90 entry daha
  • hakkında birazcık şurada karaladım, video koyabildiğim için. buraya da koyayım.

    ***

    alman mitolojisinde üç çağ: nibelungen destanı üzerinden karşılaştırmalı mitoloji

    üstteki şarkıya adını veren cú chulainn(culann’ın tazısı) kelt mitolojisi’nde yer alan bir kahramandır. öte yandan bu yazıda cú chulainn’in kim olduğundan ziyade diğer mit karakterleriyle benzerliğini ele alacağım.

    mitolojilerin benzerliğini ele almadan önce mitolojinin önemini belirtmekte elbetteki fayda vardır.

    giambattista vico’nun 1725'te yayımlanan yeni bilim(scienza nuova) isimli eserinde tarihin döngülerini ve ulusları ele almıştır. vico’ya göre bir etnisitenin ulus olması için aşağıdaki çağları yaşamış olması elzemdir.

    tanrılar çağı
    kahramanlar çağı
    insanlar çağı

    vico kim diyecek olursanız -ki bence demeyin- hegel’i etkilemiş, marx’ı das kapital’inde tartıştırmış, alman romantikleri olan goethe, herder ve hermann’a kendisini okutmuş, joyce’un başka bir yerde bulamadığı hayal dünyasını bulmasını sağlamış, gasset’ye göre karmakarışık dolayısıyla tam bir akdenizli olan italyan düşünürdür derim.

    konuya dönecek olursak grimm kardeşler’in masalları derlemesiyle başlayan süreç -yani aslında günümüzde çocuk kitapları olan bremen mızıkacıları,pamuk prenses, külkedisi, rapunzel, kurbağa prens vs- ile başlayan süreç masalların derlenirken onların hangi sınıfa göre derleneceğine dikkat edilmesine yol açmıştır. örneği nibelunglar destanı üzerinden vereyim.

    “siegfried ren bölgesi’nden gelen bir prenstir. gram ya da balmung adı verilen bir kılıcı vardır, bu kılıç ile ejdarha fafnir’i öldürmüştür. kimi versiyonlara göre siegfried fafnir’den akan kanların vücuduna değdiği yerlerin ejderhanın boynuzu gibi sertleştiğini fark etmiş ve vücuduna silah işlememesi için kanların arasına girmiştir. sırtındaki bir yer ağaç yaprağı ile kapatılmış olduğu için siegfried sadece o noktadan öldürülebilirdi. fafnir’i öldürdükten sonra siegfried başka bir ejderhayı öldürmek üzere nibelungen ülkesine doğru yola çıkar. nibelungen ülkesinde isimleri schilbung ve niblung olan iki kral vardır, bir de paylaşamadıkları hazine. siegfried ejderhayı öldürdükten sonra krallar ondan hazineyi paylaştırmasını isterler. hazine paylaştırıldıktan sonra memnuniyetsiz olan krallar siegfried’in hile yaptığını ileri sürerler. siegfried iki kralı da öldürür. daha sonra görünmezlik pelerinini(tarnkappe) giymiş ve bu sayede görünmez hâle gelmiş olan alberich’i yener ve nibelungen hazinesini ele geçirir. hazinede gözü olmayan siegfried kendisi için sadece bir yüzük alır, alberich onu yüzüğün onun felaketi olacağını söylemesine rağmen. daha sonra alberich tehlikelerden korunması için siegfried’e görünmezlik pelerinini verir.

    yolculuğuna devam eden siegfried alevler içerisinde bir şato görür, atı alevlerin arasından atlar ve uyumakta olan bir kız ile karşılır. onu dudaklarından öperek uyandırır, kız o uyandırana kadar uyumakta olduğunu söyler. brunehilde hikayesini anlatır. dediğine göre wotan’ın valkürelerinden(valkyrie) biridir ve ona karşı geldiği için wotan onu değneği ile uyutmuştur. siegfried brunhilde ile vedalaşır ve yüzüğünü ona bırakır, yeniden yolculuğa çıkar.”

    evet, elimizde biraz fazla karakter var; bir sonraki aşamaya geçmeden önce fon müziği vereyim.

