28 entry daha
  • roma imparatorlugu'nun yikilisini takiben italya, bircok insanin gozunde bir cografi bolge olmaktan oteye gidememistir. kulturel yapilari birbirine cok benzese de, ayni lisani konussalar, ayni cografyalarda yasasalar da, ozellikle imparatorlugun yikilmasindan sonra bir sehir devleti yapisi ortaya cikmis, bu sehir devletleri, fransiz krali charlemagne'in kurdugu ikinci roma imparatorlugu (yani kutsal roma imparatorlugu) altinda tekrardan bir sekilde "birlesmislerdir". ancak bu birlesme, tam olarak tek bir bayrak altinda birlesme olmamistir pek tabii ki.

    her ne kadar bir suru farkli sehir devleti olsa da (saniyorum ki 9 idi, yaniliyor olabilirim), italya'yi aslinda dort ana bolgeye ayirabiliriz: kuzey, orta, guney ve sicilya. bu bolgeler arasinda cok buyuk farkliliklar oldugu asikardir. zira sehir devletleri zamaninda birbirlerinden izole bir bicimde gelisen bu bolgeler, buyuk olcude beraberlerinde farkliliklari da getirmislerdir. kuzey ne kadar gelismisse, guney de bir o kadar tarimsal faaliyetlere yonelmis ve az gelismistir. buna benzer farklardan birsuru mevcuttur.

    italya, bildigimiz gibi akdeniz'e en uzun sahil seridi olan avrupa ulkesidir. bu nedenle, denizden bir ejderha filan cikmadigi surece karasal tehlikelere yalnizca kuzeyden acik bir konumdadir. "bol ve yonet" politikalarinin agir bastigi italyan sehir devletlerinde, herhalde bir birligin olusmasinda en buyuk engel, bati ve guney italya olmustur. zira kendileri, herhangi bir birlikteligin onemini kavrayamamakta iken, kuzeydeki soydaslari, tehlike ile ic icedirler ve birlesmenin onemini bilmektedirler.

    italya, asil birlesme doneminden once iki defa birlesmistir. birincisi, papalik altinda olan birlesmedir. bu birlesmeden kastim, kutsal roma imparatorlugu'ndan farklidir; papalik, hemen hemen butun dogu italya'yi bir sekilde birlestirmeyi basarmis bir guc olarak bulunmaktadir. ikincisi ise napoleon bonaparte zamaninda yapilan isgal sonucu bir sekilde birlesmis olmalaridir. ancak bu birlesmenin ardindan da tekrar ayrilmislardir. yine de bu ikinci birlesme, en sonunda tek bir italya'nin olusmasinda en onemli rollerden birini oynamistir.

    risorgimento olarak da adlandirilan bir teorileri vardir italyanlar'in. tipki turkler'de mevcut olan turan ideolojimize benzer bir sekilde; roma'yi tekrardan birlestirip guclu ve tek bir italya yaratma fikridir kisaca. birlesmenin en buyuk destekcileri olan kuzeyli devletlerden yetismis olan mazzini, bu fikre onderlik etmis olsa da, daha sonradan surgune gonderilmistir. ozellikle napoleon bonaparte'in yenilgisinden sonra, butun italyan halklarinin beraber hareket edip isyan etmesinin aslinda napoleon'u ne kadar gucsuz ve zayif kildigi fikri yayginlasmaya baslamistir. oyle ki, benzer fikir, ayni donemlerde almanya'daki birlesme hareketlerine de onayak olmus, prusya'nin guclenmesini saglamistir.

    1848, avrupa tarihinde cok ilginc bir doneme taniklik etmektedir. oyle ki, bu tarihte avrupa'daki bircok baskentde, monarsi karsiti liberalist gosteriler ve ayaklanmalar gerceklesmistir. bu ayaklanmalarin cogu bastirilmis olsa da, ozellikle de kuzey italya'nin en guclu devleti olan piedmont-sardinia (unutmayin ki venedik, gerek osmanli'nin, gerekse avusturya'nin sayesinde epey bir guc kaybetmistir), bu ayaklanmalardan pek bir etkilenmis olacak ki, italya'nin roma donemlerinden beri gorecegi ilk anayasalarindan birini olusturacaktir.

