• 30 yaşındaki bir adamı değiştirmeye çalışmak neye benzer canım kardeşim, anlatayım mı sana? bakraç var ya bakraç, bildin mi bakracı? bunun içine zaman zaman kaynar su ya da kaynar süt neyi koyarlar. "yavrııım, şu bakracı bi getiriver hele bu yanlı. he mi daşşaana gümüş taktığım?". getireyim getirmesine de nine, sen bu amına koduğumun bakracının kulbunu da aynı metal malzemeden yapmışın? tutamıyorum ki. ulan bakraç pişmiş, süt pişmemiş. öyle bir sıcaklık. işte, 30 yaşındaki bir adamı değiştirmeye çalışmak, o bakracı maşasız nesiz çıplak elle nineye kadar taşımaya benzer. on beşinci yüzyılın ünlü matematikçisi ali kuşçu'nun bu konuda yazdığı beyit dilden dile dolaşır durur:

    a noktasından hareket eden bir çocuk, elinde kaynar bir bakraçla b noktasındaki nineye doğru yola çıkmıştır.
    zalım nineye vururum allah deyu deyu.

    beraber olduğu bütün kızlarla ciddi düşünen bir alemlerin tavşanı ben mi varım şu siktiğimin yerinde inanın çok merak ediyorum. benimle ciddi düşünmeyen kızlarla dahi ileriye yönelik planlar kurdum lan. vakti evvel gripten geberirken bayağı normal arkadaş olarak takıldığımız ve çok da sık görüşmediğimiz bir kıza msn'de muhabbet arasında hasta olduğumu söylemiştim. muhabbet epey uzadı, iş kızın evime gelip çorba yapmasına kadar dayandı. bir iki saat kadar sonra geldi eve, çorbayı içtik, öyle beraber film falan seyrederken bi anda yiyişmeye başlamıştık. bildiğin plansız programsız, beklemediğim bi yiyiş dönüyo. hemen sevgili tribine girmiştim. kızın babası asker, ertesi sene tayini çıkacak, "eee nasıl görüşcez seneye" falan diyorum. ya ne diyon oğlum sen? işte ne bileyim, ertesi gün kızın kuyumcuya gidip altın bozdurması gerekiyo, "dur beraber gidicez, ben götürcem seni" falan diye her boka müdahil bi gavat. karının resmen kabusu oldum lan. ulan arkamdan "aaaaa yapıştı be herif. ilk fırsatta çekiyorum siktiri şekerim. altı üstü iki göt ellettik, o da sadakası olsun eşşoğlueşşeğin" diye muhabbet çevirmediyse ben de hiçbi şey bilmiyorum.

    şimdiki bahse konu sevgilim de elbette ciddi düşündüğüm kurbanlarımdan biriydi. belki de cümlemizin hayatına teğet, haybeci bir yirmi birinci yüzyıl aşk hikayesi kardeşlerim...

    pek ideal sevgili sayılmam. hatta inkar da etmem, ayının biriyimdir. kızı fazlaca sahiplenirim, giyim kuşamı dahil her bokuna müdahale ederim, gözümün tutmadığı erkek arkadaşlarıyla görüştürmem, romantizmden anlamam, sevgililer günü kutlamam. seyahat etmeyi severim, anlatılmaz yaşanırım. neyse, küçüklüğümden beri kızlarla pek arkadaşlık da yapamadığım için yontulamadım. fakat bu ayılıklarımın farkında olduğum için ilişkiye başladığım bütün kızlara en başında böyle bir insan olduğumu açık açık anlattım. göze alanlarla başladık işte amına koyim, hikaye bu.

    beni samimiyetle sevdiğine inandığım bu kız, her türlü ayılığımı bir güzel çekti allah'ı var, hakkını vermek lazım. zaten tanıştığımız zaman adımı söylediğimde "enis mi? en sevdiğim isim" diyerek o biçim bir golle başlamıştı mevzuya. ulan tabii ki adımın herhangi birinin en sevdiği isim olabileceğine ben de inanmıyorum. zaten isim konusunda takıntılı ve şanssız bir adamım. takıntılı olmamda ilkokuldan beri "enis, götüne girsin penis" adlı aruz vezniyle yazılmış, hala gün geçtikçe içinden yeni sırların ortaya çıktığı o büyük ve gizemli şiirle muhatap olmamın etkisi olabilir. ya da yeni tanıştığım adamların enis'i enes ya da deniz olarak algılıyor olmasının mı ("memnun oldum esin" cümlesini tüm kulaklarımla duymuşluğum vakidir. domalsak sikecek herif) tam olarak bilemiyorum. ve aynı zamanda şanssızım da. eskiden olurdu lan, hala da duyuyorsunuzdur, geceleri hamile kadınların rüyasına bazı tipler girip "kızın olacak, adını şu koy bu koy" falan derlerdi. bizim validenin rüyasına da girmiş. herifin dediği lafa bak: "bir oğlun olacak. adını yekta koy". yekta mı? ulan elalemin rüyasına giren ak sakallı dede gelecekten haber verir, kayıp eşyanın yerini söyler, at yarışı sonucu falan bildirir, bizimki benim hayatımı sikmek peşinde. milyonlarca isim arasından nerden de buldun yekta'yı? validenin rüya gibi mevzulara peki itimadı olmadığı için koymamış yekta'yı, ama bizi de bir ömür boyu necip milletimi enis diye bir ismin gerçekten var olduğuna ikna etme göreviyle baş başa bıraktı. şanssızım tabii amına koyim.