    burada, bana göre, öncelikle sorulması gereken doğru soru şudur: “reyiz, fafnir kim?”(hemen üstteki parçadan anlaşılmalı, bence)

    fafnir iskandinav mitolojisi’nde bir ejderhadır ejderha olmasına, lakin nibelunglar destanı bize başka bir şeyi daha gösteriyor, konuyu açayım. fafnir’in hikayesini kısaca özet geçecek olursam kendisi cüce kral olan hreidmar’ın üç çocuğundan biridir ve bunlar içerisinde en cesur, en acımasız olanıdır. hreidmar’ın bir evi vardır, burada altın ve elmas üretir. derken bir gün gezintiye çıkmış olan tanrılar loki, odin ve honir bir göl kıyısında su samuru görürler. su samuru aslında doymazcasına balık yiyen açgözlü otr’dır ve loki tarafından kazara öldürülür. bunun üzerine de otr’ın babası hreidmar kan parası ister, bu para otr’un naaşının içinin komple altın sarısı olacak şekilde altın, dışının ise kırmızı olacak şekilde zümrüttür. bu denli büyük bir hazine ise ancak andvari isimli bir başka cücede vardır. loki onu ele geçirir ve zorla andvaranaut isimli yüzüğü alır, bir de bol miktarda altın. andvari yüzüğü lanetler. önce hreidmar öldürülür çocukları olan regin ve fafnir tarafından. yüzüğü kendisine isteyen fafnir ejderhaya dönüşür. regin yüzüğü alamaz, zamanla sigurd/siegfried ile tanışır. siegfried ise üstteki alıntıda anlatıldığı gibi fafnir’i öldürür. fafnir’i öldürdükten sonra regin tarafından zehirlenmek ister, regin’i de öldürür. fafnir’i öldüren siegfried onun kanında yıkanır, vücudu sertleşir ve darbe almaz. bu esnada bir yaprak sırtını kapatır, sadece oradan öldürülebilir. nibelungen’in devamı şu şekilde:

    “burgund ülkesine varan siegfried ve krimehilde ilk on gün boyunca şölenleri izlerler. onbirinci gün şöleni izlerlerken yan yana oturan krimehilde ve brunehilde kocalarını övmeye başlarlar, zamanla tartışırlar. tartışmanın şiddetlendiği bir anda krimehilde dayanamayarak her şeyi yapanın siegfried olduğunu, brunehilde’nin gunther ile evlenmesini sağlayanın da o olduğunu söyler. brunehilde her ne kadar bu sözleri duyduğunda krimehilde’ye inanmasa da krimehilde kanıt olarak yüzüğü gösterir, o anda brunehilde çökmüştür. kimi kaynaklarda gunther’in kardeşi ya da akrabası olarak geçen vasal hagen’a(1) göre intikam almak gereklidir, bir şekilde gunther’i ikna ederler.

    krimehild olan hagen’dan siegfried’i koruması için yardım ister ve ona siegfried’e silahın işleyebileceği yerin giymiş olduğu kıyafette haç ile belirlenmiş olduğunu söyler, hagen’ın dikkat etmesi gereken yer o noktadır. hagen, siegfried ve gunther ormana giderler, ormanda pınara ulaşmak için aralarında yarışırlar; yarışı siegfried kazanır. siegfried su içmek için zırhlarını çıkarır, kılıcını yana bırakır ve pınara gunther’in ardından eğilir. bu esnada hagen mızrağı ile siegfried’in sırtını hedefler ve onu vurur; siegfried ölmüştür. siegfried ölmeden önce gunther ve hagen’a bu işi yapanların onlar olduğunu ve onların ölümüne neden olacağını söyler.

    siegfried’in ölümünün ardından birkaç sene geçmiştir, bu arada etzel’in karısı ölmüştür. etzel krimehilde ile evlenmek ister, krimehilde siegfried’in intikamını almak için hagen’ın itirazlarına rağmen bu teklifi kabul eder.

    krimehilde intikamını almak için ailesini özlediği bahanesiyle etzel’i ikna eder, etzel burgund kralı gunther’i ve diğer soyluları etzelburg’a davet eder, bilhassa hagen’in gelmesini ister. hagen her ne kadar bu işte bir tuzak olduğunu hissetse dahi gunther ve kardeşleri teklifi kabul ettikten sonra korka olarak anılmamak için onlar ile birlikte etzelburg’a gider. krimehilde ise burgundları öldürmesi için etzel’in kardeşi olan blödlin ile anlaşır.

    burgundların etzelburg’a varmalarının ardından düellolar başlar, blödlin bu düellolardan birinde ölür. hagen ise etzel ve krimehilde’nin oğlunu öldürür. bu esnada hildebrand’da savaşa girmiştir, onun yardımı ile burgundlar öldürülmeye başlar. ardından dietrich(2) gunther’i öldürür. hagen ise hapse atılır.”