    4 mart 1848 yilinda kabul edilen bu mesrutiyet anayasasi, halen daha monarsiye buyuk olcude destek vermekte idi. genel anlamda bir anayasa olmasi nedeniyle "liberal" dense bile, aslinda icerik olarak tamamiylen mutlak monarsiyi destekleyen bir yapi icerisindedir. oncelikle, "katolik, apostolik ve roma kilisesi, devletin tek ve vazgecilmez dinidir" gibi bir kalip icermekteydi. ote yandan bu anayasa, devletin yonetimini tamamiylen halki temsilen gorev basinda bulunan bir krala butun yasama ve yurutme yetkilerini veriyordu (tam anlamiylan thomas hobbes'un mezarinda huzur icinde uyumasini saglayacak bir olay olarak kabul ediyorum bunu).

    oyle ki, piedmont-sardinia, bu anayasanin da vermis oldugu guc ile papalik'a karsi bir savas baslatir. bu savastan kendileri galip cikarlar ve italya birlesmis olur.

    ancak bu noktada, "roma sorunu" adi verecegimiz problemler ortaya cikmaya baslar. kisaca, birlesmenin ardindan liberaller ile kilise arasindaki dengenin nasil saglanabilecegi konusudur. uzun bir sure daha bu sorun giderilemeyecek, italya uzerinde kara bir bulut olarak kalacaktir.

    italyan birlesmesi, amerikan kolonilerinin birlesmesinden cok daha farkli bir yapiya sahipti. oncelikle amerika'da, new england bolgesindeki 12 koloni, birlesmek adina birbirleriylen anlasmaya varmislardi, yani olay tamamiylen planlanmisti. italya'da ise piedmont-sardinia, tamamiylen diger devletleri tek bir cati altinda ve tek bir anayasa altinda birlesmek icin zorlamisti. oyle ki, papalik razi olmadigindan dolayi savas baslamisti (ayni sekilde bir birlesmeyi daha sonra prusya altinda almanya'da da gozlemlemekteyiz). bu savastan malup ayrilan papalik, diger kuvvetler tarafindan isgal edildiginde papa bundan asiri derecede rahatsiz olmus, kendisini "gonullu bir tutuklu" olarak ilan etmisti.

    belli bir noktadan sonra, yani birlesmenin hemen ardindan, yavas yavas liberal cagin basladigindan bahsedebiliriz sanirsam. adam smith'in the wealth of nations adli eseri ile birlikte ozellikle butun avrupa'da git gide guclenmeye baslamis olan liberal akim -ki napoleon bonaparte, bu kadar liberalizm yuzunden ingiltere'ye "esnaflar ulkesi" adini vermistir, italya'ya da sicramistir. daha modern bir ekonomik sisteme gecildiginden buyuk sirketlerin kurulmasina baslanmis, italya da bunun bir sekilde parcasi olmustur.

    her ne kadar liberaller italya'da bir hareket baslatmis olsalar dahi, bu hareketin demokratik oldugu konusunda birtakim supheler mevcuttur. oncelikle, mulk sahibi olmak, bu tur hareketlerde yer almak icin bir numarali sart haline gelmistir. ikincisi, kadinlara secme ve secilme hakki, 20. yuzyil'a kadar taninmamistir. oyle ki, erkekler zaten toplum icerisinde mulk sahibi olan bireyleri olustururken, kadinlar ise yogun duygu seli icerisinde kapilip gidebilecek zayif kisilikler olarak gorulmus, kadinlara onem verilmemistir. ote yandan, erkeklerin bile %2 gibi bir orandan azi oy verme hakkina sahiptir. yaygin kani, mulkiyet sahibi erkeklerin, diger kimselere nazaran daha mantikli dusunebilecegi yonunde oldugundan bu boyle omustur. digerlerine kiyasla daha cok mulkiyeti olan bir insanin kaybedecek daha cok seyi oldugundan dolayi daha bir konzervatif hale gelmis, daha bir ortak statuyu korumak icin ugrasmislardir.

    mussolini'nin guclenmeye basladigi transformismo donemlerine kadar ise, basbakanlar genellikle diger partilerdeki tanidiklarinin kendileri icin oy vermesini saglayarak, yani halkin secimi olmadan basa gelmekteydiler. parti sisteminin o donemlerde ulke siyaseti icin pek bir anlami bulunmamaktaydi.

