107 entry daha
  • ahmet taner kışlalı siyasal sistemler- siyasal uzlaşma ve çatışma adlı kitabında şöyle anlatıyor:

    "e)kemalizm

    kemalizm, tıpkı liberalizm ve sosyalizm gibi, bir devrim ideolojisi olarak doğmuştur. ama, liberalizm ve sosyalizmden farklı olarak, geri kalmış bir ülkedeki devrim koşullarının gereksinimlerini yansıtmaktadır. bu nedenle de, kemalizmi iyi değerlendirebilmek için, geri kalmış ülke devrimlerinin gelişmiş ülke devrimlerinden farkını anlamak gerekir:

    (bkz: devrim/#18268389)

    mustafa kemal, tıpkı lenin gibi, birinci dünya savaşı'nın ülkesindeki eski düzenin temsilcilerini maddi ve manevi açıdan yıpratmasından yararlanarak, evrimin henüz zorunlu kılmadığı yeni bir toplumsal-siyasal düzeni yaratarak süreçleri harekete geçirmiştir. lenin, rus ordusunun perişan olması sayesinde, küçük, ama iyi örgütlü ve bilinçli bir güce dayanarak siyasal iktidarı ele geçirirken; mustafa kemal, ülkesini düşman işgalinden kurtarmanın kendine kazandırdığı olağanüstü etkiyi kullanarak devrimi gerçekleştirmiştir. lenin'in rusya'nın koşullarına uydurmağa çalıştığı marksist ideoloji -yukarıda değindiğimiz nedenden dolayı- dogmalaşırken; mustafa kemal, liberalizm ve sosyalizmden yararlanarak türkiye'nin koşullarına göre oluşturmaya çalıştığı devrimci ideolojinin dogmalaşma olasılığını önlemeye çalışmıştır, ideolojik kalıplaşmanın hızlı bir değişim süreciyle bağdaşmayacağını vurgulayarak, bir anlamda "sürekli devrimcilik" anlayışının öncülüğünü yapmıştır. bazılarının ileri sürdüğünün tersine, kemalizmin ideolojisi vardır, ama "öğreti"si (doktrini) yoktur.

    kemalizmin önünde iki aşamalı bir amaç vardı: bağımsızlık ve çağdaşlaşma. bu ereklere ulaşmak için, ideolojinin çerçevesini oluşturan milliyetçilik, cumhuriyetçilik ve laiklik ilkeleri fransız devrimi ve dolayısıyla liberalizmden, devletçilik, halkçılık ve devrimcilik ilkeleri de sosyalizmden esinlendi:

    (bkz: milliyetçilik/#18267887)
    (bkz: cumhuriyetçilik/#18267834)
    (bkz: laiklik/#18267878)
    (bkz: devletçilik/#18267857)
    (bkz: halkçılık/#18267843)
    (bkz: devrimcilik/#18267848)

    geri kalmış ülkelerin genellikle kıt olan kaynakları içinde en bol malzeme insandır. üstelik diğer kaynakları harekete geçirebilecek güç de gene o insan öğesidir. bu nedenle, geri kalmış ülke devrimleri, her şeyden önce insanı değiştirmeye, daha etkili daha bilinçli bir "yeni insan" yaratmaya yönelik, insanın düşünüş ve davranış biçimlerini değiştirmeye yönelik bir "kültür devrimi" olmak zorundadır. geri kalmış ülke devrimcileri, bu yeni insanı yaratabildikleri ölçüde başarıya ulaşırlar.

    hiç kuşku yok ki, mustafa kemal, tarihin tanıdığı en cüretli, en büyük ve kapsamlı kültür devriminin baş mimarıdır. dilde, dinde, hukukta, yazıda, giyside, eğitimde, tarihte yaptığı reformlar; bazıları bugün biçimsel görünse bile, inanılmaz boyuttaki bir kültür devriminin, bir bütün içinde çok anlamlı olan parçalarıdır. osmanlı imparatorluğu içinde dili ve tarihi unutturulmuş, kendine güvenini yitirmiş bir halktan, çağdaş, başı dik, kendisiyle gurur duyan bir ulus yaratabilmiş olmanın ne büyük ve zor bir sonuç olduğunu bugün takdir edebilmek zordur.

