5 entry daha
  • fatmagül berktay'ın yazdığı başucu kitabı. özetle şöyledir;

    kitapta, tek tanrılı dinler ile kadın arasındaki ilişki ortaya konmak istenmiştir. din ve toplumun karşılıklı etkileşim içinde oldukları belirtilmiştir. bu etkileşim tarihsel süreci içinde incelenmiş, avcı-toplayıcı dönemden günümüz köktendinciliğine kadar olan süreç anlatılmıştır.

    din içinde bulunulan dünyayı anlamlandırır. düzenli bir dünya çabasını pekiştirir. toplumsal düzenin sağlanmasının yollarından biri olan kadın-erkek ilişkilerinin düzenlenmesinde de dinin yine önemli bir işlevi vardır. toplumsal cinsiyet rollerini oluşturur ve kanıksatır.

    tarihte anaerkil toplumların bulunduğuna dair bir kanıt yoksa da kadının statüsünün yüksek olduğu toplumlar vardır. avcı-toplayıcılarda özel mülkiyetin bulunmaması ve bir çok etkenle birlikte eşitliğe dayanan bir örgütlenme görülür. cinsiyete dayalı bir iş bölümü vardır ancak her iş aynı derecede değerli kabul edilir. ama genel olarak neredeyse tüm toplumlarda kadının statüsü düşüktür.

    avcılığın önemini kaybetmesiyle birlikte erkekler tarımı tümüyle kendi etkinlikleri içine aldılar. kadınların statüsünün düşmesinin, erkeklerin tarımsal işleri devraldıkları sırada gerçekleştiği düşünülmektedir. tarımın gelişmesi özel mülkiyet ve toplumsal sınıflaşmaya zemin hazırlar.

    ataerkil toplumun gelişmesiyle topluluklar arasında egemenlik mücadeleleri boy göstermeye başlar. bu ortamda kadınların statülerinin düşmesine yol açan iki faktör ortaya çıkar. kent devletlerinin uzmanlaşması, karmaşıklaşması ile kadınlar çalışan sınıflardan dışlanırlar. ayrıca oluşan mülkiyetin miras yoluyla babadan oğla geçmesini güvence altına almak üzere kadınların cinsel denetimi erkeklere verilir.

    tek tanrılı dinlerde, eskiden oluşmuş olan tohum-toprak metaforu geçerlidir. bu dinlerde eril tanrının tanrısal bir eşi, bir tanrıça yoktur. bu reddediş yeryüzündeki kadında da karşılık bulur. kadının gerçek yaratma, can verme gücünden yoksun olduğu varsayılır. kadın erkeğin tohumunu içinde barındıran bir tarladır sadece. batı hıristiyan geleneği ve yahudilikte cennetten kovulma öyküsüne dayandırılarak günahın ve kötülüğün kaynağı olarak havva, kadın görülür. havva’nın bu suçu ile tanrı tarafından cezalandırılmıştır. yaşamı boyunca erkeğe karşı aşağı bir konumda, ikincil olarak kalacaktır. islamiyette farklı olarak cennetten kovulmanın sorumlusu havva ile birlikte ademdir de. tek tanrılı dinlerde, tanrı erkek ile konuşur. kadına söyleyeceklerini de erkekler aracılığı ile söyler.

    hıristiyanlık önemsiz olana önem vermek ilkesinden yola çıksa da, içinde bulunduğu toplumdan etkilenip eşitsizliği devam ettirir. ancak kadına yeni bir şey sunar; bekaretini muhafaza edip, kendilerini tanrıya adayabilmek. böylece kadınlar için hayattaki tek seçenek evlilik olmuyordu. bunun yanı sıra hıristiyanlık, baştan çıkarıcı havva imgesini, kadının duygu bedenle özdeşleştirilmesini, ikincilleştirilmesini de devam ettirmekteydi.

