144 entry daha
  • cate blanchett’in devleştiği ve kariyerinin en iyi performansını çıkardığı tar sanat felsefesi ve cinsiyet rolleri hakkında bizleri sorgulamaya çağıran dramatik ve bir o kadar da realist bir film.

    --- spoiler ---

    “sanatçı sanatıyla mı yoksa kişiliğiyle mi öne çıkmalı?”. işte filmin başlıca konu aldığı o büyük soru. daha filmin en başında siyahi ve panseksüel bir konservatuar öğrencisi bach’ın beyaz bir erkek olduğundan onu sevmediğini ve çalmayı istemediğini söylüyor. peki ya bu ne kadar doğru? mesela rusya-ukrayna savaşı yüzünden dostoyevski’nin okutulmaması veya tarkovsky’nin izletilmemesi kadar saçma bir şey olamaz. başka bir örnek ise woody allen’ın evlatlık kızı ile evlenmesi bizleri midnight in paris veya başka filmlerini izlemekten alıkoymamalı. sanatçı sanatıyla var olan bir bireydir.

    filme dönmek gerekirse tüm film boyunca bu soru lydia tar ile karşımıza çıkıyor. kendisi çok başarılı ve yetenekli, nadir kadın orkestra şeflerinden biri ancak kusurları var. lydia tar’ı feminenliğini kaybetmiş erkeksi ve sert duruşuyla izliyoruz. dünyanın en iyi ve prestijli orkestralarından biri olan berlin filarmoni’nin baş şefi olan lydia tar tüm gücü elinde tutuyor adeta. kadınları yatağa atmak için yaptığı torpiller ve haksız tutumları bize bu gücünün onu yozlaştırdığını gösteriyor. bu da ikinci soruma getiriyor beni, “erkeklerin toplumda hegemon olmaları, sömürücü ve baskıcı tutumları acaba en başından beri gücü ellerinde tutup yozlaştıkları için mi?”. bir kadın da gücü eline aldığında erkeksileşiyor yani aslında cinsiyet ayrımı yapmaksızın burada elde tutulan “gücün” herkesi etkilediği görülüyor.

    başka bir nokta ise krista ile olanları izleyici bilmiyor ancak tahmin edildiği üzere tar bu kızı da kendi cinsel doyumları için kullanmış ve kız intihara kadar gitmiş. aynı şeyleri olga ile olan ilişkisinde izliyoruz. olga da tar için yatağa atmaya çalıştığı ve torpille orkestraya aldığı kızlardan biri. hatta çello solosunu ona vererek tar’ın hegemon ve otoriter kişiliğini görebiliyoruz. peki tüm bunlara rağmen lydia tar’ın kişiliğindeki problemleri göz ardı edebilir miyiz sanatını dinlerken yoksa soyutlamalı mıyız her şeyi sanatından?

    değinmek istediğim son bir yer var filmde. çoğu kişi bodrum sahnesinin filmle olan bağlantısını soruyor veya anlamlandıramıyor. ben mitolojik bir yorum yapmak istiyorum. lydia tar’ın kariyer ölümünü gerçekleştiren kişi bana kalırsa olga veya son darbeyi vuran. o bodrum aslında her mitolojide bahsedilen “underworld” yani yeraltı dünyası. tıpkı orpheus’un eurydice’i kurtarmak için, ıshtar’ın kendini ispatlamak için ve hercules’ün son görevini başarması için indiği underworld’e bu sefer lydia tar iniyor. buradaki köpeğin de hades’in üçbaşlı köpeği cerberus olduğunu düşünüyorum. tar’ın kişiliği buradan sonra aynı o merdivenlerdeki gibi tökezliyor ve kariyeri sona doğru gidiyor. geriye kalan ise sanatı oluyor. lydia tar ölüyor ancak sanatı ölümsüzleşiyor.

    --- spoiler ---

    işte bu muhteşem film bize bunları sorgulattırıyor izlerken. sinema, felsefe ve mitolojinin adeta tar’ın müzikleri eşliğinde dans ettiği bir film. sanatın sanat için var olduğunu hissediyor insan ve sanatın ölümsüzlüğü önünde kişilerin bir hiç olduğunu hatırlatıyor. böylesine derin ve güzel bir film izlettirdikleri için todd field'e ve cate blanchett'e gerçekten teşekkür ediyorum.
21 entry daha
hesabın var mı? giriş yap