    napolyon, "süngülerle her şey yapılabilir, ama üzerine oturulamaz." diyor. bunun sosyolojik anlamı açıktır. hiçbir toplumsal hareket, dayandığı toplum kesimlerinin olanaklarını aşamaz. her önder, ne kadar büyük olursa olsun belirli bir toplusal tabana dayanmak zorundadır ve dayandığı, dayanmak zorunda kaldığı o toplumsal tabanın gücünü ne ölçüde harekete geçirebilirse, o ölçüde başarılı sayılır

    mustafa kemal'in, birinci hedef olarak ulusal bağımsızlığı sağlayabilmek için dayanabileceği güçler belliydi: asker-sivil bürokratlar, ulusal nitelikli, ama oldukça zayıf hu kentsoylu kesimi ve büyük toprak sahipleri. bunun dışında güç alabileceği, örneğin bir işçi sınıfı yoktu, ulusal bağımsızlık hareketini örgütleyip sonu gelmeyen savaşlardan yorgun düşmüş anadolu köylüsünü harekete geçirirken bu sacayağına dayanmak zorundaydı. topluma, yirminci yüzyılın sonlarında bile hiçbir islam ülkesinin ele almaya cesaret edemediği dönüşümleri kabul ettirebildi. ama örneğin sıra "toprak reformu"na geldiğinde, başaramadı. çünkü geçmişte dayanmak zorunda kaldığı, hareketinin tabanında yer alan güçlerden biri de "toprak ağaları" idi. kemalizmin başardıklarını ve başaramadıklarını, 1920'lerin türkiyesinin toplumsal-ekonomik koşullarını ve içinde bulunduğu dünyanın özelliklerini göz önüne almadan yapılan bir değerlendirme bilimsel olamaz.

    fransız araştırmacı françois georgeon şunları yazıyor:

    (bkz: françois georgeon/#18267863)

    iranlı muhaliflerden, halkın mücahitleri örgütünün önderi mesut racavi ise bir türk gazetecisine şöyle diyor:

    (bkz: mesut racavi/#18267867)

    ***

    kemalizmin bir ideoloji olarak çerçevesini çizdik" ve kemalist devrim'in temel özelliklerine değindikten sonra, bazı soruları teker teker yanıtlamakta yarar var.
    ilk soru, kavram ve o kavramların anlatılmasında kullanılan sözcüklerle ilgili: "atatürkçülük" demek mi daha doğru, yoksa "kemalizm" demek mi?

    (bkz: atatürkçülükle kemalizm arasındaki farklar/#18268499)

    yanıtlanması gereken ikinci soru da şu: kemalizm için amaç "insan" mıdır, yoksa "devlet" mi? kemalist devlet anlayışı "sivil toplum" özlemi ile çatışır mı, çatışmaz mı?

    faşizmin ve hatta komünizmin tersine, kemalizm için "devlet" sadece bir "araç"tı. kemalist devletçilik, bir ideolojik tercihin değil, toplumsal bir zorunluluğun ürünü idi. ne burjuva sınıfı ne de sömürgeleri olan bir toplumda, altyapıyı da temel sanayii de devlet kurdu. bunu yaparken de, birkaç kuşağın emekçilerini, -batı'daki gibi- ezmedi. tersine, batı'da "kan"la elde edilen hakları, kitlelere "ciddi bir istem" bile olmadan verdi.

    anadolu ajansı bir "devlet dairesi" olarak değil de bir anonim ortaklık olarak kurulduğunda, yıl 1925'ti. anaparanın tümünü devlet koyduğu halde, payların yarısı çalışanlara verilmişti. daha sonra türkiye'de ilk radyoyu da kuracak olan telgraf telefon anonim şirketi 1927 yılında oluşturulduğunda, tüm payları özel kişilerindi, iş bankası bir "özel girişim" örneği olarak kuruldu ve atatürk de paydaşları arasında yer aldı.

    (bkz: atatürk kültür dil ve tarih yüksek kurumu/#18267870)

    bütün dünyada katılımcı demokrasinin, özerk kurumların moda olduğu bir dönemde mi yapıldı bunlar?

    tam tersine... her şeyin devletin içinde olduğu, aile dahil hiçbir kurumun devlet denetimi dışında kalamadığı, faşizmin ve komünizmin yükselme döneminde ve bu yöndeki telkinlere karşın yapıldı! atatürk'ten 27 mayıs anayasasına, türkiye'ye bağımsız ve demokratik kurum anlayışını kemalistler getirdiler. daha dünyada "sivil toplum" anlayışının bulunmadığı bir dönemde, son derece yoksul ve eğitimsiz bir toplumda, baskıcı geleneklere karşın, geleceğin "sivil toplum"unun tohumları birer birer atıldı.

    oysa aynı dönemde, max weber bile demokrasiyi şöyle tanımlıyordu: (bkz: max weber/#18362995)

    tüm yurdu bir ağ gibi saran halkevleri ve halkodaları, oldukça bağımsız ve demokratik bir yapıya sahiptiler. köy enstitüleri, bugünün yükseköğretim kurumlarında bile olmayan "katılımcı" ve demokratik bir ortam yaratmıştı. trt'den üniversiteye kadar özerkliğin savunuculuğunu, hep kemalizm geleneğini sürdürenler yaptılar. eli sopalı devlet özlemi ile askersel yönetim dönemlerini değerlendirmeye çalışanlar ise hep kemalizm karşıtlarıydı.

    bir başka önemli soru da, kemalizm ve demokrasi ile ilgili: bazılarının öne sürdüğü gibi, gerçekten de kemalizmin içinde "demokrasi" yok mu? atatürk gerçek bir diktatör müydü?

    ünlü siyaset bilimci maurice duverger'nin kemalist "tek parti" yönetimini özenle incelediğini biliyoruz. duverger, bu yönetim biçiminin, mutlak baskı rejiminden ulus egemenliğine geçişi sağlamak, demokratik rejimin gerektirdiği ortam ve koşulları hazırlamak ve sonunda tam bir demokrasiyi gerçekleştirmek amacına yöneldiği görüşündedir:

    (bkz: demokrasinin bir atatürk ilkesi olmaması/#18267872)

    mustafa kemal, halk tarafından seçilmeyi ve "başkanlık sistemi"ni niçin istemedi? tbmm genel kurulu, cumhurbaşkanlığı süresinin 7 yıl olmasını, mustafa kemal'in meclisi dağıtma yetkisine sahip kılınmasını ve başkomutanlık yetkisi taşımasını acaba nasıl reddetti?

    (bkz: atatürk döneminde türkiye'ye gelen bilim insanları/#18268604)

    (bkz: atatürk'ün pasaportu var mıydı/#18267875)

    atatürk'ün sağlığında yaptıkları, yapabildikleriydi. yani o günkü türkiye ve dünya koşullarının elvermesi ölçüsünde, düşündüklerini gerçekleştirme olanağı bulabilmişti. kemalizmi tüm boyutlarıyla kavrayabilmek için, sadece atatürk'ün yapmış olduklarını değerlendirmekle yetinemeyiz; neler yapmak istediğini, toplumu nereye götürmeyi amaçladığını da incelememiz gerekir.

    mustafa kemal'in demokrasi konusundaki düşünceleri açısından en zengin kaynak, kendi yazdığı ve 1930'lardan başlayarak yeni kuşaklara da okutulan "yurttaşlık bilgileri" kitabıdır.

    (bkz: medeni bilgiler/#18363017)

    insanların düşüncelerini serbestçe söyleyebilmek ve yayınlamak haklarını savunuyor. "toplantı yapma" ve "basın özgürlüğü" üzerinde özellikle duruyor. ve şöyle diyor:

    (bkz: basın özgürlüğü/#18267880)

    atatürk, "vicdan özgürlüğü"nü de, "düşünce özgürlüğü"nün bir parçası olarak görüyor ve sınırlarını şöyle çiziyordu: (bkz: din ve vicdan özgürlüğü/#18267882)

    tarih boyunca bütün devrimler "kanlı" olmuştur. ama insanlık tarihinin rastladığı en "köklü" en "cüretli" devrimlerden birisi olan kemalist devrim, inanılmayacak ölçüde az kan dökülerek gerçekleştirilmiştir. (bkz: istiklal mahkemeleri/#18268552)