    islamiyet de ataerkil, poligam, babasoylu bir toplulukta oluştuğu için bu toplumun özelliklerini taşır. kadının ikincilliği burada da vardır. kadının örtünmesi ve dışlanması cinselliğin kötü karşılanmaması ile birlikte had safhaya ulaşır. kadının cinselliği erkeğin denetimine verilir. kadın erkeğin cinselliğine hizmet etmek üzere yaratılmıştır. erkeğe zevk veren nesneler arasında birinci sıradadır. düşünemez, konuşamaz sadece itaat eder. ataerkil toplumun eşitsiz özellikleri din aracılığı ile sabitlenir.

    rönesans da bilimsel devrim de tek tanrılı dinler ile değişmezliği ilan edilen kadının aşağı statüsünü değiştiremez. tam tersine düşünce özgürliğini ve aklı önemseyen bu değişimler de kadının ikincil yönünü pekiştirir. kadının özellikleri farklı bir bakış açısıyla ama özünde aynı kalarak topluma sunulur.

    din her ne kadar kadının aleyhine inanç ve pratikler sunsa da kadına çekici gelebilmektedir. örneğin 18. yy.’da katolik rahipler kilise düşmanlığı ile mücadele etmek ve erkekleri kiliseye çekmek için kadınları kullanıyorlardı. kadınlar ise rahipleri kocaları ve babalarına karşı, karşı-otorite olarak kullanıyorlardı. ayrıca kadınlar kilise çatısı altındaki dernekler, toplantılar ile toplumsallaşmanın yolunu buluyorlardı.

    bir dönem kadının dinde kendini bulması ve din ile evini bir erk alanı yaratmasının ardından 19. yy.da yeniden bir maskülenleşme yaşanır. kadınların denetlenmesi ve eve kapatılması gerektiği söylenir. köktendincilikte kadınların denetimi hep düzenin yürümesini temsil eder. buna rağmen kadınlar dinden doğru edinmiş göründükleri sahte saygı ve takdiri boyun ederek kabul ederler.

    islamcı ve protestan köktendincilikteki aile anlayışı benzerdir. her ikisinde de toplumsal cinsiyet ilişkileri doğal kabul edilir. her ikisinde de zihinsel olarak üstün bir erkek reis ve saygılı boyun eğme karşılığında mali ve duygusal güvenceye sahip eş-anne yer alır.

    kendi adını koymaya cesaret etmek;

    kadınlar yeniden kavramsallaştırmalar uğruna yoğun emek harcadılar. çabaları tümüyle boşa gitmedi, çünkü en baskıcı gelenek içinde bile, eşitlikçi bir damarı bugünlere aktarmayı başardılar. ancak ataerkil geleneği ortadan kaldırmaya güçleri yetmedi. baskıcı bir geleneğin sınırlarının tümüyle dışına çıkmadan o gelenek içinde belli ölçüde direnmek mümkün olsa bile, gerçek kurtuluş mümkün değildi.

    kadınların kurtuluş ve özgürleşme olanakları, onların denetlenen ve yönetilen olma konumlarından ve bu konumun yarattığı çelişkilerin yeşerttiği direnme ruhundan kaynaklanmaktadır. ataerkil sistem bu ruhtan korkmakta ama onu yok sayamamaktadır.

    yaratılış öyküsüne göre havva'nın ilk eylemi bilgi peşinde koşmak, bilgi ağacının meyvesinden tadarak tanrı'nın bilgisinden pay almaktır. tanrı erkeğin ayrıcalığı olan bilgiyi elde etmeye çalıştığı için kadını cezalandırmıştır. öyleyse kadınların yasak meyveyi yeme haklarına sahip çıkmaları ve aynı zamanda ad koyma hakkını, özellikle de kendi adlarını koyma ve kendi kendilerini tanımlama hakkını geri almaları gerekir. çünkü, ad koyma ve tanımlama hakkına sahip olanlar iktidara da sahip olanlardır. kadınlar için kendi kaderini belirleme mücadelesi, kaçınılmaz olarak, kendilerine dayatılan tanımlara karşı çıkışı ve alternatif tanımlar yaratılmasını içerir.

    “amacımız barış olduğu zaman, savaşı anlamsız kılmanın yolu, karşı silahlar üretmek değil, tümüyle silahlardan arınmış bir dünya kurmaya cesaret edebilmektir.”
13 entry daha
hesabın var mı? giriş yap