2 entry daha
  • kökler dizisini izlemiş, hakstıbıl ailesiyle büyümüş, envai çeşit pop kültür ilişkisi ve hz. bilal soslu mukaddesatçı tefrikalardan düzme gelenekle ile zencilere sempati besledikleri ve ırkçılığı zenci karşıtlığı sandıkları için kendisini ırkçı saymayan, bilmeyen bir halkın çocuklarına şimdilerde pek bir şey ifade etmese de içtihadı yaratan müçtehidlerin bir takım kendi içersinde tutarlı ve maalesef tanıdık dayanak ve temellendirmeleri vardı. az izah edelim:

    öncelikle dönemin fikri atlasında ırk kavramının *hala* bilimsel bir temellendirmesi olduğu kabul ediliyordu. bu temellendirmeyi ölçülebilirliği ve kategorizasyonu merkeze alan 'akılcı' pozitivist görüşün bayrak edinmesi, bilimsel ırkçılık olarak adlandırılabilecek gayet kelli felli akademisyenlerini, literatürünü, sirkülasyonunu, datasını sunan bir disiplinle süslemesini bilmesi de aktif siyaseti besleyen (ve daha doğrusu) aktif siyasetin beslediği bilimselcilik ucubesinin unutulmaması icab eden kayıtlarından birisidir.

    dahası davanın konusu olan taraflar da maalesef bu kutsal bilimselci ruhla dopdolu olduklarından savunmayı ırkçılığın prensip olarak yanlışlığına değil, ırkçılığın kamu hayatını düzenleyecek bir parametre olarak uygunsuzluk ve yetersizliğine dayandırmışlar, fiili hukuka uygun, aktif nizamnameye şirin, tokmaklı hakim'e anlaşılır görünmek adına aşağıda özetini okuyacağınız dünyanın en sikko gerekçelendirmesiyle itiraz etmişlerdir.

    uygulamayı savunan taraf ise chutzpah'ın doruklarından getirdikleri bir liberal arabulucuya sığınmış:

    ''ya hepimiz insanız yaa, aslında inansak hepimiz eşitiz ya, eşit olduğumuza inanıyorsak eşitizdir, nedir bu kin yaaa? bunlar özgürlük istemiyor, başımıza sıçmak istiyor! hala aşamadık mı bunları nedir hocaa? getirilir düzenleme, uymayanlar cezalandırılır, yüce adalet, hukuk devleti, yasa yürütme yargı!'' tipi, sözlükte de kelli felli, adalet ve hukuk timsali pürist (ve bu tip yerleşik mağdur, madun ilişkilerinin tarafı olmadıklarını şıp diye görebildiğiniz) ad hominem sevmez eşhasın gırtlağına kadar indoktrine olduğu evrensel saf duruş varsayımına oynamışlar, ve liberal doxa üzerine inşa edilmiş bu kendi içinde tutarlı kurgunun, kendi içinde tutarlı temsili mahkemesinde kazanmışlardır.

    yukarıda karikatürize ettiğime yuvarlanması bir çıt mesafede olan uygulamayı savunanların müdafaası şudur:

    ''(bilimsel olarak kabul edildiği için var olduğunu bildiğimiz) ırklar'ın ikame ettiği alanları belirleyen tipte bir ayrılık, eşit olmamak halini doğurmaz. taraflar arasında bu tip bir çift yönlü ayırmanın bir tarafa hususiyetle zarar verdiğini iddia etmek için bir tarafın siyasi program, diskur ve söyleminin doğruluğunu kabul etmek gerekir. bizim ise işimiz ayrımın temeli olan pozitif ırk kavramı ve onun düzenlemesinde eşit yönelimdir. yani uygulama sadece zencileri beyazlardan ayırmaz; zencileri de beyazlardan ayırır. kanun önünde eşitsek, amerika herkese bu kanuni çerçevede bir eşitlik sağlıyorsa, bu durumdan bir tarafın zararlı, bir tarafın yararlı çıkacağını, bunu varsayan başka bir soyut ön-yargıdan bağımsız olarak, varsayamayız.''

    argümanın başarısı görüldüğü üzere somut maddi evrenle ilgili tutarlılığı ile değil, kendi içindeki tutarlılığı ile alakalı. çünkü liberal-kapitalist itikada göre kanuni düzenleyicilik normatif değildir, bir tarafın diğeri üzerindeki mevcut, somut, tecrübe edilen eşitsizliğini değil, ideal olan zemindeki eşit olması halini merkez alır. bunun mülkiyet hakkı prensibi üzerindeki izdüşümünün suç ve ceza konusunda da zengin ve fakir'e eşit ceza vaad eden anayasal teminatta görülebileceğini söylersek umarım meselenin gideceği, ve gitmesi gereken yer daha billur, daha net ortaya çıkar.