    şimdi giambattista vico’ya geri dönüyoruz.

    tanrılar çağı: nibelungen destanı’nın kökeninde, olayların en başında tanrılar var.
    kahramanlar çağı: tanrılardan sonra mitin devamı kahraman siegfried üzerinden gerçekleşiyor. öte yandan siegfried’in bir şatoda kalan prensesi kurtarması uyuyan güzel ve rapunzel masallarını ortaya çıkarmıştır.
    insanlar çağı: iki kardeş blödlin ve etzel hunlara vurgu. attila’nın başkentinin adı etzelburg idi, kardeşi de bleda. burgundların kralı olan günther ise muhtemelen ikinci isyanı sonrasında romalılar tarafından güçten düşürülen gundohardır. belki de günümüzde harry potter’da geçen görünmezlik pelerini, yüzüklerin efendisi’nde geçen tek yüzük ya da belki de wagner’in der ring des nibelungen eseridir.

    öte yandan (1) nolu dipnota baktığımızda başka bir sonuca geçiyoruz, o da bazı metinlerde hagen’ın hagen von tronje olarak adlandırılması meselesidir. bu durum bize mitolojik bakışın temel sorusunu getiriyor:

    tek bir mit mi vardı, yoksa mitler birbirlerini etkilediler mi?

    bu sorunun sorulma nedeni ise tek bir mitin olup olmadığını öğrenmekten ziyade insanlığın tek bir ortak atadan mı geldiğini yoksa ulus olmaya evrilen etnisitelerin birbirlerini etkileyip etkilemedikleri sorusunun cevabı içindir. mitoloji bize bu konuda yardım eder, tıpkı psikanaliz gelişmeye başladığında mitolojiden faydalandığı gibi, zira thomas mann’ın dediği gibi

    “mit yaşamın kaynağıdır, ebedi desenlerden oluşur, yaşamı şekillendiren dinsel formdur. insanlık tarihinde olgun bireyi efsanevi ve ilkel şekilde temsil eder.”

    theodor benfey’e göre dünya masalları arasındaki benzerliğin nedeni aynı atadan gelmek değil; tam aksine milletlerin birbirlerini etkilemesidir. örneğin siegfried’in sırtındaki kısım dışında hiçbir yerine silah işlemez. tıpkı tepegöz’ün gözü, achilles’in ve sosruko’nun topuğu gibi. diğer taraftan baktığımızda (1) nolu dipnota, yani von tronje kısmına geri dönüyoruz, zira tronje troja’dan yani truva’dan türemiştir. dolayısıyla eğer tek bir ulus üzerinden gidilirse insanlar çooook ama çoooook eski çağlarda aynı dili konuşuyorlardı iddiasına.

    “karşılaştırmalı mitoloji’nin ortaya çıkma nedenlerin ilki olarak filolojik mitoloji‘yi ele alalım. filolojik mitoloji genel tanım çerçevesinde var olan isimlerin bir anlamı olduğunu öne sürmekle birlikte aslında birbirinden farklı coğrafyada benzer mitlerin olma nedeninin insanlığın eskiden tek bir dili konuştuğunu ve zamanla bu dilin yok olduğunu/değiştiğini öne sürmektedir. başka bir şekilde ifade edilecek olursa bahsi geçen prensip bir bakıma babil kulesi benzeri bir çıkış noktasıyla hareket etmektedir. bu bakış açısı aslında ortodoks(tutucu anlamında) bir bakış açısı olmakla birlikte belli başlı avantajlara sahiptir; zira dilin ahenginden hareketle ortaya bir şeyler koyabilmektedir. öte yandan, zaman zaman işlevsiz kalmaktadır; örneği yason mitinden verebiliriz. yason miti temelde yolculuk miti diyebileceğimiz bir mittir ve vaktinde helence konuşulmayan ya da helenler ile dolaylı olarak dahi temasa geçemeyecek olan bölgelerde de benzerleri ortaya çıkmıştır. konuyla alakalı başka bir örnek verilecek olursa o da yunan mitolojisi’nde yer alan bizim eros olarak bildiğimiz cupid ile psyche arasındaki aşktır. burada ölümsüz erkekle ölümlü kadın arasındaki aşk ilişkisi ele alınmıştır; fakat benzeri hint mitolojisi’nde ölümsüz kadın ölümlü erkek şeklinde urvasi ve pururavas mitinde vardır. dilde bazı sözcükler doğal fenomenlerden oluşmuştur. örneği attila üzerinden verelim, kendisi nibelungenlied söylencesinde geçen bir karakterdir. kimi kaynaklara göre attila’nın adı itil nehri’nden gelir. diğer iki görüşten birisi ise attila’nın adının gepid dilinde baba anlamına gelen atta sözcüğünden geldiği iken bir diğeri bugün orta asya’da hâlâ kullanılan ata sözcüğünden geldiği şeklindedir. ekstra bir örnek olarak eski cermen dilindeki papanın da baba anlamına gelmesi -hatta papanın adı bu yüzden papadır- ve günümüzde pek çok yerde babanın aynı anlama gelmesi verilebilir. bu minval üzerine denilebilir ki doğadan gelen çağrışımlar ile ortaya çıkan sözcüklerden esinlenerek oluşmuş isimlerin mitleri aslında doğa mitleridir.”