    endustri devrimi ise bircok seyi degistirdi. ozellikle marx'in komunist manifestosu'ndan sonra ulkeye sosyalizm akimini getirdi. butun diger avrupa ulkeleri bu akimi terslerlerken, italya'da birden bire cok populer hale gelmeye basladi. marx, zaten kendi halinde daha cok zamanin entellektuellerine hitap eden bir kimse oldugundan, akima bircok entellektuel eklenmis oldu. oyle ki, mussolini bile sosyalist partinin bir parcasiydi! marx, her ne kadar "tarihin belirleyicisi devletler arasi catismalar degil, sinif catismalaridir" demis olsa bile, belli bir olcude "herkesi yoneten tek ve guclu bir devlet" anlayisi benimsenmistir. daha sonralari sovyetler birligi tarafindan apayri bir bicimde, marx'dan kelalaka bir sekilde benimsenmis olan komunizm ideolojisinden sapmalar meydana gelmeye basladi.

    italya, endustri devrimine 1880 yilindan sonra tam olarak taniklik etmeye baslamistir. kuzey italya, her ne kadar gelismis ise, guney italya da bir o kadar gelismemistir. devrimden sonra, ozellikle kuzeyde buyuk olcude devrimin bir getirisi olan isci siniflari dogmaya baslamistir. her ne kadar iskandinav ulkeleri, ingiltere ve hatta amerika birlesik devletleri, cesitli sekillerde sosyalist ideolojilerdeki partilere ev sahipligi yapsalar bile, yine de marxist komunizme tamamiylen karsiydilar.

    italya'daki sirket yapisi da burada cok onemli bir yer tutmaktadir. oncelikle, zamaninda italya'da yalnizca ufak sirketler bulunurdu. bu ufak sirketler, kendi caplarinda ufak fabrikalar da olabilirdi. genelde bunlar devrim ile kurulmus olduklarindan, patron ile isci arasindaki anlasma cok ama cok iyi bir seviyedeydi. birinci dunya savasi'nin sonlarina dogru, devrim ile birlikte kurulan bu ufak sirketlerin yonetimi babadan ogla gectikce isci ile isveren arasindaki baglar kopmus, buyuk problemlere neden olmustur. boylece ortaya buyuk sosyal soru cikmistir:proleteryayi nasil mutlu edebiliriz?

    mussolini, cok entellektuel, cok okumus ve gercekten de iyi egitimli bir insandi. ilk baslarda marksist sosyalist bir yol izlerken, daha sonralari lenin'in isvicre'deki siginagindan rusya'ya goturulup bolsevik devrimine sebep olmasiylan, yani komunizmin ortaya cikmasiylan sosyalizme olan guveni bir olcude sarsilmistir. bu yuzden de "millet sosyalizmi" adini da verdigi, "nasyonal sosyalizm" fikrini ortaya atmistir. buna da biz kisaca fasizm diyoruz (almanlar'da da nazizm'dir temelde ayni olsa da pratikte cok buyuk farklar icerir).

    oyle ki, bu yeni akim icin bir sembol bile hazirdi; birbirine baglanmis birkac citaya sarili bir balta. balta gucu ve otoriteyi temsil ederken, birbirine baglanmis cubuklar ise birligin ve butunlugun gucunu temsil etmekteydi. oyle ki tek bir cubuk rahatlikla kirilabilecekken, birbirine baglanmis bir suru cubugu kirmak cok daha zordur.

    ilk zamanlarda isciler, isverenlerini oldurmeye kadar gidebilecek olan birtakim hareketlerde bulundular ve fabrikalari ellerine gecirdiler. mussolini, hicbir zaman guclu aristokrasi ile arasindaki baglari koparmadi, zira onlardan daha sonra basbakan oldugunda yararlanacagini cok iyi biliyordu. ozellikle bu baglarini kullanip, arkasina da bir kisim halktan insani alarak "roma'ya dogru mars" olayini baslatti ve kendisine basbakanlik verilmesini istedi. olasi bir hareketten korkan devlet, buna razi geldi ve mussolini basa gecti. italya'nin o gunku sarti icin tamamiylen mesru ve yasal bir karar olarak kabul edilmektedir. oyle ki, mussolini'nin partisi, populer bir parti bile degildi!

