4 entry daha
  • benim isa’m ankara’da yaşıyor. ne zaman bir şeye inanmam gerekse ben o’na inanırım. o da bana. inanıp gidiyoruz işte. benim bildiğim bir babası yok, kendi anlattığına göre izmit’te baba dediği birileri varmış. ben hiç görmedim, hep o anlatıyor. anlattığı kadarıyla kendisinin acı çekmesinden de zevk alıyor bu adam. garip bir şekilde bütün dünyevi sorumluluklarını ona yıkmış, ölmeyi bekliyor. peki ya ölümsüzse? bunu düşünmek hoşuma gitmiyor. en iyisi o yokmuş gibi davranmak. ben, şimdi fransa’da bir manastırda oturmuş ankara’daki isa’mı düşünüyorum. burada artık isa yok. burası o kadar “avrupalı” olmuş ki esas isa da çoktan kaçmış buralardan. belli ki o da ankara dolaylarında bir yerlerde. burada yaşarken manastırın gizli yerlerine notlar bırakmış. sağı solu kurcalarken bulduğum ilk not şöyle bir şeydi:

    sıradan bir gün: binsekizyüzonaltı yaşıma geldim, hala değişen bir şey yok. insanlar aynı kelimelerle aynı dertlere çözümler arıyorlar. yine bulamadan ölüyorlar. kimse de çıkıp demiyor ki, yahu biz ne yapıyoruz? birilerinin yanına sokulup yanlış yaptıklarını anlatmaya çalıştım yıllar önce, arkadaşına gaipten sesler duyduğunu söyledi. sonra benim ona fısıldadıklarımı anlattı. tabii ki kendi yorumunu katarak. sonraki yıllarda benim anlattıklarımdan çok ekmek yemiş, şarap içmiş. “bir gün, ben manastırdayken” diye kitap bile yazmış. sanki esas hikaye onun manastırda olmasıymış gibi. buralarda artık kimse beni ciddiye almıyor. koskoca manastır bile çocuk oyuncağına döndü. gitmeliyim artık buralardan.

    isa bildiğin bunalımdaydı. burada tanrı bile kendine inanmıyor. sartre’ın bulantı’yı burada yazmasına şaşırmamalı. belki o da isa’nın notlarına denk gelmiştir, okumuştur, sonrasında –duyarlı adam- başkaları da keşfetme zevkini yaşasın diye tekrar yerine koymuştur. avrupalılar böyle adamlar. her şeyi yaparlar, sonra hiç bir şey yapmamış gibi yerine koyarlar. “buldukları gibi bırakırlar.” beni de buldukları gibi mi bırakacaklar? ben kolay lokma değilim. beni bulamazlar. öyle bir kaçarım ki, kendimi bile kaybederim. nereye mi? orasını isa bile bilemez işte. ankara’ya giderim ben genellikle. tüyo vermek gibi olmasın, bana ulaşmak isteyenler beni aramazlar, ankara’ya bakarlar önce. isa’nın iyi olduğu yerde kulunu meraka ne hacet. kurcalamaya devam etmek gerek. koskoca manastır, her yerinden notlar çıkacak. şu avrupalılar gizli kapaklı işlere ne kadar meraklıymış arkadaş. sen o kadar yaz-çiz-üret ondan sonra hepsini sakla. niye, aman millet okumasın, görmesin. yahu insan hiç kimse okumasın diye bir şey yazar mı? en kötü ihtimalle sevgilin okusun diye şiir yazarsın, onu da ayrıldıktan sonra yırtıp atarsın. al işte kafka’ya bak, o kadar söylenmiş yayımlamayın yazdıklarımı diye, sonuç? en yakın arkadaşı max tarafından yenmiş büyük bir kazık. sen böyle yaparsan, insanlıktan bir şeyleri saklamaya çalışırsan olacağı budur. şimdi o kepçe kulaklarınla mahzun mahzun ağla bakalım keşke yazmasaydım diye. bilseydin yazar mıydın kafka? bilseydin bütün bu yazdıkların ergenlerin ellerinde dolaşacak, aşk mektuplarında epigraf olacak, üniversite kürsülerinde didik didik –kendileri buna analiz diyecek tabii- edilecek, yazar mıydın? niyetin bu değil miydi? hiç birimizin niyeti bu değildi ki. ama sen hak ettin. insanlıktan saklanmaya çalışanın hali budur. böcekmiş, böyle sıkarlar işte üstüne böcek ilacını. zorla çıkarırlar saklandığın delikten cesedini. ünlü oluverirsin böyle, herkesin dilinde dolaşır durursun. o çirkin fotoğrafını basarlar bir de utanmadan kitaplarının kapaklarına. ne oldu kafka? böcek? artık ölüye bile rahat yok bu dünyada. hepimiz huzursuzuz. kaçmak, ne mümkün.

    ikinci notu mutfakta buldum. isa’nın yazdıklarını bulan birisi isa’yı ciddiye almamış olacaktı ki, arkasına “bulaşık yıkama talimatnamesi”ni yazmıştı. fransız da olsa insanlar böyle şeyler yapıyor. talimatnameden daha sonra bahsedeceğim için şimdilik es geçiyorum. şimdi bulaşık yıkamayacağız zaten. isa’ya yemekten daha çok ihtiyacımız var. acaba papaz da böyle düşünüyor mudur? o göbekle bunu düşünmesi zor biraz. o yemeği düşünmediği zamanlarda isa’yı düşünüyorsa iyi.
    beytüllahim diyeti: sabah; hurma, bir bardak ılık süt. öğle; bir parça tavuk (yağsız) bir dilim kepek ekmeği, portakal suyu. akşam: mevsim salatası (tercihen içine bir parça yağsız peynir veya deniz ürünleri konulabilir)
    bulaşık yıkama talimatnamesini yazanın neden isa’nın notunu ciddiye almadığı belli. adam isa’nın formunu nasıl koruduğunu hiç merak etmemiş belli ki. ayrıca fransa’da isa hurmayı nereden buluyordu acaba? işte tanrı’nın oğlu olmanın böyle avantajları var. ben daha salça bulamıyorum, adam hurma yiyor. sartre varlık ve hiçlik’i yazdığı süreçte neler yedi acaba? ya da şimdi, ankara’da ne yiyordur o?
    beytüllahim diyeti işime yaramaz gibi görünüyor. isa gibi de olmak istemiyorum zaten. benim isa’m var. isa olmaya ihtiyacım yok. benden olsa olsa yehova olur zaten. ancak ihanet etmeyi bilirim ve kaçmayı. bir de bunları usturuplu bir dille anlatmayı tabii. isa da en çok dinlemeyi severmiş zaten. bizim isa da seviyor dinlemeyi ama o kadar da değil. arada yaşaması da lazım onun ne de olsa henüz genç. isacık, canım benim.
6 entry daha
hesabın var mı? giriş yap