9 entry daha
  • paul newman başrolde ama charlotte rampling (pek de çirkinmiş gençken, tıpkı meryl streep gibi) ve james mason'ı da es geçmemeliyiz. rampling daha gençtir ama mason, newman'ın çağdaşıdır. hollywood altın çağında onlarca filmde onlarca karakteri enfes bir şekilde kotarmış oyunculardır. bu film bu emektar ve usta aktörleri karşı karşıya getirir. bir tarafta newman'ın canlandırdığı düşmüş bir avukat olan frank galvin, onun karşısında kudretli, güçlü ed concannon. kimileri için mahkeme janrı boktan bir janr. jüri sisteminin boktan olduğunu kabul edebilirim ama mahkeme filmleri için bunu kabul etmem. evet, genelde bu türdeki filmlerde fazla derinliğe inilmez ve hep idealizm cart curt klişeler kullanılır ama bu filmlerin çoğu bir maç izleniyormuşçasına heyecanlandırır. ne yalan söyleyeyim, bazı mahkeme filmlerinde yerimde duramadığım olmuş, kalbimin hızla atmasına engel olamamışımdır. o yüzden boktan jüri sistemini anlatan mahkeme janrını seviyorum.

    mahkeme janrı ile ilgili söyleyeceklerimi söyledikten sonra filme döneyim. sidney lumet yönetti. ki bu rahmetli usta yönetmen kariyeri boyunca suçla, adaletle, jüriyle, insan olan ya da orospu çocuğu olmayı tercih eden karakterlerle ilgilenmiş bir yönetmen. tek mekanda geçen 12 angry men filmini jürinin odaya geçmesiyle başlatır. sonra film boyunca jüri sistemini her açıdan sorgular ve ortaya enfes bir jüri filmi (mahkeme filmi de diyebiliriz ama duruşmaya değil de jürinin karar alma çabalarına odaklandığından jüri filmi demek daha doğru olur) çıkarır. the verdict'te de ara ara jüri sistemini didiklemekten kendini alamaz. mesela hakim, jüriye "bu tanığı unutun, hata yaptım, silin beyninizden" der. sanırsın karşısında robot var. bu tür ayrıntılar üzerinden jüri sistemini sorgular. lumet depresif bir atmosfer oluşturur. iki ünlü doktorun arkasında başpiskoposun, hakimin, avukatlar ordusunun olduğunu gösterir. bunların karşısına çıkan frank ise çökmüş, alkolik olmuş, özgüvenini yitirmiş, elinde pek bir şey olmayan bir avukattır. daha baştan kaybetmiş gibidir frank. hakim tarafsız değil, zenginin tarafındadır. dolayısıyla tüm bu haksızlıklarla örülen filmde depresif bir atmosfer oluşur. frank gibi bunalmamak zordur. öte yandan hakimin satılmışlığı vs gibi mevzular lumet'e adaleti sorgulama şansı verir. zaten frank'e de avukatların, heykelin vs önemli olmadığını, mühim olanın jürinin içindeki adalet arzusu olduğunu söylettirir.

    verdict farklı bir mahkeme filmi. şüphesiz pek çok mahkeme filmi gibi adalet, jüri sistemi vs sorgulanıyor ama bu filmlerden farklı olarak mahkeme sekansları nefes kesmez, tırnakları kemirtmez, çok da gerilimli değildir bu sahneler, davalı ile davacı arasında tartışmalar pek yaşanmaz vs. yani duruşma sahneleri diğer filmlerde olduğu kadar mühim bir noktaya taşınmamıştır. bu durum, duruşmaların kısa kesilmesi, filmin depresif atmosferini katmerler, filmin diğer mahkeme filmlerinden sıyrılmasını sağlar. ama pek tabii son 15 dakikası heyecanladır, zira dava karara bağlanacaktır. ama burada da tansiyon zirveye fırlamaz. öte yandan filmin mutlu sonla bitmesi "ooov yeeee, goyduk mu!" tarzı sevinçlere gark eder ama filme pek yakışmaz, eğreti durur, o davayı zengin piçler kazanmalıydı, çünkü gerçekte olan budur; fakir herkesten tekme yemesinden bıkıp dava açar, dava açtığına bin pişman olur.

    david mamet'i anmadan bitirmeyeyim. kaliteli bir yönetmen ama daha ötesi enfes bir senarist. bu filmin senaryosunda da döktürmüş. diyalog yazmayı en iyi bilen senaristlerden, ki burada da fazlasıyla belli oluyor bu mevzu. öte yandan başkarakter frank'i de enfes bir şekilde yazmış, paul newman bu kaliteli yazılmış karakteri giyip bir filmde daha oscarlık oynamış. tabii mason'ı da es geçmeyelim. kendisinden tiksindirtir bir kez daha.
16 entry daha
hesabın var mı? giriş yap