    kıza hakikaten kanım ısındı. benim hayvanlıklarım dışında her şey gayet güzel gidiyor. ama ayıyım işte, sorun burada zaten. hani derler ya, ilişkide çiftlerden biri ilişkinin beyni, diğeri kalbidir. bizim ilişkiye bakıyorum; kız mantığıyla ilişkinin beyni oldu, sevgisiyle yüreği ve arada nefes almamızı sağladığı için ciğeri... amına koduğumun ortamı sakatatçı dükkanına dönmüş, ben kendime bir rol ayarlayamadım arkadaş. artık ben de ilişkinin daşşağı mı oldum, noldum anlamadım.

    güzel kız, kıskanıyoruz tabii. giyimine kuşamına karışmama ses etmiyor, yavşak yavşak ne sikim olduğu belli olmayan gebeş erkek arkadaşları var, görüştürmüyorum "önemli olan sensin" deyip geçiyor, telefonuna yetişemediği zaman azarlıyorum falan, yapmadığım zulüm yok kıza. kızın yüzü her daim gülücükler saçıyor. ben? surata bak süngüye davran. mütemadiyen nemrut gibi geziyoruz. ama kızın inceden rahatsız olduğunu da hissediyorum aslında. sonra, ekim ayındaki doğum gününü unutmam ve sevgililer gününü siklemememle rahatsızlık ayyuka çıktı, söylenmeye şikayetlenmeye falan başladı. kız dişlerini göstermeye başladıktan sonra işler değişti. kırk derviş bi halıya sığmış da, iki padişah bi dünyaya sığmamış. her dakika birbirimizi yiyoruz. lan oğlum iki dakka efendi olsananız.

    bir gün evde beraber takılırken, hayvan gibi susadım. dolapta süt vardı, hani bu yörsan'ın cam şişeleri oluyo ya. dayadım şişeyi ağzıma, lıkır lıkır içiyorum. ama siktiğimin şişesinin ağzını nasıl yaptılarsa doğru düzgün içemiyorum, sağdan soldan dökülüyo. ulan susayınca cam şişeden süt içen bir james dean, bir marlon brando'nun gençliği tadı yakalayalım derken iş iyiden iyiye carmen electra'ya döndü. boynumdan göğsümden götümden sütler akıyo resmen. bu seksi sahneyi tamamladıktan sonra gözümü mutfağın kapısına çevirdiğimde bir çift gözle karşılaştım. hani, nasıl anlatsam? hsbc ve fotoğraf evi'nin ortaklaşa düzenlediği "tiskinmek" temalı fotoğraf yarışmasının afişi. aha o kadar söylüyorum. kız ciddi ciddi bıktım diye ağlayarak evi terk etti.

    tam olarak ayrılmadık tabii. telefonla görüşüyoruz, arada bi buluşuyoruz. benim tek niyetim kızı döndürmek. sonra bana dedi ki, "senin bu asabiyetinle, ayılığınla gerçekten yürütemeyiz. kendini biraz değiştirmezsen asla dönmem. ruh sağlığım bozuldu amına koyim". amına koyim demedi tabii de, ben gaza geldim şimdi. "lan olm 30 yaşında adamı nereye değiştiriyosun?" diye karşılık verdim ama bi taraftan da meyilliyim. çünkü hem kızın dönmesini istiyorum, hem de hakikaten artık biraz düzenlemeye çalıştığım bir asabiyet ve ayılık problemim var. benim değişimden anladığım bu, tabii ki kimse için kendimizi değiştirecek değiliz.