    daha sonralari acerbo tarafindan coklu parti sisteminde secim konusu gundeme geldi. ozellikle de mussolini'nin istegi uzerine, herhangi bir sekilde cok fazla partiye bolunmus olan bir sistemde %25'den fazla oy almis bir parti, ulkeyi yonetecek parti pozisyonuna gelecekti. boylece kendi gorevini saglamlastirmis olan mussolini, aslinda hicbir zaman sanildigi kadar da guclu bir diktator olmadi.

    oncelikle, kendi partisi hicbir zaman totaliteryen bir parti olmamistir. krali tanimakta, aristokrasiye de saygi duymaktadir. hepsinden onemlisi, 1943 yilinda monarsi tarafindan gorevinden atilmis, bu yuzden istemeyerek de olsa viyana'ya siginmak ve kuzey italya'yi oradan yonetmek zorunda kalmistir. hitler, kendisine kuzey italya'nin (yani endustriyel olarak gelismis, ve o siralarda abd askerleri tarafindan isgal altinda olmayan italya'nin) hakimiyetinin geri verilmesi vaadedilen mussolini (zira hitler kendisine karsi bir borcu oldugunu hissediyordu, anschluss sirasinda mussolini almanya'ya karsi cikmamisti), daha sonra halki tarafindan yakalanarak idam edilmistir.

    mussolini, hitler'in almanlar'in gozunde oldugu gibi igrenc bir diktator, vahsi bir katliam duskunu degildir. kendisi, italya'da halen daha bir kulttur ve bircok kisi kendisinin mezarini her sene ziyaret eder. bunun baslica sebepleri arasinda, izledigi fasist politikanin vahset icermemesi hatta italya'da o siralarda gorulen sosyal problemi cozmesi yapmaktadir. oyle ki, daha onceden de bahsettigim ve italya'nin en buyuk sorunu olarak gorulen "roma sorunsali" da yine mussolini tarafindan cozume kavusturulmustur.

    ilk olarak kollektif devlet anlayisina gitmis ve sosyal problemi bu sekilde cozmeye calismistir. bu sistemde isciler ve isverenler, esit sekilde devlette temsil edilmektedir, boylece komunizm'de oldugu gibi iscinin isveren uzerindeki mutlak hakimiyeti engellenmis, isverenin de isciye yapacagi herhangi bir "azinligin cogunlugu yonetmesi" olayi olanaksiz kilinmistir. sistem, ayni zamanda sinif kavgalarini da buyuk olcude ortadan kaldirmistir. eski donemlerden kalan ve artik pek bir ise yaramayan yonetmeliklerin ortadan kalkmasiylan, sistem daha iyi isler hale gelmistir.

    ancak mussolini, geleneksel polis gucu ve geleneksel burokrasiyi yok etme cabasina hicbir zaman girmemistir. yalnizca en tepede radikal degisiklikler yapmis olsa da, bunu halkin alisik olabilecegi, sindirebilecegi seviyede yapmis oldugundan, uzun seneler boyunca (21 sene) gorevde kalmis ve savasa girmeden once popularitesini kolay kolay yitirmemistir.

    mussolini'nin fasizmi, kesinlikle bir diktatorluk rejimi olsa da, tam anlamiylan bir totaliter diktatorluk degildir. bircok konuda insanlarin haklarina saygi duyulmakta, genelde de halkin cikarina hareketlerde bulunulmaktadir. oyle ki, mussolini'nin fasizminde yahudi dusmanligina yer olmadigi gibi, kendisin zamaninda hitler icin "delinin biri" tarzinda aciklamalarda bile bulundugu soylenir.

    dedigim gibi, roma problemi olarak anilan sorunlari cozmus olan mussolini, bunu cok dahiyane bir bicimde basarmistir. 1929 yilinda vatikan devletini ozerk/bagimsiz kilmis, katolik kilisesinin de kendi basinda guclu olmasina izin vermistir. kati katolik olan italyan halkindan dini cekip cikarmak, tamamiylen olanak disi oldugundan dolayi, vatikan devleti, atilmis cok zeki bir adimdir. oyle ki diger senelerde de mussolini kiliseye cok buyuk onem vermis, hatta katolik kilisesini "bir baska politik parti"ymiscesine benimsemistir. devlet daha bir laik olmus olsa da, kiliseylen devletin manevi birlikteligi, kendisi icin vazgecilmez olmustur.