    misalen yukarıda bahsedilen yason miti’ni ele alalım. benzer bir şekilde “kahramanın yolculuğu” temalı bir mite andrew lang -yanlış hatırlamıyorsam- güney amerika’da rastlamıştı. bu durumda da şöyle bir soru sormuştu: “amerika’yı helenler mi keşfetti?”

    başka bir örneği ise akademik çevre tarafından başta alay edilmesine rağmen yüzme bilmeyerek okyanusu aşan ve iddiasını kanıtlayan, bu esnada yolculuğunu da kameraya çekerek 24. akademi ödülleri en iyi belgesel dalında ödül kazanan thor heyerdahl’ın kon-tiki’sinden vereyim.

    thor heyerdahl’a göre polinezyalıların kökenleri asyalı değil, bilakis güney amerikalı idi. öte yandan o zamanlarda bilimsel çevreler bunun aksini iddia ediyordu, dolayısıyla heyerdahl’ın tezi de -ki gerçekten bitirme tezidir- geçersiz oluyordu. aslen zoolog olan heyerdahl tezine kanıt olarak güney amerika ve polinezya’da bulunan akraba bitki ve hayvanları gösteriyordu. öte yandan tezinin asıl dayanak noktası akraba canlılar değil, bilakis mitolojiydi. polinezya’da bulunduğu esnada mitolojiyi, öyküleri, tanrıları sembolize eden taş anıtları inceleyen heyerdahl polinezyalıların orijinini asya değil inka medeniyeti öncesi güney amerika olduğunu öne sürüyordu. zira iki mitolojiyi de inceleyen bilim adamı inka güneş tanrısı olan viracocha ile polinezyalıların atası olduğunu düşündüğü güneş tanrısı kon-tiki arasında benzerlikler kurmuştu, adanın yerlilerine göre kon-tiki güneşin geldiği yerden gelmişti.

    iddiasını kanıtlamak isteyen heyerdahl uzun zaman sponsor aramış, bir şekilde bu desteği zamanın peru devlet başkanı’ndan ve bölgede bulunan abd filosundan destek görmüş ve kon-tiki adını verdiği balsadan yapılmış bir salla okyanustaki dalga hatları dorultusunda giderek polinezya’ya varmıştır. yolculuğunu da filme çekmiştir, üstteki video bahsettiğim filmden bir sekans olmakla birlikte keza dediğim gibi ödül de almıştır. ufak bir not düşeyim, filmin remake’i de var, orijinali kadar iyi olmasa da -çünkü orijinali bizatihi yolculuğu gösteriyor- fena değildir; 2012 yapımı. heyerdahl’ın tezini kanıtlaması pek tabii ki bilimsel çevrelerde de hareketliliğe ve düşünce değişimine neden olmuştur. tekne hakkında da ufak bir not düşeyim, balsa cidden ahşap tekneler için muazzam bir materyaldir; günümüzde de ahşap tekne dışında sandviç konstrüksiyon yöntemiyle imal edilen grp(ctp: cam takviyeli kompozit veya daha çok bilinen adıyla fiberglass) teknelerde kullanılmaktadır.

    heyerdahl’a ufak bir parantez daha açacak olursak kendisi papirüsten yapmış olduğu ra ve ra ıı tekneleri ile fas’tan güney amerika’ya gitmeyi denemiştir, ilkinde başaramamış olsa da ikincisinde başarmıştır. ra ile 4000 deniz mili(yaklaşık 6500 km) gitmiş ve karayipler’e birkaç yüz mil kalmışken batmıştır. bölgeden geçen bir yat tarafından mürettebat son anda kurtarılmıştır. öte yandan 1970'te yapımı tamamlanan ra ıı fas’tan yola çıkarak atlantik’i aşmayı başarmıştır.

    heyerdahl bir diğer teknesi olan tigris ile ırak’tan yola çıkarak basra körfezi’nden pakistan’a giderken ve deniz üzerinde beş ay kalmışken gerçekleşen savaşları protesto etmek için mürettebatı tarafından yakılmıştır.

