8 entry daha
  • fransa'nın en önemli yönetmenlerinden olan jean pierre jeunet'yi çok seviyorum. ki bence amelie'yi ve ondan önceki filmlerini izleyip de kendisine hayran kalmayacak, bu filmlerle neşelenmeyecek kimse yoktur herhalde. tabii bu filmler için çok yaşlı değillerse. şahsen jeunet'nin dostu (artık dostlar mı bilmiyorum) marc caro ile beraber kotardığı, inanılmaz bir zeka ve muhteşem setler, görsellik içeren, cıvıl cıvıl, insana neşe katan filmlerini daha çok seviyorum (la cité des enfants perdus ve delicatessen). tabii caro olmadan kotardığı ve caro'suz enfes bir filme imzasını atabildiğini kanıtladığı amelie'yi de seviyorum. ama nedense amelie'den sonra yönetmen aynı senaristle (guillaume laurant) çalışmasına rağmen giderek daha az neşeli filmlere imzasını atmaya başlıyordu. mesela un long dimanche de fiançailles, micmacs ve şimdi de the young and prodigious t.s. spivet. bu filmlerde jpj'yi jpj yapan bir sürü şeyi bulmak mümkün: harika görüntüler, güzel müzikler, etkileyici ve farklı karakterler, farklı bir kurgu, dominique pinon, günlük yaşamdan çekip alınmış, normalde dikkatleri çekmeyecek bir dolu küçük ayrıntı ve coming of age-yani büyüme öyküleri. bunların tamamı son üç filminde de yer alıyor ama amelie'deki ve önceki filmlerindeki mizah nedense artık yok. gene gülümseten, iç ısıtan anlar olsa da önceki filmler kadar eğlendirdiklerini söyleyemem açıkçası ve nedense giderek tempo da düşmeye, sıkıcılık artmaya başladı jpj'nin filmlerinde. belki bunun nedeni jpj'nin yaşlanması (61 yaşında). gene de tim burton'dan daha eğlenceli olduğunu ve onun boşluğunu hâlâ doldurabildiğini düşünüyorum. ama ondan sonra gelen wes anderson'ın jpj'nin yaratmaya başladığı boşluğu doldurduğunu da söyleyebilirim.

    the young and prodigious spivet ne yazık ki jpj'nin en sıkıcı, en klişe, jpj klişelerinin en çok bıktırdığı filmi. benim gözlemim bu şekilde, ama tabii ki başkaları bu filmi sevebilir, önceki filmler kadar başarılı da bulabilir. ben başarılı bulamadım bu filmi. sorun nerede? tabii ki daimi senaristi laurant'la birlikte kaleme aldığı senaryosunda. yoksa yönetmenlikte sorun yok. görüntü yönetmeni thomas hardmeier aldığı cesar ödülünü sonuna dek hak eden görüntülere imzasını atmış. mükemmel. denis sanacore'un bestelediği müzikler filmin ruhuna ve tonuna uygun ama ben sevmedim müzikleri. öte yandan setler de kaliteli. dominique pinon'u kısa bir süre de olsa görmek de güzeldi. mizah, micmacs'takinden daha az. ki yukarıda belirttiğim gibi jpj'nin en çok mizahi tarafını seviyordum ben. bu filmde de gülümseten anlar yok değil ama sayıları epey az. öte yandan bayağı klişe bir öyküsü var filmin: ailesinden beklediği ilgiyi göremeyen ama yaşına göre çoookk zeki olan t.s.'in washington'daki bir üniversiteye gitmesi. filmin ilk bir saati karakteri, ailesini, yaşadığı ortamı, ikiz kardeşiyle ilişkisini, okul yaşamını ve daha çok zekasını anlatmakla geçiyor. kalan bir saatte ise washington'daki günlerine odaklanılıyor. ne yazık ki temposunun düşüklüğü, mizahın az oluşu ve klişeler yüzünden zevk alamadım şu filmden. umarım jpj daha iyi işlerle çıkar karşımıza ileride.
15 entry daha
hesabın var mı? giriş yap