    mussolini'nin fasist rejimi, tamamiylen anti-liberal ve anti-komunist ozelliklere sahiptir. bunun yaninda kilise yanlisi olarak da tabir etmemiz hatali olmaz. hatta mussolini'nin uc buyuk dusuncesi, aslinda bu fasist yonetimi anlatmak icin yeterlidir. birincisi, komunizm tamamiylen kabul edilmezdir, cunku insanlara din konusunda verilen tercih hakki kaldirilmistir. ikincisi, kamusal alana, mulkiyetin her zaman korunacagi konusunda vaaz vermistir. komunizm'de bu yoktur. ucuncusu ise, milliyetcilik anlayisidir. italya'yi akdeniz'in en guclu devleti yapmayi birincil vazifelerden biri olarak belirlemistir.

    mussolini sonrasi yillarindaki italyan cumhuriyetci anayasasi altinda aslinda uzun seneler boyunca stabil bir hukumet kurulamamistir. hukumetler pek uzun surmemekte, ya erken secimlere gidilmekte, ya da hukumet dusurulmektedir (turkiye'ye cok benzer italya bu konuda). kabineler surekli degismektedir.

    silvio berlusconi ise, herhalde cumhuriyet doneminin en uzun gorevde kalmis basbakanlarindan biridir. muhtemelen uzun bir sure daha gorevde kalacagini dusunebiliriz.

    mussolini'den sonra ortaya yavas yavas butun avrupa'da da yayilmis olan hristiyan demokrat anlayisi cikmaya baslamistir. bu yeni politik sistem, diger bircok partinin buyuk olcude rakibi haline gelmistir. oyle ki cumhuriyet doneminde dahi bir dizi problem mevcuttur. ozellikle "monarsi halen daha mevcut kalmali mi, yoksa italya tamamiylen bir cumhuriyet haline gelmeli mi" tartismalari yapilmaktadir. oyle ki, mussolini hicbir zaman monarsiye saldirma cesaretinde bulunamamis, hatta aristokrasi ile hep ic ice olmaya ozen gostermistir. ancak ikinci dunya savasi sirasinda bu problem yine ortraya cikmistir.

    buyuk olcude italyan halki cumhuriyet icin oy vermis olsa da savas sonrasinda, yine de guney italya sakinleri agirlikla monarsinin kalmasini desteklemekteydiler. bunun sebepleri arasinda guney italya'nin pek gelismemis olmasi, ikinci dunya savasinda pek ciddi savaslara hic taniklik edilmemis olmasi ve eski napolitan krallarinin etkilerinin halen daha halk uzerinde gorulmesi bulunur. 10:9 gibi bir oranla monarsi desteklendigi halde, ulke cumhuriyet halini almistir.

    daha once de dedigim gibi, hristiyan demokrat partiler yavas yavas ortaya cikmaya baslamislardir. insanlar, yogun olarak 19. ve 20. yuzyillarda liberal partiler tarafindan hayal kirikligina ugratildiklarindan yakindiklari icin, hatta liberal partilerin mevcudiyetini, hitler ve mussolini'nin guc kazanmasina neden olan bir etmen olarak gordukleri icin, daha baska partilere yonelmeye baslamislardir. oyle ki, savas sirasinda papa, buyuk efor sarfederek barisi saglamaya calismistir, ancak basarili olamamistir. bu yuzden zaten halk arasinda papa'ya olan saygi, daha da guclenmistir. zaten kilisenin mussolini zamaninda bile guclu olmasindan yola cikarak, hristiyan demokratlar gayet de guc kazanmislardir. italya'da katolik, almanya'da hem katolik hem protestan, avusturya'da katolik, fransa'da yogun olarak katolik olmak uzere, avrupa'daki butun hristiyan demokrat partiler, zaten hristiyan demokratlar birligi catisi altinda toplanmislardir.

    ikinci dunya savasi ardindan iki buyuk parti ortaya cikmaya baslar -ki bu bircok probleme de neden olmaya yeter. bunlar komunist parti ve hristiyan demokrat partisidir. tipki turkiye'deki 2002 secimlerinde oldugu gibi (insanlarin diger partilerden kacmak icin akp'ye siginip, desteklemeseler bile ona oy vermeleri) komunizmin guclenmesini kati surette istemeyen insanlar, oylarini yogun olarak hristiyan demokratlara vermislerdir. boylece parti baya bir guclenmistir. italya'da bologne, herhalde en kati komunist sehirdir koca italya'da. komunizm yanlilarinin da cogunlukla zamaninda kuzeyde olduklarini unutmayiniz.

