7 entry daha
  • çocuktum. eşcinsel bir erkek olarak daha o dönemde bile hemcinslerimden yani erkeklerden hoşlanıyordum; ancak henüz cinsel kimliğimin/yönelimimin farkına varmamıştım. bilmiyordum. türkiye'de çocuklara verilen cinsel eğitim, kız çocuklarının ilk kez regl olması sonrasında suratına bir tokat patlatılması ve bu olayı kimseye anlatmaması şeklinde tezahür ederken, erkek çocuklarının penis uçlarından ilk kez sperm gelmesi sonrasında "cenabet olmuşsun git boy (gusül) abdesti al" ifadesiyle özetleniyor. türkiye'de erkekler ve kadınlar birbirlerinin vücutlarını eğitimle falan değil karambolle tanıyorlar.

    ben erkek vücudunu tanıyordum çünkü kendi vücudumu biliyordum. kadın vücudunu tanıyorum çünkü günümüzde cinselliğe ilişkin kitaplar her yerde bulunabiliyor. ilk ergenlik yıllarımda cinsellikle ilgili kitaplar okuyordum. tamamen heteroseksist bir dille yazılmış olan bu kitaplarda, erkeklerle kadınların nasıl seks yapacaklarına ilişkin pozisyonlar, ayrıntılı resimlerle anlatılıyordu. ancak bu kitaplarda, erkeklerle erkeklerin nasıl seks yapacaklarına ilişkin pozisyon, resim, açıklama, ayrıntı yoktu. hoş, nasıl seks yapacağımı kitaplardan öğrenecek değilim; ama yine de, kitaplardaki bu eksikliği erkenden keşfetmiştim.

    cinsel yönelim öğrenilebilir bir şey olsaydı, ben okuduğum o kitaplardan heteroseksüelliği öğrenebilirdim. annemle babam heteroseksüeldi; heteroseksüelliği onlardan öğrenmem gerekirdi. ailem, arkadaşlarım, komşularım, çevrem falan herkes heteroseksüeldi. koca dünyada yapayalnızdım. birilerine sorup öğrenebilmem mümkün değildi. çünkü bilmiyorlardı, ve bilmediklerini de bilmiyorlardı.

    benim çocukluğumdan beridir çevremde hep eşcinselliğin "kötü" olduğu, sapıklık olduğu söylenir. bunu o kadar çok söylemişler ki, küçüklükten beridir bir refleks geliştirmişim. saklanıyorum. hani ergenler, mastürbasyonlarını gizli saklı yaparlar ya, benim bütün hayatım gizli saklı bir mastürbasyon gibi. birinden hoşlandığımda içime attım. erkek dünyasının hem içinde, hem de dışındaydım. içindeydim; çünkü cinsiyet segregasyonunun sınırları çok keskindi. her okulda erkeklere ve kızlara ait tuvaletler, beden eğitimi dersi için ayrı soyunma odaları, yatılı okullarda ayrı yurtlar, üniversitelerde ayrı yatakhaneler, ve çoğunlukla da ayrı sosyalleşme alanları ya da durumları tanımlanmış. kızlarla oynayan erkekler, benim ilkokul yıllarımdan beridir, asla hoş görülmez. kızlar ip atlar, erkekler top oynar. kıyafetler bile renklere göre ayrışmıştır. kızlar pembeli cicili bicili giyinirler, erkekler daha "cool" ve soğuk renkler giyinirler. bu ayrışma tarihsel süreçte nasıl şekillenmiş, erkekler neden soğuk renkleri seçmişler, bunun bir açıklaması olmalı. bu durumlar ya da cinsiyet ayrışmaları bana hiçbir zaman hitap etmedi, onu biliyorum.

    ortaokul yıllarında erkeklerle kızlar çıkmaya başlıyorlar. çevremdeki herkesin kız arkadaşı ya da erkek arkadaşı var. ama benim yok. bunu görmek için dikkatli gözlere de gerek yok. bir gey, birazcık da zekiyse, derslerine yoğunlaşıp başarılı olmak suretiyle "senin sevgilin niye yok" şeklindeki soruları savuşturabiliyor. "ama ben ders çalışıyorum"lar güzel cevaplar oluyor ebeveynlerin nezdinde. çünkü dersleri iyi olan çocuklar iyi okulları kazanıyorlar ve hayatlarını kurtarabiliyorlar. dolayısıyla, sevgilisi olmayan gizli geylerin aileleri "oğlum/kızım çalışkan oh iyi iyi" diye seviniyorlar bu durumda.

    yıllar geçiyor, görünürde sevgili yok. çevre baskısı gittikçe yoğunlaşıyor. anne-baba baskı yapmasa bile, "arkadaş" çevresinden baskı geliyor. herkes soruyor, herkes. nerde bu sevgili? inandırıcı bir yalan bile uydurulamıyor. herkes sevgili fotoğrafı soruyor. sana ne be adam/kadın? ergenlik yılları boyunca kendilerini ispatlamaya çalışan erkekler, kadınlar, öğrenilmiş heteroseksizmlerini kusuyorlar. herkes karşı cinsle çıkacak, sevecek sevişecek, bunu yapanlar kabul görecek, yapmayanlar "ibne" ya da "erkek fatma" olacak.

    bu süreçte arkadaş sayısı azalıyor. durumu sorgulamadan kabullenenlerin sayısı oldukça az. psikolojik bunalımlara geçiliyor. yalnızlaşma, izolasyon, hatta sosyal tecrit, dışlanma ... geyler bu sorunlara göğüs germeyi çok erkenden öğreniyorlar, dolayısıyla da erkenden olgunlaşıyorlar. saklanarak yaşamayı öğrenmek ne kadar ürkütücü halbuki... çevrede bulunan insanlardan kaçmak, saklanmak, gizlenmek ... hem fiziksel hem de ruhsal anlamda bütün kapıları arkasından kilitlemek ...

    üniversite. göreli özgürlük ortamı. eski tanıdıkların sayısı azalıyor, ilk kez tanışılan insanlar falan. yeniden, herşeye sıfırdan başlanıyor. güven tesisi oldukça önemli. cinsel kimlik/yönelim oturuyor, artık çocukluk hezeyanları az biraz sona eriyor. heteroseksist yaratıklar üniversite kampüsünde hayatı öğreniyorlar. biz geyler çoktan öğrendik. hem de yaşayarak, acısını çekerek, kıvranarak. onlar, üniversitenin ilk yıllarında ergen komplekslerinden kurtulamamış, olgunlaşamamış oluyorlar. biz olgunlaştık. biliyoruz. kendimizi tanımlayabiliyoruz. ama hala saklanıyoruz. nedense kaybetmekten korkuyoruz. bazı şeyleri kaybetmek gerekir: sahte arkadaşları, çıkarcı yaratıkları, yüzüne gülüp de arkadan satanları, homofobik ahlak zabıtalarını ...

    eskiye kıyasla, saklanmamayı öğrendim. güvenirsem söylüyorum. böylesi daha iyi, daha rahat. tecrit duygusundan kurtuluyorum böylelikle. benim gözlediğim eşcinsellerde "kabul görme" isteği çok belirgin. o kadar dışlanmışız ve o kadar aşağılanmışız ki, nefret ettiğimiz heteroseksist homofobik toplumun her şeye rağmen bizi kabul etmesini ve bizi arasına almasını istiyoruz. intikam duygusu da taşımıyoruz. her şeyi unutmaya, sıfırdan başlamaya ve yaraları birlikte sarmaya hazırız. sadece, eşitlik istiyoruz. insanca, onurlu bir yaşam. cinsel yönelimlerin önemli olmadığı ve ayrımcılık sebebi haline getirilmediği, cinsiyetsiz bir toplum. erkek olmanın kutsanmadığı, kadınlığın aşağılamalarla bastırılmadığı, eşcinsellerin ve transcinsellerin diğer yurttaşlarla aynı haklara sahip olduğu bir yaşam alanı.

    cinsel yönelim özetle bu. ne eksik ne fazla. var, herkese rağmen olduğu yerde duruyor ve durmaya devam edecek.
25 entry daha
hesabın var mı? giriş yap