8 entry daha
  • daniel auteuil ismini görünce duramadım. yıllardır marquis de sade'yle hiç ummadığım yerlerde karşılaşırım. bazen gün içerisinde, en alakasız, en onulmaz, en geri dönülmez mekan ve anlarda, birden bire içimin derinliklerinden parlak, simli tozlarla bir öbeğin fışkırdığını ve havaya karıştığını görürüm.
    hani, kapalı duran bir çerçeve üzerindeki, küçücük bir kırıktan içeriye dolan güneş ışığının, düştüğü dikey boşlukta kıpırdaşan, hoplayan, neredeyse mikroskopik zerrelerin üzerine konup, o ana kadar hiç de fark etmediğin canlılıklarıyla ve ışığın dışında kalan durgun, sabit nesnelerin gri yüzeyleriyle alay ederek, birden bire gerçeği kalabalıklaştırması gibi. aklım takılır, içim kaşınır, elimde ayağımda ne varsa hepsini bırakır, peşlerine takılırım.
    duyularımın hiçbir zaman bana yetmeyen dünyasından, bu yine aynı dünya içindeki küçücük bir kaymayla oluşan ve beni kimbilir kapının arkasında nasıl bir karnaval var diye heyecanlandıran o küçük ışık(veya göz)oyununa katılırım.

    sadece sarhoş ve fazla duygusal bir izleyici olarak konuşabilirim.
    daniel auteuil’in marquis de sade’si; çırılçıplak ovalarda, upuzun yeleleriyle koşan, duru beyaz at sürülerinin, olağanüstü nal ritmleriyle kulaklarımı doldurduğunu, pürüzsüz bir yumuşaklıkla gözlerimi temizlediğini, boğazımdan içeriye, sert, sıcak, keskin sütleriyle şifalar akıtıp, sonunda beni de sırtlarına katıp, ufuksuz bir sonsuzluğa doğru durmadan ve hiç yorulmadan gitmelerini hatırlatır bana.
23 entry daha
hesabın var mı? giriş yap