    sonra, bu problemlerimi düzenlemek için şu an ben de dahil cümlemize aşırı saçma gelecek -ama o anda bana çok mantıklı gelmişti lan- bir fikir belirdi kafamda: bütün gün oturup sevimli bulduğum bir hayvanın envai çeşit belgeselini izlemek ve bu duygu patlamalarının yaşandığı ortamda tüm gereksiz parlamalarını ve her boka karışma zorunluluğu hissetmelerini en azından biraz azaltabilmiş yepyeni bir enis yaratmak. hani, akvaryumdaki lepistesi izleyip sinir stresten kurtulmak hesabı. bu ne lan? ulan böyle bi fikrin yaratacağı terakkiyi sikeyim ben zaten.

    bilahare hangi hayvanı çok sevimli bulduğum düşündüm. aklıma gele gele civciv geldi. lan iyi de civcivin bi olayı yok ki, neyin belgeselini izleyeceksin? yemlen, sıç, top gibi yuvarlan, başka da bi bok yok. allah'ın günü civcivin götündeki bok izlenir mi? kendimi tanıyorum, hemen akabinde aklıma geldi mevzubahis hayvan: maymun.

    küçüklüğümde deli gibi beslemek istemiştim, annem yıllarca "bahçeli evimiz olursa alırız yavrum, söz" diye oyaladı bizi. amına koyim kulübe mi yaptıracaksın maymuna diye sormak hiç aklımıza gelmedi tabii. o sözler bir nevi, maymun almamızın imkansızlığına dair bir atıftı belki. ama nasıl istiyorum, nasıl hayaller kuruyorum. beyaz bi kıyafet alırım maymunuma, hep beraber gezeriz, beraber maç yaparız, beraber basketbol oynarız diyorum. nasıl bi anlam yüklediysek maymuna, mübarek maymun maymun değil sinyor can bartu amına koyim.

    fakat, kendime terapi uygulama maksatlı başlattığım bu süreç doğal olarak işleri daha da boka sardırdı. misal bir belgeselde maymuna bilgisayar ekranında dağınık rakamları saniyenin onda biri falan gibi bi süre gösterip ekranı kapatıyorlar. herif o saniye, sırasıyla rakamların yerini işaretliyor lan. ya da ne bileyim, ince uzun bi kabın dibine fıstık koymuşlar, bunu hayvana aldırmaya çalışıyorlar. yemin ediyorum belgeseli durdurup yarım saat düşündüm ben olsam fıstığı nasıl alırdım diye bulamadım. bu siktiğimin orangutanı odaya girdiği gibi gitti çeşmeden ağzına sus doldurdu, kabın içine tükürüp fıstığın yüzeye çıkmasını sağladı. hayvan benden zeki amına koyim, resmen kendime güvenimi kaybettim.

    goriller var bir de. herif resmen vücut yapmış. yapmasına yapar tabii de, bu herif otçul birader. ulan biz spor yapmaya kastığımız dönemler timsah gibi sabah akşam et yiyoruz da anca anca bi boka benzer gibi oluyoruz, bu ibne safi zambak yiyerek olimpiyat şampiyonu vücudu yapmış. şirindir, sevimlidir diye maymun izleyip kendimize insaniyet telkin edelim, kalp kırmayalım, biraz yumuşayalım derken özgüven hadisesi dibi boyladı. baksana ulan heriflere. evrim teorisi yalan çıktı. maymundan geldiğimiz falan yok, bizim maymuna gitmemiz lazım amına koyim. evrim mevrim yok. hocam o elinizi götümden çekerseniz harika olacak inşaallah.

    bir süre bu şekilde devam ettim terapiye ama olacak gibi değil. küçük bir sürpriz yaparak kızın gönlünü alayım bari diye bir plan kurdum. çocukluğunda okumuş olduğu ve kaybettiği, şimdilerde de hiçbir yerde bulamadığı -adını vermeyeceğim- ve hakikaten aşık olduğu bir kitaptan bahsederdi. dedim bulup hediye edeyim. epey bir kitabevini aradım ama nasıl bir kitapsa resmen piyasada yok. bizim pederin eski kitap hastalığı vardır, anormal derecede. gezer abi, geçtim artık sahafı falan, bit pazarından kitap toplar. ona söyledim, herif harbiden aradı taradı buldu. ama kitabın yarısı yok amına koyim. yalnız kitabın yarısı yok dediysem, sayfa sayısı olarak değil. bildiğin üst taraftan aşağıya doğru yarısı yok kitabın. yanmış. lan gülsem mi ağlasam mı?

    pek istekli değildi ama buluştuk, "sana bir sürprizim var" diyerek kitabı uzattım. bir yarısı yanmış kitaba baktı, bir bana, belki hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini fark ederek o anda "işte sen bu kitabı anlayabileceğin kadar sevebilirsin beni" dedi gözleri biraz dolu, ama gülümseyerek. meğerse kitap, bir fotoğraf karesine aşık olan adamın hikayesini anlatırmış...
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap