127 entry daha
  • yeraltı edebiyatı güzel bir tür. çünkü bu türü okurken insan alışılmışın dışındaki yaşantılarını sürdüren insanlarla empati kurarak, onların hayatlarında kendisinden parçalar bularak, ya da onlar gibi hayatta yeni arayışlar içerisine girerek huzuru bulmaya çalışıyor. palahniuk’un şöyle bir sözü var kitapta: “insan ancak ıstırap çekmeyi seçtiğinde gerçekten küçük düşürülebilir.” yeraltı edebiyatı karakterlerinde biraz da bunu görüyoruz aslında. bu da okuyucuya şunu sağlıyor. estetik kaygısından, utanma duygusundan tamamen uzak bir şekilde samimiyeti ve gerçek duyguları bulabiliyoruz bu türde. bu tabi insana hiçbir bok katmayan gelişigüzel bir dille yazılmış vaziyette de sunulabiliyor; palahniuk’ta olduğu gibi özgün, çarpıcı ve düşündürücü şekillerde de sunulabiliyor; ya da büyük usta dostoyevski’de olduğu gibi en uçlardaki anlatım yeteneğiyle, sürekli hayatı sorgulatan ve aydınlatıcı şekillerde de sunulabiliyor. bir kitabı okurken genelde beğendiğim pasajları işaretlerim ve bunların üzerinden giderek yorumlamayı severim ama başlıkta aratınca görüyorum ki arkadaşlar zaten kitabı döşemişler buraya. bunu yaparken güzel alıntılara da yer vermişler sağolsunlar. o yüzden aynı şeyleri tekrarlayıp laf kalabalığı yapmanın lüzumu yok. çok satandır, yazarı popülerdir, ottur boktur demeden okuyun, okutun. kitapta bulacağınız sıradışı karakterlerle birlikte birer aziz ya da azize olmanın, belki de sadece dünyaya gelmiş birer bok parçasından ya da birer günah keçisinden ibaret olmanın, hatta belki de sadece bir sünger olmanın, isa’nın ne yapıp yapamayacağının, hayatta ne yöne gittiğinizin ya da sadece neden ve ne amaçla gittiğinizin tekrar keşfine çıkın. tıkanmanın içerisindeki o dinginliği yakalayın.

    filmine gelecek olursak da “vasat” doğru kelime değil ama ilk akla geleni haliyle. neyse ki çok büyük beklentilerle izlemeyip sinirlenmemişim. bu bana kalırsa kitapta bulup filmde bulamadığımız öğelerden çok(örneğin victor'un gıpta ettiği o şişko tarzan ve maymuna hiç değinilmiyor) hayalimizdeki karakterlerin, mekanların, davranışların gerçekle bir türlü örtüşememesi ile ilgili olsa gerek. örneğin kitabı okurken benim kafamda canlanan film doğal olarak çok daha karanlık, çok daha kirli, estetik kaygısından uzak ve de aynı zamanda sanatsal ve huzur vericiydi belki. palahniuk bu konuya kitapta da klasik şekilde değiniyor aslında: "hiçbir şey hayallerinizdeki kadar güzel olamaz”. belki de bu filmi bir david lynch, bir guy ritchie ya da bir coen kardeşler üstlenseydi, ya da başrollerde bir brad pitt, bir edward norton oynasaydı, seyirci kaygısıyla pompalanan komedi unsurlarından çok asıl aradığımız dramı, heyecanı görebilseydik; özetle kitabın başında da değinildiği gibi orada anlatılanlara kafamız iyice bozulsaydı, orada anlatılanlar tıkanma duygusunu bize tam olarak yansıtabilseydi işte o zaman hayallerimize daha yakın bir film bulabilecektik. en azından bugün en az bir tyler durden karakteri kadar victor mancini’ye ya da diğer tüm karakterlere ilgi duyuyor olacak, sözlükte haklarında sayfalar dolusu entriler döşemiş olacaktık. deliler gibi etkilendiğimiz bu filmi göklere çıkartacak, izlemesi ve izletmesi için herkese tavsiye edecektik. olmadı. belki çok yazık oldu. ama olsun. filmi olmasa da kitabı türünün üstün örnekleri arasında yer buldu.
63 entry daha
hesabın var mı? giriş yap