5 entry daha
  • bir festivale iyi bir filmle başlarsam, iyi gideceğine inanıyorum. kara kedinin uğursuzluk getireceğine inanmaktan daha makul bence bu. filmekimi 2014’e de böyle iyi bir filme başladım ya, gerisi mutlaka gelecektir, geliyor da.

    roy andersson sinemasıyla, henüz, tanışmamış olanlara önce garip gelecek bu film, biliyorum. zamanla seveceksiniz. ancak yaşamayı ne kadar seviyorsak o kadar; ne bir eksik, ne bir fazla. "yaşayanlar" serisinin diğer iki filmini * izlemeden bu filmi izleyenler, sırayı bozduğunu düşünmesinler. çünkü karakterler ve olaylar birbirine bağlı değil. üç filmin ortak noktası; biziz, yani yaşayanlar. hazırsanız, başlayalım roy andersson’un gözünden tekrar yaşamaya;

    her sahne, her kare, öyle ince düşünülmüş ki; renkler, binalar, sokaklar, mobilyalar, dekorlar, müzikler ve nihayet tüm bunları dolduran insanlar. herkes olabildiğince çirkin, biçimsiz vücutlu, yaşlı, şişman, mimiksiz, sessiz, boyun eğmiş ve bembeyaz suratları ile birer yaşayan ölü gibiler. tüm bu incelikli detaylar içinde, durmadan tekrar eden sahneler bize aynı çemberin içinde dönüp durduğumuzu hatırlatıyor adeta;

    sürekli yanlış zamanda, yanlış yerde olan pilot size de çok tanıdık gelmiyor mu? ve başından geçenleri anlatırken her cümlenin sonuna eklediği “tabii ki” kelimesi. “tabii ki” böyle yaşayacağız biz de; ya saati şaşırmış olacağız, ya tarihi karıştırmış, ya otobüsü kaçırmış… ancak hayatımız boyunca bir türlü doğru zamanda, doğru yerde olamadığımızı düşüneceğiz. ve neredeyse bunun için özür dileyeceğiz.

    sonra hapishaneden bozma, kutu gibi, evlere kapanacağız fırsat buldukça. bu evlerde, toplum olarak sorunsuz yaşamak için, hayatımızı kolaylaştırdığını düşündüğümüz için, birbirimizle olan temasları en aza indirmek için, kurallar koyacağız. hatta koyduğumuz kuralları bize hatırlatması ve gerekirse uyarması için başka insanlar görevlendireceğiz. dilediğimizce müzik dinleyip efkarlanamayacağız, aklımıza gelenleri yüksek sesle sormaya cesaret edemeyeceğiz, çünkü her zaman “yarın sabah erkenden işe gidecek insanlar” olacak etrafımızda.

    günleri de hissedemeyeceğiz mesela. bugünü hissettiğimiz gün gibi değil de, takvimde hazır olan, sıralı bir gün gibi yaşayacağız. bugün pazartesi ya mesela, bana tıpkı pazar’mış gibi gelmemeli. çünkü o zaman pazar gibi yaşamalıydım bugünü. ama oysa ki pazartesi gibi davranmalıyım, pazartesi için belirlenmiş rutinleri takip etmeliyim. neden mi? “günleri hissedemezsin. yalnızca takip edebilirsin. dün salıydı, bugün çarşamba, yarın da perşembe. günleri takip etmezsek, kafayı yeriz.”

    ufak detayları görmekten de aciz olacağız hem. kimsenin vakti olmayacak durup ince şeyleri anlamaya *. kuytuda köşede kalanları görenlerin de yanından koşar adım kaçacağız üstelik. aranızda, ayakkabısına taş kaçan birini görünce, “ayakkabısına taş kaçmış, ne güzel” diye düşünen biri var mı? yoksa siz de, “nesi güzel bunun?” mu dediniz? hemen cevaplayalım; güzel, çünkü “taşı çıkarınca rahatlamıştır.”

    gözümüzün önünde ve tüm dünyada insanlar ölürken seyre dalacağız, bu görüntülere alışacağız. alışmak bizi uyuşturacak, yavaşlatacak, unutturacak. başka çıkarlara hizmet etmek için, ırkları, dinleri, dilleri, cinsiyetleri yüzünden insanlar katledilecek ve “hiç kimse durup, ne yapıyorum ben” demeden, seyirci kalmaya devam edecek.

    kendi kendine konuşan insanları görünce, onlardan da uzaklaşacağız. yalnız bırakacağız onları, aramıza almayacağız. çünkü her zaman bizden daha tehlikedirler değil mi? peki bizim iç sesimizde, onların dışa vurduklarından çok daha fazla delilik gizli olmasın sakın?

    en önemlisi de; tüm bunlara ve daha fazlasına her gün, her gün devam edeceğiz. aynı yalanları tekrar tekrar söyleyeceğiz, marşlar ezberleyeceğiz her bir ağızdan, otomatik hareketlerle taklit edeceğiz birbirimizi. böyle yaşayıp gideceğiz işte. bizi bir yerlerden izleyenler varsa bile, biz onları asla görmeyeceğiz. (filmde öten güvercinleri gören oldu mu mesela?)

    sürekli tekrar eden, en büyük yaşayan yalanlarından biriyle, son noktayı koyayım;

    - iyi olduğuna sevindim. (öyle içimden, öyle inanmayarak söyledim ki, duyamadı karşımdaki ve tekrar etmek zorunda kaldım)
    - iyi olduğuna "çok" sevindim diyorum. (oysa için için kan ağlıyorum)

    izleyici notu: bu filmi sıkıcı bulan bir sürü yaşayan da olacaktır elbette, olsunlar. şaka oyuncakları sattığını söylediği halde, sürekli “insanları eğlendirmek istiyoruz” dediği halde; zerre eğlenmeyen, aksine neredeyse aldığı her nefeste acı çeken, her anında hüzünlü gözüken jonathan ne kadar eğlenceli ise, bu film de ancak o kadar eğlenceli olabilir. roy andersson’ın eğlence vaadi de, jonathan’dan ve yüzüne geçirdiği maskeden farksız. ve bu yüzden de oldukça korkutucu ve gerçekçi.
41 entry daha
hesabın var mı? giriş yap