8 entry daha
  • malum mecralarda görünce aklımın bir köşesine koymuştum şunu bir izlesem mi acaba diye, kısmet geçen cumayaymış, sonuçta insan ürkmüyo değil, toplam 201 dakikalık bir film(3 saat 21 dakka), öyle eskisi gibi genç de değiliz, bir günde arka arkaya 5 godard izlediğimiz günler geride kaldı

    neyse efendim gene de giriştik, aa o da ne film yağ gibi akıyor deermişim, yok tabi öyle değil, jeanne dielman'ın 3 gününü nerdeyse sabahtan geceye kadar veriyor,

    hani şu yeni nesilin tabiri ile "mutfağa gidip bir çay koymalık" filmlerden, hatta "mutfağa gidip çay koyup yanına da buzdolabındaki pastadan bir dilim kesip tabağa koyup yerine dönmelik" de denebilir, nbc filmleri bunun yanında guy ritchie movieleri gibi kalır:)

    neyse ya konuyu bildiğimden midir nedir, film beni baymadı, ayrıca yönetmen çok akıllı, eğer birinci gününü bitirebilirseniz ikinci gün ile birlikte jeanne'nin alışkanlıklarındaki değişimleri gözlemleyebiliyorsunuz, yani öyle aynı şeylerin tekrarı gibi bir şey yok, yönetmen farkedebileceğiniz şekilde jeanne'nin gündelik işlerinin arasına değişiklikleri serpiştiriyor, yavaş yavaş usul usul,
    tabi yönetmen hem cinema-verite hem de yeni roman anlayışlarından etkilenmiş bu çok belli oluyor, zaten kendisi de röportajlarda bunu belirtiyor,

    asıl vurgulamak istediğim şu; bu tarz filmlerin en güzel özelliği biçimleri yüzünden izleyiciye geniş bir izlediği üzerine düşünme fırsatı vermesi , bir çeşit izleyici ile interaktif bir ilişikye geçmesi, diyeceksiniz ki diğer filmlerde izleyici düşünemiyor mu sümme haşa, tabi ki öyle değil, ancak daha mainstream(ana akım) işlerde gerek filmin konusu gerekse de biçimi yüzünden seyircinin filmde izlediği üzerine düşüneceği zaman azdır(sözüm her sahneyi analkiz eden hangi sahnede nereye gönderme yapıldığını, hangi kamera açısının neyi anlatmak istediğini şakkadanak anlayan genious sinefillerden dışarı:)

    oysa bu filmde ana karakterimiz jeanne'nin gündelik hayatta yaptıkları, oğluyla kasapla bakkal çakkalla, "müşterileri" ile olan konuşmaları üzerine, yatağı toplaması, yemeği hazırlaması, banyo yapması temizlik yapması vs. vs. üzerine uzun boylu düşünme imkanı buluyoruz, "ah kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya" der ya gülten akın, hah işte burada durup o ince şeyleri görmeye bolca vakit buluyorsunuz...

    ne mi düşündürüyor insana?, bir sürü şey, 1975 yılının brükseli çok da matah bi şey değilmiş(metro ve yürüyen merdiven var ama) orta sınıf bi ev jennae'lerinki, fazla lüks bi şey yok, tv bile yok, bak orda türkiye gibi 1975lerde çok evde tv yoktu, yemekleri balkonda tutuyor jeannecik, demek ki buzdolabi da yok

    bir kilo dana eti 300 frank

    bir ara jeanne şöyle bir şey der: "amerika avrupadan 5 yıl ileride" insan ister istemez kendi memleketi ile karşılaştırma yapıyor, eğer 1975 yılının belçikası abdden 5 yıl geride ise biz de belçika'dan temiz bi 10 yıl gerideyiz, 75de...

    ama bunlar çok öenmli değil, filmin asıl düşündürdükleri ev içi emeğin ne menem bir şey olduğu, hergün kalk temizlik, yemek, oğlana kazak ör, "müşterilerle" ilgilenve kısa süreliğine de olsa komşunun bebeğine bak, çarşıya çık alış veriş yap vs.vs.

    kadınların bir çeşit bu görünmez oldukları alanlar evde işyaparken ki halleri,

    zaten yönetmen röportajlarından birinde kadınlar ev işi yaparken erkekler onları görmez diyor"

    bu arada filmde (bkz: delphine seyrig)'den de bahsetmek lazım, bu filme kadar daha çok yüksek burjuva sınıfından kadın karakterleri((bkz: burjuvazinin gizli çekiciliği), (bkz: geçen yıl marienbad'da), (bkz: çalınmış öpücükler), (bkz: kaza) vs) ile karşımıza çıkan seyrig bu defa daha alt orta sınıftan hayatını eve erkek kabul ederek kazanan bir ev kadınını başarıyla canlandırıyor, zaten yönetmen akerman da gene bir röportajında seyrig için; "senaryoyu yazarken aklımda o vardı, çünkü o bu zamana kadar hep "lady" görünümünde idi, ben onu bir anda görünür yaptım" der

    akerman ile kadın görüntü yönetmeni babette mangolte'ün çıkardıkları iş gerçekten hayranlık verici(çok az yakın çekime yer verip, kamerayı hiç hareket ettirmeden, sabit çekimlerle 201 dakikalık bir filmi seyretirebilmek gerçekten kolay değil)

    işin özü, sadece feminist sinemanın kanonik yapıtlarından değil, tüm zamanların en iyi filmlerinden biri ile karşı karşıyasınız, etkisi insanda kolay kolay geçmiyor, jeanne ve onun ev hayatı, gündelik ritüelleri bir süre sizinle birlikte zihninizde geziniyor, gittiğiniz her yere taşıyorsunuz onu da ,

    e zaten gerçek sanat eseri diye buna demiyor muyuz zaten?
13 entry daha
hesabın var mı? giriş yap