17 entry daha
  • ingiltere başbakanı boris johnson'ın büyükbabası. tipik bir osmanlı entelektüeli. 6 kasım 1922'de nurettin paşa tarafından linç ettiriliyor. kafası çekiçle ve taşlarla kırılıyor. ayaklarına ip bağlanarak çıplak vücudu sokaklarda dolaştırılıyor. lozan konferansı'na giden ismet paşa görsün diye istasyonda bir sehpaya asılıyor. peki ama neden? ali kemal hangi sebeplerle canice linç edilmişti? kimler, niçin bu denli hınçla dolmuştu? ali kemal vatan haini miydi?

    ali kemal, kendini iyi yetiştirmiş klasik bir osmanlı liberali. mülkiye'de okumuş, paris'te öğrenimini sürdürmüş, üniversitede dersler vermiş, gazeteler yayımlamış, kitaplar yazmıştır. 1920'de osmanlı'da eğitim bakanıyken tüm fakültelerin kız öğrencilere açılmasını yasalaştırıyor. karma eğitimi getiriyor. bu çok büyük bir reform. en az kadınlara seçme-seçilme hakkı verilmesi kadar büyük. oxford bile 1970'e kadar karma eğitime geçmeyi reddediyor.[1] ayrıca derslerinde öğrencileriyle çok sert bir şekilde liberal argümanları konuşuyor. mesela günümüzde bile kabul görmeyen evlilik dışı beraberliği savunuyor ve tartışmaya açıyor. ciddi anlamda batılı görüşe sahip olduğu bir gerçek.

    bu sırada sabah gazetesinde akıldan çok duygu ürünü yazılar yazıyor. özetle "lanet olsun, ankara hükümeti hamaset ile bizi savaşa sokacak. yandık, bittik, kül olduk. ittihatçılardan sonra bunlar başımıza geldi. bu memleket hiç mi adam olmayacak!" gibisinden yazılarla kendisini milli mücadelenin karşısına konumlandırıyor. döneme indiğimizde bu kafanın vatan hainliğine kapı araladığını düşünemeyiz. 1920 türkiyesi'nde halk yıllardır savaşmaktan bıkmış. ordu dağılmış. herkesin dirayeti kırılmış. birinci dünya savaşı'nı kaybeden taraflar barış anlaşmalarını çoktan imzalamış. imparatorluklar parçalanmış ve ulus-devletler kurulmuş. biz ise ucu bucağı gözükmeyen bir yoldayız. ankara hükümeti'nin savaş yanlısı politikası bizi zafere götürebileceği gibi tümden ülkeyi işgale de sebep olabilir. o dönemde hangi aklı başında insan ingiltere'yi yeniden karşısına alabilir? ali kemal şöyle düşünüyordu: bu mustafa kemal deli mi?

    kısa bir süre içişleri bakanlığı yapıyor. o kısa süre içerisinde ermeni öldürüşçülüğünün faillerini yargı önüne çıkarmak için mücadele ediyor. eski ittihatçılara kafa tutuyor. ardından sevr anlaşması gündeme geliyor. peyam-ı sabah gazetesi'nde sevr şartlarını lanetliyor. sevr'in şartlarının yumuşatılması için diplomatik yolları deniyor. o sırada izmir yunanlılarca işgal edilince bir vatan haininin tenezzül etmeyeceği şekilde kınıyor fakat savaş destekçilerinin ekmeğine yağ sürecek diye hayıflanıyor.

    kuvayı milliye'yi bir çeşit eşkıya ayaklanması olarak nitelendiriyor: ''bu eşkıya ayaklanmasının gerçek sorumlusu ittihat ve terakki ocağıdır. kuvayı milliye adı altındaki yapılanma, ittihatçıların anadolu'dan kapabildiklerini kapmak, şehir, kasaba ve köylerde zorla, cinayetle koparabildiklerini koparma hareketinden başka bir şey değildir.''[2]

    30 ağustos sonrası savaşın zaruretini kavrıyor. yazılarında, yunanlıları yola getirmenin tek yolunun barış arayışlarına girişmek değil başarılı bir taarruz olduğunu söylüyor. bu taarruz başarısız olduğu takdirde ise bizi birkaç kat daha fazla zarara sokacağını, kayıp ve zayiatın çok büyük olacağını, savaşın bizi geçici olarak oyalayacağını, mevcut durumdan kurtulmanın yolunun diplomasi ile iç ve dış politikanın değiştirilmesi olduğunu belirtiyor.[3]

    dava adamı olmadığı bir gerçek. dönemin maliye bakanı mehmet cavid bey'e trajikomik bir mektup yazıyor: ''sürünüyorum. çok zor durumdayım. 30.000 frank verin ittihatçı olayım.'' güzel para kanka. ben de 30.000 frank'a akp gençlik kollarına girerim valla. biz liberallerin kutsiyet addettiği bir şey olmadığından para için yapmayacağı şey pek azdır. nitekim ali kemal de savaş kazanıldıktan sonra ''gayelerimiz birdi.'' şeklinde bir makale yazıyor. ''hepimiz vatanın iyiliğini düşünerek çabaladık.'' diyor. yanıldığını itiraf ediyor fakat bu sözleri canının bahşedilmesi için yeterli olmuyor.[4]

