5 entry daha
  • ilginç tespitlere sahip kitap.

    public kelimesi ve tiyatroyla ilişkisiyle konu açılmaya başlamış. taşra ve kozmopolit arasındaki farklara değinirken, balzac referans alınmış:

    /.../ balzac'a göre, taşralı ve kozmopolit arasındaki farklar; bir kozmopolit yalnızca hayalini kurabildiği yaşam tarzlarına ve henüz karşılaşmamış olduğu insanlara inanmaya can atarken, bir taşralı yalnızca her gün görerek tanıdığı kişilerde gözlemlediği şeylere inanır.

    kamusal alan neden önemli peki? kamusal alan çözüldükçe ifade araçları öznelleşir.

    public kelimesi ve tiyatroyla ilişkisinden, bunun kamusal alana olan etkisinden bahsedilmiş. aktör nasıl sahne dışında gerçek karakterini göstermeksizin insanları duygulandırıyorsa, onun kullandığı aynı inanç kodları medya önündeki kişilikler tarafından günümüzde de kullanılıyor.

    gövdenin süslenecek bir nesne olması ise sokak ve sahneyi birbirine bağladı.

    bir kaç yüzyıl kadar önce enformasyon merkezleri olarak hizmet veren yerler kahvehanelerdi. bu yerler, sohbettin doğallıkla geliştiği mekanlardı.

    17. yy sonu 18. yy başında lloyd's of london kahvehaneden sigortacılığa dönen şirket.

    kahvehanelerde, enformasyonun mümkün olduğunca eksiksiz olması için, mevki ayrımları geçici olarak askıya alınıyordu. orada oturan herkesin, tanısın, tanımasın, istediği ile konuşmaya, yetkili olsun olmasın istediği konuya katılmaya hakkı vardı. kahvehanede konuşurken karşıdakinin toplumsal kökenine değinmek dahi çirkindi, çünkü sohbetin özgür akışı engellenebilirdi. bu durum kendi konuşma kalıbını üretti.

    /.../ insanların mutlu olma hakkına sahip oldukları nosyonu, modern batılı bir fikirdir. çok yoksul, çok katı hiyerarşiye tabi olan ya da dinsel inançların güçlü olduğu toplumlarda psişik tatmin kendi içinde bir amaç olarak anlamlı değildir. kültür karşısında doğanın bu kendine hak iddiası 18 yy.'da biçimlenmeye başlamıştı.

    /.../ atalarımız mutluluk arayışına somut bir toplumsal biçim vermek için, bir şekilde bu karşıtlığı ifade edebilecek imge deneyimler bulma mücadelesi verdiler. buldukları yol, kamusal ve özel alan arasında ayrım yapmaktı.

    /.../ insanlar bir tür benlik duygusu yüzünden başkalarına bağımlı olurlar. dış görünümlerini başkalarının gözünde onaylayacak şekilde sunarlar, böylece kendilerini iyi hissederler. başka kişileri canlandırarak rol yapmanın sonucu benliğin körelmesidir.

    /.../ moeurs: davranış, değer ve inançların kesişmesi, üslup.

    jj. rousseau'ya göre insanlar çalışmayı, aileyi ve yurttaşlık görevlerini aşan bir üslup edinirlerse, moeurs yozlaşır. işlevsel yaşam bağlamının dışına çıkmak, yaşamı üretmeyen, beslemeyen zevkler peşinde koşmak, bu yozlaşmaydı. onu okumanın bir yolu yozlaşmayı, bizim bolluk diye söz ettiğimiz olguyla özdeşleştirdiğini görmektir.

    /.../ sermayenin yoğunlaşması bir avuç insanın gerçek anlamda boş zamanının olması, kalan çoğunluğun da kıskançlıkla aylak hale gelmesi yani, maddi çıkarların zevk ve sefaya dayalı bir yaşam stiline feda etmeleridir.

    bireyin özgürlüğü kültürün lehine değildir.

    /.../ toplum içindeki yaşamdan bir tür araçsal görevler meselesi gibi söz ediyorlar, okula, işe gideriz, grev yaparız, toplantılara gideriz çünkü bunlar yapılmalıdır. bu işlere zihnimizi fazla yormamaya çalışırız, bunlar sıcak duygular için uygunsuz vasıtalardır, onların içindeki yaşantımızı bir araç durumuna getiririz, duygusal bağlılık gösterdiğimiz bir gerçeklik değil, yalnızca bir araçtır yaşam. bu araçsal dünyanın karşısına sosyologlar duygusal, bütünlükçü ve tümleyici deneyimleri koyuyorlar. bu jargonun temelleri önemli, çünkü belli bir zihniyeti, bir inancı temsil ediyorlar. bu inanca göre, insanlar gerçekten hissedebildikleri, içinde bulundukları, şimdiki ana duyarlı oldukları, kendilerini tam olarak açığa vurdukları zaman, genelde dünyadaki hayatta kalma, mücadele etme ve yükümlülük altına girme deneyimlerine zıt deneyimler yaşarlar. doğal olarak sosyologların bahsettiği bu duygusal yaşam sahneleri mahrem sahnelerdir: aile, yakın çevre, arkadaşlar arasında geçirilen bir yaşam. narsisizm ve yıkıcı geleneklerin bu toplumsal ilişkilere biçim vererek örgütlediğini görmek şarttır. toplumsal gerçekliğin bütünüyle psikolojik terimlerle ölçülmesinden toplum nasıl zarar görüyor?

    medeniyeti ondan çalınır. tüm insanları potansiyel olarak sahip oldukları ancak gerçekleştiremedikleri için benlik ile belli uzaklıkta bir ortama gerek duyan bir kısım yaratıcı güçlerini, oyun güçlerini ifade etmekten yoksun kalır. böylece mahrem toplum, bireyi sanattan mahrum bir aktör yapar.
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap