65 entry daha
  • "...
    turgut'la ankara'da, 1961 kışında düzenlenen bir şiir gecesinde tanıştık, daha doğrusu ben onu tanıdım, onun beni fazla umursadığını sanmıyorum. konuşma sesi dünyanın en güzel arabistanı'ndaki -bana fazla erkeksi gelen- şiir sesine oranla çok yumuşaktı. bir gece sonra sanatseverler kulübü'nde kalabalık bir masanın iki ayrı ucuna düştüğümüzde onu çaktırmadan inceleme olanağı buldum:

    güzel insanların ille de zekadan ve duyarlılıktan yana fukara olacağı görüşünü asla benimsemediğim için ona önyargısız yaklaşabildim. perdede bir an görünselere bile belleğimizde yer eden sinama-yüzleri gibi anlık çekicilikten serpilen kalıcı bir karizması vardı. bozulmamış bir çocuksulukla bir olgunluğu (mehmet baydur'un deyişiyle "külyutmazlığı") içiçe götürebiliyordu. üstelik belli aralarda değil, aynı anda! kişi yaşlandıkça, yüzü yılların ve deneyimlerin çizgilerini yansıttıkça daha da güzelleşebilir, daha da yakışıklı olabilir, ama tugut uyar'ın yakışıklılığı düpedüz doğuştandı.

    tanıştığımızda ben yeni evlenmiştim; turgut, nicedir evliydi. bir gün birlikte olacağımız ikimizin de aklının ucundan geçmemişti, ayrıca aramızda önemli bir yapı farkı vardı. ben sırılsıklam aşık olduğum zaman bile çevremdeki güzellikleri kaçırmamaya yatkınımdır. "bir önceki sevgiliden devralınan inceliklerin" sonraki sevgililikleri kalkındırdığına inanırım. oysa turgut uyar'ın monogam gözü, yanındaki sevgiliden başka kimseyi görmez, hiçbir üçüncü öğenin yer almadığı iki-kişilik bir dünya özler, geçmişin bütünüyle silindiği, geleceğin güvenceli olduğu sürekli bir şimdiki zaman peşindedir. evliliğimizdeki en büyük sürtüşme de bu zıtlıktan doğacaktı sonraları. turgut beni her an elinden kaçıracakmış gibi gereksiz bir kaygıyla yıpranacak, ben de hiçbir rekabetin sözkonusu olmadığı bir alanda boyuna birinci seçilmekten yorulacaktım.

    turgut uyar, 1966 yılında karısından boşanıp istanbul'a geldiğinde ben -yine benzer nedenlerden ötürü- kayalara toslamış bir ilişkinin dibine varmıştım. daha önce turgut kadar aşık olduğum iki sevgiliyle ( aşık olmak kişisel bir yetenekse, kullandığınızda daha azı-çoğu gibi ayrımlar yapamıyorsunuz) birlikteliklerimden ders almam gerekirdi. genç kızlığımda verdiğim asla evlenmeme kararımı, kanun hükmünde kararnamelerle ansızın bozmuştum da bu konuda ehliyetim olmadığı besbelliydi. üstelik edebiyatçı ya da sanatçı çiftlerin fırtınasız, mutlu bir yaşam sürdürdüklerine, uslu uslu geçinip gittiklerine ilişkin tek örnek yoktu dünyada.

    gerçi dünya görüşleri, edebiyata bakışları birbirini tutan insanların birarada yaşamaları bana hala çekici geliyor, gelgelelim gerçek yaşam, düşlenen yaşama pek uymuyor. ortak evin, iki kişinin ayrı odalarda birbirinden bağımsız çalışabilecekleri bir tür atölyeye, onların kişisel eğilimlerini yansıtan mekana dönüştüğü kesin bu durumda. ortak dostların özenle ağırlandığı bir sofra, yemeklerin birlikte pişirildiği, bulaşıkların birlikte yıkandığı bir mutfak da katalım resme. yeni ürünlerin okunduğu, tartışıldığı iki koltuk da koyalım karşılıklı... daha ne olsun?

    ne olabilir? bu uyumlu çiftin, birbirlerini sabırla tanıyan akıllı-uslu evli çiftler kadar başarılı olmamalarının nedeni ne peki?

    galiba ilk günkü heyecanı hep diri tutmak kararlılığı, sevdiğini her gün ya da her gece yeniden keşfedilecek bir kıta gibi görmenin bindirdiği yorgunluk. kısacası, birbiriyle beslenme duygusunun yarattığı çelişkiler.

    turgut uyar'la geçirdiğimiz bazı hırgürlü geceleri şimdi olsa kaldıramayacağımı biliyorum ama bütün güçlüklerine karşın fırtınalı bir aşkı, yavan, düz-ayak bir ilişkiye hala yeğlediğimin de bilincindeyim.

    "dünya bir sanrıdır" diyor birisi,
    belki bir sancı.
    ..."*

    gündökümü / bir uyumsuzun notları
388 entry daha
hesabın var mı? giriş yap