    2000li yıllara gelirken ise heyerdahl azerbaycan’da ve azov’da(tarih kitaplarında geçen kalesiyle meşhur azak) æsir’in yani iskandinav mitolojisi’nin kökenini arıyordu. projesinin adı jakten på odin’dir, yani odin’i aramak. konuyla alakalı olarak heyerdahl “mitolojiden artık daha fazla bahsetmiyoruz, realitemiz coğrafya ve tarihtir” demişti.

    2002 senesinde hayattan ayrılan heyerdahl’ın realitesini dayandırdığı unsurlardan hareketle diyebiliriz ki tek bir mitten ziyade ulusların yaratmış oldukları mitler birbirlerini etkilemiştir.

    cú chulainn’e dönelim.

    hikayesindeki benzerlikler herkül’de de var, hildebrandslied’de de var, rüstem ile sohrab’da da var; hatta çok azıcık da olsa alp er tunga’da da var. bu şartlar altında birazcık sinematik yaklaşmakta da bana göre fayda var.

    yukarıdaki film 2003 senesinde rus yönetmen andrei zvyagintsev tarafından çekilmiştir. filmin detaylı analizini şurada yapmıştım, merak eden bakabilir. filmi ilk izlediğimde -ki zaten bir defa izledim- aklıma direk mitoloji geldi ve yönetmen beni yanıltmadı. google’a “andrei zvyagintsev mythology” yazdığımda çıkan ilk sonuç yönetmenin şu ifadesi idi:

    “the film is a mythological look at human life, if you watch this movie from the standpoint of everyday life, it’s a mistake, because it’s much broader, and the mystery of the film won’t reveal itself to you.”
    (çevirebildiğim kadarıyla: “film insan yaşamına mitolojik bir bakıştır. eğer filmi günlük yaşamın bakış açısı ile izlerseniz bu sizin yaptığınız bir hata olacaktır, çünkü film günlük yaşamın bakış açısına nazaran daha geniş kapsamlıdır. dolayısı ile film içerisindeki gizem kendini sizlere açık etmez.”)

    cú chulainn’in hikayesi son derece uzun olduğundan onu başka bir yazıya bırakmakla birlikte beni ilgilendiren kısmını söyleyeyim, oğlunu öldürmesi.

    efsaneye göre cú chulainn oğlu connla ile karşılaşınca ondan kendini tanıtmasını ister, oğlu tanıtmaz ve kavgaya tutuşurlar. kavgayı cú chulainn kazanır ve tanımadığı oğlunu öldürür. onun kim olduğunu öğrendiğinde hem artık çok geçtir.

    bu hikayenin bir benzeri ise almanların hildebrandslied’inde geçmektedir. hildebrand tanımadığı oğlu hadubrand ile savaşır, onu yener ve öldürür.

    bir diğer benzeri ise şehname’de yer almaktadır, rüstem ile sohrab şeklinde. hikayeyi şurada yazmıştım. rüstem de tanımadığı oğlu sohrab ile günlerce dövüşür, onu yener ve öldürür.

    bu üç hikaye her ne kadar hint-avrupa kökenli olsa da bize gösterdiği belirli bir mitin diğerlerini etkilemesi ya da ortak atadan gelme olabilir. öte yandan ben bu benzerlikleri ve farklılıkları coğrafya ve dolayısıyla tarihle birlikte ele almaktan yanayım. bir de bana göre insanlığın jung’un arketip olarak tabir ettiği bilinçdışı vardır, jung şöyle açıklamış:

    “arketip kavramı (…) sürekli yinelenen bir gözlemden türetilmiştir. örneğin dünya yazının söylenceleri ile peri masalları her yerde ortaya çıkan belli motifler içerir. düşlemlerde, düşlerde, sayıklamalarda, bugün yaşayan bireylerin kuruntularında bu motiflerin aynısı ile karşılaşıyoruz.”

    velhasılıkelam diyebilirim ki mitoloji insanın kendisini tanımasını sağlayan bir araçtır. insan dış dünyayı tanıyabilir, fizikte olduğu gibi kendi yarattığı matematik aracılığıyla onu formülize edebilir; fakat aslolan dışarıyı tanıması ve tanımlaması değil kendini tanımasıdır.

    (1): kimi yerlerde hagen von tronje diye de geçer. uzmanlara göre tronje kelimesi troja’dan yani truva’ dan türemiştir, cermenik mitoloji’nin hellen mitolojisi’nden etkilendiğini gösterir.
    (2): ostrogot kralı, vizigot yöneticisi, italya hükümdarı büyük theoderik olduğu düşünülen 454–526 yılları arası yaşamış got soylusu.
122 entry daha
hesabın var mı? giriş yap