3 entry daha
  • idrak güneşi aleme doğduğunda ve adem aklının saltanat yeri olduğunu anladığında, evreni aydınlatan yıldızların ışığının kendi gözleri olduğunu gördüğünde ve isimleri bildiğinde, tüm melâike adem'e secde eder. ancak iblis hariç... lâin iblise belli bir süreye kadar mühlet verilir ve her ademoğlunun geninde hırs, şehvet, yalan, öfke, aç gözlülük, nefret, cinayet, gıybet vesair adlarla gezmeye ve kan içmeye başlar. işbu karanlık sıfatlar ile aydınlık sıfatların mücadelesi bu teorinin bel kemiğini oluşturur. lâin iblisin kuvvetleri beher ademoğlunun beynini ister-istemez kesin bir etki altına alır. yeni dünya düzeni adı altında devlet başkanlarından tutun da, cirosu en yüksek şirket ceo'larına, üç kuruş rüşvet peşinde koşan küçük memurdan şöhret basamaklarını derhal soyunarak tırmanmak isteyen küçük hanımlara, basit bir dünyalık terfi için yapılmadık yalakalık bırakmayan bey efendilerden osuruğu torbalayıp mutluluk vesilesi olarak satmaya kalkan dolandırıcılara, imanlıyım izlenimi verip çıkar amaçlı gösteriş namazı kılan bakkaldan komşusunu geçtim kardeşi açken tok karnıyla mışıl mışıl uyuyan tombiliye, onu da alayım bunu da alayım ona da sahip olayım buna da sahip olayım zihniyetli tüketici yaftası yemiş vatandaştan aman bana dokunmayan yılan bin yaşasın erbabına ve dahi saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok çeşit efrada kadar etki altına almadık adam bırakmaz. kişinin firavunlaşmış nefsi elektromanyetik dalgalar vasıtasıyla beher kötülükte yansımasını bulur. kimi an dolar, avru, altın peşinde koşar insanlık, kimi petrol içer, kimi kan... velhasıl insan geni bunlardan ibaret değildir elbet. rahmeti gazabından daha fazla olan yüce tanrı, kişinin gönlünde sonsuz sayıda yüce değerleri de bina etmiştir. her firavunun karşısına bir de eli sopalı musa koymuştur. yazın değeri kışın bilinmesiyle mümkündür netekim... tüm bunların bir hikmeti vardır elbet. bu karmaşık ve de çapraşık mücadele, et, kemik ve biçare aklıyla ortada cascavlak kalmış bizim gibi aciz kullarda da türlü delikten baş çıkaran yılanlar misali başgösterir elbet. ancak bu acz ile, hayatın attığı ağır bir sille vesilesiyle kişi titreyip kendine döndüğü bir anda, bunlardan korunmanın yegane yolunun allah'a sığınmak olduğunu idrak eder şanslıysa ve "ben bir hiç ki hiçim, yeter artık beyaz bayrağımı sallıyor ve de teslim oluyorum" der. işbu teslim kelimesi ki selam kelimesiyle aynı kökten gelir ve yine bu kelime tesadüf değildir ki islam kelimesiyle de aynı köktendir. kul bu noktada "medeniyetler çatışması" denen illetin aslını hisseder bir nebze... ancak mutlak teslimiyet, rıza, sabır ve şükür sıfatları ile gelecek donanım, "güven"in kendini sevgilinin kollarına bırakmak olduğunu, direnmenin insanı yıprattığını ve van hojdonk'a karşı kurulmuş bir baraj gibi olduğunu, aksine suya düşen yaprağın izlediği metodu uygulamanın denize çıkmak için daha faydalı olacağını söyler. velhasıl akıl yolu ile buraya kadar gelinir. bundan sonrası teorinin "bir"leştirilmesi için dua etmeye, edilip bulunacaklar için af dilemeye ve nasip beklemeye kalır. maksat adem, adam olsundur! işte tüm bu anlatılanlar bir fasit daire etrafında dönen moleküllerden ve bir nefes alışverişten ibarettir. "cümle eşya halik'indir, kul eliyle işlenir / emr-i bâri olmadan sanma bir çöp depreşir" diyerek noktayı koyuyor ve teorinin takdirini sayın okuyuculara bırakıyorum.
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap