9 entry daha
  • agnes varda bu filmi çatısız kuralsız'da (okunuşu sans tua ni lua, ingilizce başlığı vagabond) bariz feminist ama aynı zamanda daha büyük sistem eleştirisi yapıyor. hatta umutsuzluk kokuyor da diyebiliriz. bir yerde umut kısıklığıyla bela tarr benzeri bir evreni var filmin.

    filmde kullansa da klişeleştirmeden, tecavüzün cılkını çıkarmadan kadın (ve birey) yalnızlığını, kırılgan ama dirençli ve ısrarlı özgürlügünü işliyor. o olasılıktan korkusuzluğunun altını çizerek. zordan öte olanaksızı denettiriyor kadına. yüzün hiçbir zaman sürekli gülemesin, asla düzenli ısınama. ağlayacaksan bile boğazın düğümlensin. hayran olun veya olunma ama sen kimseye tam bağlanama, hep uzakta kal. korunmazsan ölümün gölgesinde yaşa. su testisi su yolunda kırıldı diyecek çoktur ona.

    ana kahraman mona'nınki serserilik değil zorunlu özgürlük. isteyerek başlasın varsın, araştırma gibi olsun varsın özgürlüğe tutsak halde. o zaman varoluşsal ve felsefi hale de gelir. dolayısıyla bu onun en az burjuva ruhlu filmi sayılmalı.

    amatör filozof (çoban) kanı etinden biraz uzak olan gene burjuva temsilcisi, havasal konuşan, tutucu, uzlaşıcı, mona'nın adanmışlığını ve zorunluluğunu görünürleştiren, kontrastı kuran karakter. düzenin içinde kalarak dışında hissedenleri, bir kısım bizi o temsil ediyor. mutsuz azınlık, mutsuzluğundan mutlu azınlık. bir ara yol, ara çözüm bizler için meşru; aydınlanmaya, aşmaya yetkili ve yazgılı mona için yanlış ve çeldirici. kendi ölümüyle düzenin ölümünü ve sürüngenliğini, akbabalığını damgalıyor. adeta uzun dönem için lanetliyor. onu unutamayışımız, böğrümüze saplanışı o yüzden. kolay silkinmemizle, arandı-kaşındı dememizle kurtulamayacağımız (sadece altlara bastırabileceğimiz) bir ruh ve gelecek timsali mona. yaşayamadığı için yaşamlarımız üstünde ipoteği, söz hakkı olan.

    edit: emin değilim ama filmin ana karakterini iş üstünde, etli canlı bir nihilist sayarsak o zaman o kendi kendini yemiş ve yutmuş, herhangi bir olumluluk/yaşam seçeneği üretemediğinden sonsuz özgürlük yerine sonsuz yalnızlığı bulmuş, yegane anlamını yok etmede, yaratıcılığı da yok etmede oluşturmuş olur. o zaman işlevi kendini yok ederken geride kalanları büyük oranda 'sağ kalan' yani kahraman kılmaktır. kahramanların yaşamında dönüştürücü, unutamadıkları öteki, korkutucu ve çekici olasılık olarak yer bulabilir. bir dış vahşet/cinayet değil beden iflası ve doğal ölümle ölüşü onun tüketici/hiççi niteliğini çizer.

    işte burada bakış açısının yeri ve önemini görürüz. temel yorumum bir güzelleme iken, diğer olasılıkta onu unutulmaz olsa da acınası birine dönüşmüş buldum. sadece sistem eleştirisi baki. hatta bir yazar nihilizmin müellifinin, yaratıcısının esasen kapitalizm olduğunu söylüyor, çok dikkat çekici.

    not: robert bresson'un mouchette ve rastgele balthazar filmleriyle içiçe izleyip karşılaştırmalı.
42 entry daha
hesabın var mı? giriş yap