    liberal itikatlerin kapitalist ilişkilerden sağaltılan normatif değerlerinin pozitivist eşitlikçi izdüşümü mü diyeyim ne diyeyim bilemediğim bu garabet sonucunda siyahlar uzunca yıllar ikinci sınıf vatandaşlığı, vatandaşların kanun önünde eşit olduğu fiyonklu martavalı sebebiyle sineye çekmiş, herhangi bir tazminat almadan paralı köleye evriltildikleri yaşamlarındaki sürekli aidiyetsizlik mutlak tabiyet ilişkisi içindeki yaşamlarında da suç ve ceza konusunda taviz vermeyen eşitlikçi hukuk devletine kafayı çaka çaka, ''ya zencilerin olduğu yerde suç oluyor'' yavansöylemine aşı olmuşlar, sadece hukuk devleti'ne toplumsal, ve evet

    ****yaşadışı****
    (uuuuuuuuuuuu!!)

    bir eylemle karşılık verebilince yasal düzenlemeyi uygulanır kılacak alt yapıyı oluşturabilmişlerdir.

    işbu başlıkta bahsi geçen uygulamanın ilk olarak ikinci dünya savaşında göt altına gitmesi gereken asker ihtiyacı doğduğunda erozyona uğradığını, politik ve sosyal güç için naacp gibi örgütlerin bizi de askere alın, biz de vatan için ölmek istiyoruz'a mahkum oynadıklarını, özellikle askeri havacılık alanında müthiş bir mukavemetle hala ayrılıkçı ırkçı pratiklerin sürdüğünü söylersem bilinene pek bir şey eklemiş olmam. ayrımcılık, özellikle birey ve eyleyicilerin vatandaş olarak soyutlandıkları sistemlerde ayrımın tarafı olan kişilerin düşünsel varoluşlarında değil, gerçek durumlarında gözlemlenen, tepkiyi de bu sebepten soyut kurguda değil, somut isyanda ancak gösterebilecekleri, ispat edebilecekleri bir olumsuz özelliği haizdir. bunu türkiye'nin doğusundaki o malum halktan bahsederken, yasalar önünde eşitler, istedikleri yere gidiyorlar, her türlü vatandaşlık hakkına sahipler, cumhurbaşkanı bile çıkardılar, daha ne istiyorlar, kendi faşizmlerini yapıyorlar derken hatırlamanız gerektiğini, yasallık/hukukilik denen soyutun uygulama denen somuttan ayrıştırılamayacağını da bu bahaneyle hatırlatmak isterim.

    ama illa zenci'ye sempatik olduğu için ırkçı sayılmayan türkiye insanı efsanesine eklenti olacak, abd de durum böyleyken biz de nasılmış osuruk karşılaştırmalarına harç edilecekse şu kısa hikayeyi anlatmak isterim. geçtiğimiz aylarda virginia'da tanıştığım emekli bir asker, 1950'lerde görev bölgesi olarak atandığı izmir'de ilk günlerinde ev bakarken kendisine sorulan tek sorunun ne kadar kazandığı olmasına bir, hemen ardından kira sözleşmesi imzalayabilmiş olmasına o kadar şaşırıp sevinmiş ki, ailesinin yetti artık dediği 2002 senesine kadar allem etmiş kullem etmiş orada yaşamış, izmir halkından birisi olmuş. bizdeki defne coy fostır enflasyonunun da bir sebebi olan renkli askerlerin ezel ebed uzak, ücra yerlere atanmasının felix culpa'sından türk dostu olan amcanın sevinmesine üzüldüğüm için bana kızar mısınız bilemiyorum. ama kızmazsanız bir şey daha söyleyeceğim, benzeri hikayelerin bu topraklardan yurtdışına doğru uzanan versiyonları olduğunu bilmeniz gerekiyor. ırkçılığın zenci sevmemek olmadığını anlamanız açısından bunu kaç kere daha tekrarlamak gerekiyor bilmiyorum:

    maddi, manevi, cinsel, ırksal, sınıfsal her ne türde olursa olsun ayrılığın olduğu yerde eşitlik olmaz. gerekçelendirmenizi iktidar-sever bilimselcilikle, pozitivist hukukilikle değil, biraz da o sol memenizin altında asılı durup kan pompalayan organla yapmanızda hayır görüyorum.
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap