimizi kaybediyoruz ve kendimizi “ben en azından ortalamanın üstünde bir insanım” fikrine kaptırıveriyoruz. bu da yarı saflıktan, yarı kendini irdelemenin doğal miyopluğundan, yarı da wishful thinking yatkınlığımızdan olsa gerek (matematiğim pek iyi değil, maalesef.)

    ama bu kadar merhamet, bu kadar empati de biraz fazla sanki bencil insanoğlu için. ortalamanın üstü etkisi tek başına tezahür eden, insan davranışlarında eşi benzeri görülmeyen bir benmerkezcilik örneği değil ki. ortalamanın üstü etkisi dediğimiz fenomen “self-serving bias” (“benmerkez önyargısı” veya “kendi lehine önyargı”) adı verilen – ve insanın her ortamda ve her durumda kendisini olduğundan daha iyi algılamaya yatkın olacağını öngören - zaaflar kümesinin birçok elemanından sadece birisidir sonuçta. mesela bu “self-serving bias”’a bir örnek de, insanların başarılarını kendi içsel özelliklerine atfetmeleri (çaba, kabiliyet gibi), başarısızlıklarını ise dışsal etkenlere bağlamalarıdır (“hoca bana taktı” veya “hakem yaktı bizi” gibisinden. ilginçtir, futbol tarihinde bir futbolcu da “hakem kurtardı bizi bugün, o olmasa yenilmiştik kesin” diye demeç vermemiştir, bu düşünceyi kafasından geçiren futbolcu olduğunu da pek sanmam. çok açıldık yine entry’nin kıyısından, hadi hayırlısı.) bir başka “self-serving bias” örneği de (bu son, söz) insanların kendi geleceklerindeki olaylarla ilgili tahminlerinde (beklenilen not ortalaması, kişinin evliliğinin boşanmayla sonuçlanması ihtimali gibi) gerçek dünyadan kopukluk derecesinde iyimser olmalarıdir.

    ortalamanın üstü etkisi hakkında birkaç örnek ve trivia vererek sona erdirmek isterim bu fazlasıyla geveze entryi. bilir misiniz ki:

    - amerika birleşik devletleri’ndeki özel sektör yöneticilerinin yüzde doksanı işlerinde meslektaşlarından daha başarılı olduklarına inanıyorlar.

    - avustralya’da çalışan nüfusun sadece %1’i işteki performanlarını “ortalamanın altında” şeklinde değerlendiriyor, %99’u “orta” veya “ortanın üstünde” bir performans sergilediklerine inanıyorlar.

    - yine abd’de lise son sınıfı öğrencilerine yapılan bir ankette, 829,000 denekten tamı tamına %0’i (yazıyla sıfır) "başkalarıyla iyi geçinme yeteneği" görüngesinde “ortalamanın altında” olduklarını ifade etmişler.

    - bu tür sosyal psikoloji deneylerine katılanlar, kendileri hakkında söylediklerinin, öz değerlendirmelerinin, gerçeklik derecesinin objektif olarak ölçülebileceğini farkettikleri ölçüde, ortalamanın üstü etkisi’nin yörüngesinden çıkıyorlar, etkisinden kurtuluyorlar. yani, kendileri hakkındaki yargılarının söylemlerinden bağımsız olarak denetlenebileceğini ve doğrulanabileceğini (veya yalanlanabileceğini) değerlendirmelerine başlamadan önce öğrenen ya da sezen insanlar, bir anda kişisel değerlendirmelerinde çok daha gerçekçi oluyorlar! bu da tesadüfi değil elbet. (ama tabii, madalyonun öbür yüzünde de “sahte mütevazilik” fenomeni mevcut; çok bilimsel bir yaklaşım olmasa da “bu iki değişken birbirini götürür” diyebilir miyiz? hayır, diyemeyiz.)

    - tabii, bu deneyleri, araştırmaları yapan sosyal psikologlar da ortalamanın üstü etkisi’nden nasiplerini alıyorlar. sosyal psikologların çoğunluğu kendilerinin meslektaşlarından daha ahlaki, mesleklerinin etik kurallarına daha bağlı olduklarını söylüyorlar.

    ve son olarak, oldukça ironik - fakat hiç de şaşırtıcı olmayan - bir bilgiyle bitirelim entryimizi: insanların büyük çoğunluğu (yine %80 civarı) ortalamanın üstü etkisi’nin getirdiği yanılsamayı yenmek, kendilerini nesnel* ve gerçekçi bir biçimde değerlendirebilmek konusunda da ortalamanın üstünde bir yeteneğe sahip oldukları inancındalar.

    kendimizi kandırmak konusundaki tutarlılığımız pek sempatik geliyor bana.

    edit: bu entry zamanında başlığın ilk entrysiydi, sonra çekip gitti, sonra aklı başına geldi, sözlüğe döndü. entry akışında yersiz kaçmasının sebebi budur nitekim.
27 entry daha
hesabın var mı? giriş yap