    ankara hükümeti istanbul'da idareyi aldıktan birkaç gün sonra, beyoğlu'nda bir berberde traş olurken yaka paça tutuklanıyor. izmit'e getiriliyor. son beyanatında şunları söylüyor: ''bu davanın muvaffak olacağını hiç tahmin etmiyordum. muvaffakıyetsizlik halinde ise büyük devletleri daha ziyade şiddete sevk ederek vatanın tamamıyla harap olmasına sebep olunacağından çekiniyordum. ben, türk milletinde bu kadar büyük yaşama gayreti ve mücadele ruhu mevcut olduğunu bilmiyordum. bu bilgisizliğimden dolayı mazur görülmeliyim. çünkü hayatımın büyük kısmı avrupa'da geçmiştir. türk milletini tanımıyormuşum, tanıyamamışım.''[5] falih rıfkı atay onun için çok güzel bir tanımda bulunur: ''satılmış bir adam değilse de kaybolmuş bir adamdı.''[6]

    sakallı nurettin paşa, ali kemal'in izmit'e getirildiğini duyarak karargaha getirilmesini istiyor. iki polis komiserine rüşvet veriyor. ali kemal, nurettin paşa'nın kucağına düşüyor. yanındaki albay rahmi apak'a ''şimdi sokaktan birkaç yüz kişiyi büyük kapının önüne toplat. kapıdan çıkarken ali kemal'i öldürsünler'' emrini veriyor.[7] ali kemal sorguya alınmadan kafası çekiçle kırılıp öldürülüyor. üzerindeki değerli eşyaları soyuluyor. bununla da yetinmeyip çıplak vücudu sokaklarda dolaştırılıyor. daha sonra ismet paşa'nın hoşuna gitsin diye lozan'a giden tren istasyonun önüne asılıyor. ancak ismet paşa buna çok sinirleniyor ve bunun üzerine ali kemal'in cesedi apar topar kaldırılıyor: "lozan'a gitmekte olan ismet paşa, meşalelerle aydınlanan korkunç sehpayı uzaktan görünce yüzünü asmış, başını eğmiş ve hiç bakmayarak binaya girmiş. orada nurettin paşa'ya söylemediğini bırakmamış. mustafa kemal de bu vakadan tiksinerek bahsederdi."[8]

    gazi ve ismet paşa, ali kemal'in ölümünü tasvip etmemekle yetindi. gazi'nin öfkesi yargıya taşınmadı. sakallı nurettin paşa yargılanmadığı gibi bu olaydan sonra bir süre daha görevine devam etti ve ardından milletvekili seçildi. bugün sakallı nurettin gibilerine gereken cezayı veremediğimiz için bu haldeyiz. kimdir bu nurettin paşa? izmir yangınından koçgiri olayı'na kadar bir dizi suçun failidir. koçgiri isyanı'nı bastırmakla görevliyken şu sözü sarf etmiştir: '''zo' diyenleri ortadan kaldırdık, şimdi sıra 'lo' diyenlerde.'' şunu demeye getiriyor: 1915'de zorunlu göçe tabi tutarak ermeni yükünden kurtulduk. sıra kürtlerde. (zo, ermenilerin konuşurken kullandığı ünlem. kürtlerin lo'su gibi.)

    nurettin paşa'nın sorgulanmaması o dönemin şartlarında dahi kabul edilebilir bir durum değildir. demokratikleşmemize ve hukuk devleti olma çabamıza ket vurmuştur. hukuksuzluk ketçap gibidir. bir kere dökülmeye başladı mı gerisi gelir. hukuksuzluğun önüne geçilebilseydi belki de yüzlerce gazete yasaklanmayacaktı. kim bilir? belki de gazeteciler içeri atılmayacaktı, kürt diye bir ırkın olmadığı söylemleri vuku bulmayacak ve herkesin türk olduğu dayatması söz konusu olmayacaktı. istiklal mahkemeleri’nde muhalifler ve yok edilmek istenenler değil sadece suçlular yargılanacaktı. alt tarafı bir nurettin paşa deyip geçmemek gerekir. yargılanmayışı; milli mücadelemizin hukuki bir zemine oturmasına engel olmuştur.

    murat bardakçı bir köşe yazısında ali kemal için şunları söylüyor: ''kurtuluş savaşı sırasında yanlış safta yeralmış olabilir. ama, bulunduğu taraf, ali kemal'in türk basın tarihinin çok önemli bir ismi olduğu gerçeğini değiştirmez. yazdıkları yüzünden can vermiş olması sebebiyle basın şehididir.'' bardakçı'yla hemfikirim. sivas kongresinde abd mandasını isteyenlerin isimlerini araştırın. göreceksiniz ki bugün milli kahramanlarımız olanların çoğu; ismet paşa, rauf orbay gibi isimler abd veya ingiltere mandasını istiyor.(bkz: #112961408) ismet inönü yanlış bir düşünceye saptığı için iyi niyeti görmezden gelinip vatan haini ilan edilebilir mi? insanlar muhalif olmakla hain sayılmak arasındaki o keskin çizgide yürüyebilir, farklı düşünebilir, yanılabilirler.

    birkaç sene önce boris johnson türkiye'ye geldi. büyükbabasının yazdıklarını okudu ve çocukluğunun geçtiği yerleri ziyaret etti. yaşadığı linci dinleyip cesedini gördükten sonra şu tepkiyi verdi: bastards!

    kaynaklar:
    [1] baltacıoğlu, ısmayıl hakkı, hayatım, dünya yayınları, istanbul 1998, s. 210-11
    [2] peyam-ı sabah, 1 mayıs 1920
    [3] peyam-ı sabah, 31.8.1338, içtihadımız, 2.9.1338, vaziyet. 4.9.1338
    [4] peyam-ı sabah, 10 eylül 1922
    [5] apak 1988, s. 263
    [6] falih rıfkı atay, çankaya, 1984, s. 139.
    [7] e. kur. alb. rahmi apak, yetmişlik bir subayın hatıraları, ankara 1988, s.262-265.
    [8] çankaya, s.342
5 entry daha
hesabın var mı? giriş yap