    "atatürk diktatör müydü?" sorusunun yanıtını, kendisi ölümünden üç yıl önce vermişti:

    (bkz: atatürk diktatör müydü /#18363027)

    kemalizmi gereği gibi değerlendirebilmek için, oluştuğu ortamı iyi bilmek ve gözden uzak tutmamak gerekir. o ortamı şevket süreyya aydemir güzel özetliyor:

    (bkz: şevket süreyya aydemir/#18267889)

    toplum, batı'da çağdaşlaşmanın itici gücünü oluşturan iki temel sınıftan da yoksundu: ne gerçek anlamıyla bir kentsoylu (burjuvazi) sınıfı vardı, ne de örgütlü bir işçi sınıfı. dışarı ile ilişki içerisinde ticaret yaşamında etkili olan kesim ise, daha çok müslüman olmayan azınlıklardandı. ve işgalci güçlerle işbirliği yaptıkları için, kurtuluş savaşı'nın sonunda çoğunluğu ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştı.

    daha önce de belirttiğimiz gibi, mustafa kemal'in önce bağımsızlığı sağlamak, sonra da çağdaş bir toplum yaratmak için dayanabileceği güçler belliydi: öncelikle sivil ve asker bürokrasi (yani subaylar ve memurlar), bir ölçüde de, ulusal nitelikli küçük tüccar ile büyük toprak sahipleri. ordu'nun zaten varoluş nedeni bağımsızlıktır. osmanlı'nın "çöküş" döneminde çağa ilk açılan kurum olmak zorunda kaldığı ve neredeyse "örgütlü" tek gücü oluşturduğu için, "başlangıçta" kemalist devrim'in en büyük desteği olması kaçınılmazdı. ama atatürk "askeri" bir sistem kurmak niyetinde değildi. daha gencecik bir subay iken, ittihat ve terakki'nin ünlü selanik kongresi'nde, "ya üniformamzı bırakın ya da siyaseti" diye haykırmıştı. kurduğu devlette orduyu siyaset dışında tutmak için bilinçli bir tutum izledi. kralların ve sivil cumhurbaşkanlarının bile törenlerde üniforma giydikleri bir dönemde, iki istisna dışında, savaş meydanlarında kazanmış olduğu mareşal üniformasını bile taşımadı. halkın karşısına hep sivil çıkmaya özen gösterdi.

    bir toplumsal hareketin ya da o hareketi yönlendirenin başarısını, hareketin "toplumsal tabanı"nın özelliklerine bakarak ölçmek gerektiğini daha önce de vurgulamıştık. kemalizmin, dayanmak zorunda kaldığı toplumsal tabanın olanaklarını çok aşan noktalara kadar ulaşabildiğini kabul etmek, tarihsel gerçeklere saygının bir gereğidir. ama 1990'larda kemalist olabilmek, 1920'lerde var olmayan, ama kemalist devrim sayesinde ortaya çıkan yeni "ilerici" güçleri harekete geçirebilmekle olanaklıdır. kemalizmin "sürekli devrimcilik" özü budur.

    kemalist devrim'in karşısına, tutucu güçlerin çıkması kaçınılmazdı. (bkz: birinci türkiye büyük millet meclisi/#18267893)

    gerçi "tek parti"nin içinde ideolojik bir çoğulculuğa izin veriliyordu. (bu diğer tek parti örneklerinde "düşünülmesi" bile olanaksız bir durumdu.)
    (bkz: tek parti iktidarı/#18363047)

    sonsöz olarak şunu söyleyebiliriz: kemalizm, akla ve bilime, gerçekçiliğe, insancıllığa, özgürlüğe ve sürekli devrimciliğe dayalı bir "çağdaşlaşma ideolojisi"dir.
    ___
    okunabilirliği arttırmak adına bazı kısımlar ayrı entryler olarak uygun başlıklara aktarılmıştır.
1528 entry daha
hesabın var mı? giriş yap