    1990'li yillardan sonra ise italya yeni bir cehreye kavusmustur. silvio berlusconi'nin goreve gelmesiylen birlikte, bu eski "komunist-hristiyan" parti catismasina bir sekilde dur denilmis, komunist partinin gucu de zaten sovyetler birligi'nin yikilmasiylan buyuk olcude azalmistir. berlusconi, bir hic iken bu pozisyona gelmis oldugundan da anlayacagimiz uzere, gercekten de guclu bir karaktere sahip bir kimsedir. onceleri italyan medyasinin cari haline gelir, ardindan da ulkedeki en zengin insanlardan biri oluverir. hatta "bati medeniyeti, butun diger medeniyetlerden daha ustundur" tarzinda cok riskli ancak bir o kadar da unlu bir sozu dahi bulunmaktadir.

    her ne kadar italya'da halen daha bir dizi politik anlamda kaymalar, oynamalar ve stabilite eksikligi gozukse de, yine de buyuk anlamda halen ayni cumhuriyetci anayasa kullanilmaktadir. oyledir ki, bu anayasa, aslinda dunya uzerinde gorulmemis bir bicimde kapsamlidir. bircok siyaset bilimcisi, italyan anayasasini "fazlasiyla kapsamli olmanin getirdigi zararlara ornek" olarak gostermektedirler.

    ozellikle amerikan anayasasi'ndaki bill of rights'a tekabul eden temel hak ve ozgurlukler yasasi, cok genis tutulmustur. mussolini zamanlarinda insanlarin haklari bircok olcude kisitlanmis oldugundan olsa gerek, daha sonra kurulan cumhuriyette hemen hemen butun haklar yasa haline getirilmeye calisilmis, "bu da benim basima gelmisti, bunu da yasallastiralim" mantigi ile hareket edilmistir. ozellikle de sosyal haklara daha bir onem verilmistir (amerikan anayasasi'nda daha cok liberal insan haklarindan bahsedilir).

    en basidinden bu haklari siralamak gerekirse:

    · sivil iliskiler: ifade ozgurlugu, gosteri yapma hakki.
    · etik ve sosyal iliskiler: aile degerleri, vb. (insanlarin kendi kendilerine karar verecekleri konular yani)
    · ekonomik iliskiler: isciler her alanda gozetilecek ve korunacaklardir (bu sadece sovyet anayasasinda mevcuttu!)
    · politik iliskiler: secme hakki, secmen olmak icin gereken yas siniri, oy verme yukumlulugu, vb.

    oyle ki, bu kadar karmasik olan bir hak ve ozgurlukler kanunu altinda italyan yargi sistemi de buyuk zorluklar yasamaktadir. bu da demek oluyor ki, insanlara cok fazla hak vermek, en azindan bu haklarin hepsini kagida dokmek, isi fevkalade gereksiz bir sekilde komplike bir hale getireceginden, her zaman yarar saglamayacaktir.

    italya'da uzun seneler boyunca belli bir ekstrem noktadan diger ekstrem noktaya hizli gecislerde bulunulmus, ulke de bu yuzden yipranmistir. mussolini doneminde bir uc noktadayken, yeni cumhuriyet doneminin anayasasi ile bu sefer de insanlara cok fazla ozgurluk taniyan bir diger uc noktaya gelinmistir. teoride guzel olsa da problemlere kesinlikle aciktir. o yuzden halen daha italya'da "despotizm ve anarsi arasinda cok iyi bir denge saglanmalidir, bu denge de zaten ulasmak istedigimiz demokrasidir" denmektedir (kimin sozuydu hatirlayamiyorum).

    hepsinden ote, yine yazimi her zamanki gibi copy paste degil alinteri diyerek bitirmek istiyorum ki, herhangi bir yanlis anlama, "kaynak goster aloo" deme durumlari olmasin.
1984 entry daha
hesabın var mı? giriş yap